Doğru şeritte olsanız bile, olduğunuz yerde kalırsanız er geç ezilirsiniz. -Will Rogers |
|
||||||||||
|
Ağrımayan dişe kerpeten vurdurmak, dertsiz başıma dert almak konusunda uzmanımdır. İş işten geçtikten sonra boş yere dövünüp durmak, salya sümük ağlamak konusunda da kimse benimle boy ölçüşemez. Bir işte dikiş tutturmayı, bir baltaya sap olmayı da beceremedim. Yaşımı başımı aldım ama dersimi almadım. Hala aklım iki karış havada. Pazarlamacılıktan taksi şoförlüğüne, gece bekçiliğinden pazarcılığa kadar yapmadığım iş kalmadı. Şans bir kerecik bile olsa yüzüme gülmediyse benim suçum ne? Elimi neye attıysam kurudu. Allah “Yürü ya Erkan!” demedi. Can çıkmadan huy çıkmazmış. O kadar şamar yedik bir türlü uslanamadık, durulamadık. İlla her yere burnumu sokacağım. Kambersiz düğün mü olur? Arkadaşım Veli’yle birlikte emlak işine soyunduk. Aha, bakın şuraya yazıyorum, bu işte kesin yırtacağız. Köşeyi dönmemize çok az kaldı. Hele bir yaz gelsin. Emlak işi şöyle iyice canlansın. Eşek yüküyle para kaldıracağız. Fakülte okulundan arkadaşım Veli ayarsızın biridir. Kırşehir'in köylüğünden olduğuna bakmadan her türlü ortama girer çıkar. "Akşama bendensin. Gelip seni evden alırım. Üstüne adam gibi bir şeyler giy."deyip telefonu trak diye kapattı. Bana bir yalan uyduracak kadar zaman tanımadı. Gak guk edecek kadar, işim var, misafir gelecek demeye bile fırsat bırakmadan emri vaki olarak olaya son noktayı koydu. Keşke "Ben gelemiyorum." diyebilseydim. Hadi o ne halt isterse yesin. Bana ne oluyor? Madem ki biliyorum ...mün huyunu, niye içiyorum turşunun suyunu? Adını aklımda tutmayı hiçbir zaman beceremeyeceğim güzide bir kulübümüzün yaza veda partisi varmış. Oraya gidecekmişiz. Sanki yaz gelirken bize mi sormuş? Uğurlamasak, vedalaşmasak hürmette kusur mu edeceğiz? Oldu olacak minibüs durağına kadar geçirseydik bari. Tamam, Veli ile ben birer kazmayız diyelim. Bu olayda yaza veda partisi veren kulübün hiç mi suçu yok? Kardeşim, her önüne gelene niye davetiye dağıtıyorsunuz? Biraz seçici olun. Davetiyenin altına iki küçük cümlecik ekleseniz geberir misiniz? "Eli pantolon cebinden sürekli şeyini karıştıran, dam budalaları ve damı olmayanlar giremez." yazsanız olay bitecek. Bizim kırkayak söylediği gibi akşam üzeri gelip arabasıyla beni evden aldı. Kulübe vardığımızda saat dokuza geliyordu. Kapıda karınca gibi görevli kaynıyordu. Veli, kapıdaki oğlana bir beşlik toka edip arabanın anahtarlarını uzattı. Girişte yedi sekiz kadar izbandut gibi korumalar vardı. Girişin her iki yanında kocaman iki meşale isli dumanlar kusarak yanıyordu. Davetiyelerimizi kapıdaki İngiliz Lordu kılıklı görevliye uzattık. Saygıyla eğilip “Hoş geldiniz efendim” diyerek bizi selamladı. Bahçedeki kalabalığa doğru yürüdük. Konuklar bahçedeki kocaman havuzun etrafında toplanmışlardı. Havuzun etrafı bodur ağaçlar ve çiçeklerle süslenmişti. Ahşap bir çardağın altında havuz boyunca uzanan bir yiyecek büfesi hazırlamışlardı. Büfenin hemen arkasında dört barmen konuklara içki servisi yapıyordu. Büfenin üzerinde küçük sandviçler, kanepeler, meze sayılabilecek ve atıştırılacak yiyecekler değerli bir tablo gibi masaları süslüyordu. “Ölmeden cennete düşmek bu olsa gerek.” diyerek soluğu büfenin önünde aldık. Görünüşü ile ilgimi çeken her şeyin tadına bakmaya başladım. Adını bile bilmediğim, daha önce hiç görmediğim yiyeceklerle birer birer ilgilendim. Bodur ağaçların üzerlerine, havuzun dibine ve binanın duvarlarına yerleştirilmiş lambalarla bahçede yumuşak bir aydınlık yaratılmıştı. Işıklar ortamı boğmadığı için gökyüzündeki yıldızlar pırıl pırıl görünüyordu. Manzara gerçekten çok etkileyiciydi. Şık giyimli beyefendiler, birbirinden güzel iki dirhem bir çekirdek kadınlar havuzun etrafında birbirleriyle sohbet ediyordu. Veliyle birlikte kıtlıktan çıkmış gibi yiyeceklere ve içkilere saldırdık. O gece ilk kez adını filmlerin bar sahnelerinden anımsadığım martini, malibu, blodymaryi (Çok sonra bir arkadaşım bana kanlı marynin bir bayan içkisi olduğunu söyledi.) bile denedim. İşin içinde para pul, hesap, kitap falan olmayınca kendimi kaybetmiş olmalıyım. “Veli!! Aslan arkadaşım. Seni yirmi yıldır tanırım. İlk defa kedi olalı bir sıçan tuttun. İtiraz istemem. İçimden geldi. Dur, vallahi öpçem.”deyip arkadaşıma sarıldım. Hafif şapırtılı ve alkol katkılı bir içtenlikle onu öptüm. Karnım ve gözüm doyunca elimde şarap kadehi ile etrafı kolaçana çıktım. Karnı tok her hemcinsim gibi diğer davetlileri özellikle de bayanları süzmeye başladım. Beş kişilik bir davetli öbeği kendi aralarında keyifle sohbet ediyorlardı. Onların yanında ama onlarla alakası iğreti duran bir fıstığa gözüm ilişti. O konuşmuyordu, sadece dinliyor ve gülüyormuş gibi yapıyordu. Arada bir gülme taklidini ustalıkla sürdürürken bakışlarını davetliler üzerinde gezdiriyordu. Belki de henüz gelmemiş birini bekliyordu. Onu göz hapsine alıp, bu gece için çalışma alanım olarak seçtim. Tanışma girişiminde bulunmadan önce biraz daha bekleyecektim. Eğer bir beklediği varsa ve yarım saat içinde gelirse ondan vazgeçecektim. Karnı tok, hafif alkollü, girişimciliği ve medeni cesareti tavan yapmış bir çapkın olarak kendim için seçtiğim yeni hedefe kilitlendim. Fıstığım esmer, orta boylu, balık eti hoş bir kadındı. Kısa kesilmiş saçları boynuna kadar uzamış, erkeklerin yaptığı gibi ön tarafı yana taranmıştı. Yuvarlak yüzü, simsiyah gözleri, kalemle çizilmiş kadar biçimli kaşları ve çok güzel dudakları vardı. Bir afet sayılmasa da çekici ve güzel biriydi. Bir süre bekledikten sonra artık onunla tanışmak için harekete geçmem gerektiğini düşündüm. Fazla gecikirsem bir başkası elini çabuk tutabilir, bana da sadece arkasından bakmak kalabilirdi. Kendi eserim olanı On Derste Manita Araklama Stratejileri kitabımın ilk dersini uygulamaya başladım. Ders 1: Gözünüze önceden kestirdiğiniz bayanla tanışmak için çok aceleci davranmayın. Yerden biter gibi karşısına çıkmak bayanlar tarafından itici bulunmaktadır. Bir süre göz hapsine alıp davranışlarını gözleyin. Yanına gitmek için uygun zamanı seçin. Örneğin tuvalete giden bir bayanın önünü keserek onunla tanışamazsınız. Çünkü acil durum gereği size ayıracak zamanı olmayabilir. Tanışmak için bayanın yanına gittiğinizde sakın heyecanlanmayın. Heyecanlansanız bile belli etmeyin. Yapılan bilimsel araştırmalar, tanışma aşamasında yapılan girişimlerin yüzde doksan oranında başarısızlıkla sonuçlandığını gösteriyor. Ölmüş eşek kurttan korkmaz. Eğer yüzde onluk dilimdeki şanslı erkeklerden biri olmak istiyorsanız kendinize güvenin. Uzun ve anlaşılması zor cümleler seçmeyin. Esperili ve doğal olun. Tanışmaya çok hevesli gibi davranmayın. Çünkü kadınlar çok hevesli olduğunu hissettiren erkeklerin işini özellikle zorlaştırırlar. “Nasılsa bu kolay vazgeçmez; biraz eğleneyim, tadını çıkarayım” diye düşünürler. Özellikle içten ve açık sözlü olun. Herkes açık sözlü insanlara karşı hoşgörülüdür. Ucuz esprilere gülün. Küçük aksiliklerin keyfinizi kaçırmasına izin vermeyin. Yanına gidip elimi uzattım. - İyi akşamlar, benim adım Erkan. - Memnun oldum. Benimki de Songül… - Bana yazık ama, bir saattir sizi kesiyordum. - Zamanınızı boşa harcamışsınız. - Ne yani, benimle sohbet etmek istemiyor muzunuz? - Buna mecbur muyum? - Evet, çünkü benim işim bu. - Nasıl yani? - Davetteki yalnız kadınlarla ilgilenmek için ücret alıyorum. Güldü, gülerken elindeki kadehten yere biraz şarap döküldü. Kitabın birinci dersini geçmiştim. Gülmesi bu işini gizli şifresinin çözmek gibi kabul ediliyordu. - Birazdan arkadaşım gelecek. Benimle fazla ilgilenmeniz gerekmiyor. - Olsun, gelinceye kadar ben size arkadaşlık ederim. - Dudağınızın kıyısında bir şey mi var? - Vardır. Biraz evvel masalarda ne var, ne yoksa hepsini silip süpürdüm. - Çok mu açtınız. - Hayır, bedava diye yedim. - İsterseniz sizin için de bir şeyler getirebilirim. - Hayır, rejimdeyim. - Hadi canım, ne rejimi? Bence hiç ihtiyacınız yok. Yalan söyledim. İnsanların çoğu güzel yalanlara hemen hemen hiç itiraz etmezler.. Ders 2: Tanışma eylemi gerçeklenmişse başarınızı ödüllendirin. Bayan için de mutlaka bir şeyler yapın. Örneğin bir partide tanışmışsanız içki, yiyecek falan alın. Orkestraya bahşiş verip onun için bir şarkı çalmalarını sağlayın. Hava serinse omuzlarına atılacak bir şal bulun. Yağmurluysa şemsiyenizi onun üzerine tutun. Her zaman yapılacak bir şey vardır. Yaratıcılığınızı kullanıp bir çözüm yolu bulun. Cömert ve özverili biri olduğunuzu gösterin. Onun için bir şey yaparsanız kendini size borçlu hissedecektir. En azından kolayca çekip gitmesini önlemiş olursunuz. Hiçbir iyilik karşılıksız bırakılamaz. Ona karşı ilginizi davranışlarınıza yansıtın. Onun her davranışında kendisine ilişkin ip uçları verdiğini unutmayın. Onunla samimiyetinizi arttırmak için muhabbeti iyi bağlamalısınız. Konuşmanızı karşınızdakinin ilgileri doğrultusunda sürdürün. - Kendime bir içki alacağım. Siz de ister misiniz? - Bana da beyaz şarap alın. Lütfen. - Sevdiğiniz bir marka var mı? - Yok, ne olursa olsun. Gidip bardan iki kadeh beyaz şarap aldım. Büfeden büyükçe bir tabağa önüme gelen her şeyden doldurdum. Çerez tabağı ve şarap kadehlerini taşırken çok salak göründüğümü biliyordum. Ona ilerideki boş masaya doğru gelmesini başımla işaret ettim. Hiç itiraz etmedi. Artık yelkenler yavaş yavaş suya inmeye başlamıştı. Beklediğini söylediği o arkadaş her kimse artık geleceği yoktu. Hatta ben onun hiç gerçek olmadığını düşünüyordum. Bir yandan çerezlerden atıştırıp, bir yandan laflayarak şaraplarımızın keyfini çıkarmaya başladık. İlgisiz tavrına rağmen beni ona çeken tanımlanamaz bir sıcaklık vardı. Ayrıca bu kendinden emin hali, burnu havada tavrı da hoşuma gitmeye başlamıştı. Onunla burçlarımızdan başlayarak daldan dala atlayıp onlarca konudan konuştuk. Ders: 3 İlişkilerin çoğu ilk başladığı yerde ve kısa bir zaman sonra bitmektedir. İyi bir sohbetin tadıyla mayışıp kalmayın. Ona ilerki zamanlar için güzel, hatta eğlenceli tekliflerde bulunun. Tekliflerinizi bir çiçek buketi gibi süslemeyi sakın unutmayın. “Yarın Büyük Ada’ya gidelim mi?” gibi bir cümlelerden çok “ Büyük adayı hiç görmüş müydünüz? Faytonlar insanı resmen ortaçağ Avrupa’sına, hoş bir nostaljiye götürüyor. Bunu mutlaka denemelisiniz? Eğer düşünürseniz size eşlik etmekten mutluluk duyarım.”gibi bir tarz daha iyi sonuç verecektir. Bütün girişimlerinize olumsuz yanıt veriyorsa işiniz çok zor. Sakın çok fazla ısrarcı davranmayın. Zor kızlar evlenmek içindir. Amacınız sadece eğlenmekse zaten aradığınız kız tipi bu değildir. Yenilgiyi kabul edip yarın başka biriyle yeniden deneyin. Tanıştığım esmer bombanın bir tek kusuru vardı. Çünkü o fazlaca uyanık, her türden insanla karşılaşmış, cin olup adam çarpacak türden biriydi. Kendi tanımıyla o işinin ehli bir güzellik uzmanıydı. Oysa benim cilt ve saç bakımı, epilasyon veya maskeler, nemlendiriciler hakkında bütün bildiğim sadece televizyon reklamlarımdan aklımda kalanlardı. Ortak bir sohbet, yani paylaşım alanı yaratmak adına ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmıştım. Ona “Yarın görüşecek miyiz? Ortaköy’de buluşalım mı?” gibisinden kitapta önerilmeyen bir teklifte bulunmak yerine “ Uygun olduğunuz bir gün mekanınıza uğramayı, bir çayınızı içmeyi isterim.” dedim. “Kesinlikle olmaz,” diye yanıtladı. Çünkü onun çalıştığı güzellik ve sağlık merkezine sadece kadınlar gelirmiş. Başka bir yere gitmeyi, geceyi Ukala Bar’da bitirmeyi önerdim ama kabul etmedi. Lafı dönüp dolaştırıp telefonun günlük yaşamımızdaki yeri ve önemi konusuna getirdim. Telefon numarasını da vermek istemiyordu. Bütün gece ona fındık fıstık, kadeh kadeh şarap hatta şampanya taşıdım. Benim kıramadığım inadı belki alkol yıkar diye çabaladım. İçkiye sandığımdan daha dayanıklı çıkmıştı. Gece sona ererken insafa geldi. “Telefonun numarasını söyle.” dedi. Numaramı kendi telefonunda tuşlayıp benimkini çaldırdı. Arkasında güzel bir parfüm rüzgarı bırakıp gitti. Gitmeden önce son kez gözlerine baktım. Yıldızlar gibi karalığın içinden ışıl ışıl bakıyorlardı. İçimden “Bunlar göz değil. Kısrakdere Linyiti anasını satayım.”diye söylendim. “Yalbır yalbır yanıyor.” Sohbetimiz sırasında davranışlarında afacan, söz dinlemez bir yan iyice belirginleşmeye, hissedilmeye başlamıştı. Böyleleri aslında çok tatlı ama çok da yorucudur. Peşinden koşamazsınız, koşsanız bile yetişemezsiniz. Jöleli ıslak görünümlü saçlarına mor bir aydınlık düşüyordu. Keşke Güzellik Uzmanı değil, ev hanımı, memur falan olsaydı. Çünkü onları etkilemek, mutlu etmek böyle havalı biriyle baş etmekten daha kolay olurdu. Gece bittiğinde artık sarhoştum. Yıldızlar, havuzun dibinden lacivert suyu aydınlatan lambalar, arada bir çınlayan kahkahalar da sarhoştu. Veli gelip koluma girdi. Gitmeden önce büfeden yanımıza biraz yiyecek alsak diye düşündüm. Veli’ye “Bir şişe şarap istesek verirler mi?”diye sordum. Biz o kadar görmedik değiliz oğlum” dedi. Artık kapıdaki meşaleler yanmıyordu. Koruma kılıklı herifler de iyice azalmıştı. “Eve gitmeyelim. Sabaha kadar gidip bir yerde içelim. Canım içmek istiyor.”dedim. Veli ağzında bahaneler geveledi. Dükkan, iş, geç oldu, devenin nalı falan gibi şeyler söyledi. Beni kapının önünde arabadan indirip motor gürültüsü ile birlikte gecede kayboldu. Ders: 4 Önceki aşamaları büyük bir başarı ile aşmış çapkın ikinci buluşma için fazla aceleci davranmamalıdır. İkinci karşılaşma için en ideal şey doğal bir karşılaşma yani tesadüfen yeniden karşılaşmaktır. Her gün karşımıza hoş tesadüfler çıkmayacağı için en iyisi ikinci buluşmayı planlamaktır. Bir çok uzman ikinci görüşme ile ilki arasında iki günlük bir sürenin geçmesini önermektedir. Zaten fıstığınız sizin birinci gün arayacağınızdan çok emin olarak beklemektedir. En azından onun tahminleri boşa çıkarmak gereklidir. Aranacağından çok emin bir kadın razı olmak için gönüllü bile olsa “ Bu gün görüşmeye uygun değilim. Çok işim var. Geç saate kadar çalışmam gerek.”gibisinden yalanlar söyleyecektir. Ev hanımı ve çalışan kadınlar üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar her iki grubun da yüzde doksan iki ( %92) oranında böyle tepki verdiğini kanıtlamaktadır. İkinci gün aranmak kadının beklemediği, yani hazırlıksız ve biraz da savunmasız yakalanmasını sağlayacaktır. Çünkü kadınlar hemen ertesi gün aramadığınız için artık sizin bir daha aramayacağınızı düşünürler. Ani ve hazırlıksız yakalanan kadın yalanlar kurgulamakta, sizi başından savmakta beceriksizce davranacaktır. Böylece gelebilecek itirazları en aza indirmek mümkündür. İtiraz ederlerse bir daha aramayacağınızı düşünürler. Çünkü, siz zaten tahminlerin adamı değilsiniz. Ya oyuna katılmak yada tamamen reddetmek zorunda kalırlar. Hiç kimse eğlenceli bir oyuna kolay kolay sırt çeviremez. Ertesi gün öğleye doğru uyandım. Midem cayır cayır kavruluyor, en ufak kıpırtıda başıma balyozlar iniyordu. Duşa girmeden soda dolu bardağın içine kaynayarak eriyen o iri aspirinlerden bir tane attım. Kanepenin üzerine uzanıp aspirinli sodayı usul usul yudumladım. Bardağımı bitirdiğimde baş ağrım da azalmıştı. İlaç gerçekten bu kadar etkilimiydi, yoksa ben mi iyi olmaya şartlanmıştım bilmiyorum. Duş alıp iş yerime vardığımda gün öğleni çoktan devirmişti. Yardımcı kızın söylediğine göre Veli büroya erken gelip bir müşteri ile dışarı çıkmış. Mekan boş kalmasın diye akşama kadar büroda kaldım. Gelen müşterilere çay, kahve ısmarlayıp iş görüşmeleri yaptım. Telefonla evini kiraya vermek ve satmak isteyen müşterilerle görüştüm. Dün gecenin etkisi tam anlamıyla hiç silinmedi. Geceden kalma sarhoşluğumun artçı baş dönmeleri günümü zehir etmeyi başardı. Sarhoşluk kalıntıları bir yana asıl sorun gün boyu Songül’ün zihnime yapışmış görüntüleriydi. Bir çift iri siyah göz, gülümsemek için yanaklara doğru çekilmiş iki dudak, hiç beklenmedik zamanlarda çatılıveren iki kalem kaş, belirgin ve yuvarlak yanaklar aklımdan hiç çıkmadı. O gün akşama kadar onun yüzü her köşeden, bürodaki bütün eşyalardan, bilgisayar ekranından bana bakıp durdu. Caddelere karanlık çökünce iş yerimden ayrıldım. Songül’ün aklımı bu kadar meşgul etmesi yarın için beni kaygılandırıyordu. İlgisiz hatta telefonda soğuk davranması ihtimali beni korkutuyordu. Sıcak davranması, akşam yemeğe çıkma teklifimi kabul etmesi ihtimali de benim için sıkıntılıydı. Her şeyden önce onu nasıl bir lokantaya götürmeliydim? Salaş bir balıkçı lokantasına mı yoksa bir Fransız lokantasına mı götürsem daha hoşnut kalırdı? Benim kendi tarzım balık, roka ve rakıydı. Aslında her iki seçeneği birden düşünüp ikisi için de hazırlıklı olmak gerekiyordu. Ayrıca bir de şu çiçek konusunda kararsızdım. Bazı kadınların ne kadar çiçek sevdiğini hepimiz biliriz. Böyle tipler Pırlantalar hediye etsen, altınlara boğsan yine bir demet çiçeğin romantizmini seçerler. Aslında sorun çiçek almak falan değil. Elimde çiçeklerle bir kadının beklemek görüntüsünden nefret ediyorum. Ders: 5 “Aşk ve savaşta her şey mübahtır diyen sözlere hiç kulak asmayın. Çapkınlar hiçbir zaman gönül işlerine girmemelidir. Romantik telefon mesajları, çiçek buketi arasına sıkıştırılmış şiirsel kartları yazmazlar. Çapkın sadece bedensel hazların kurbanı bir fanidir. Erkeklerin en sık yaptıkları hataların başında romantik yaklaşımlar gelmektedir. Bir kadına övgü dolu sözler söylemek işinizi kolaylaştıracaktır. “Sizi görünce ayaklarım yerden kesildi. Aklım başımdan aldınız. Daha ilk görüşte size aşık oldum. Yıldırım aşkı diye anlatılan şey bu olmalı.” gibi saçmalıklardan uzak durunuz. Romantik edebiyat az zamanda uzun yol almanızı sağlar. Ama bağlılık gibi, bağımlılık yaratmak gibi bir sonucu da beraberinde getirir. Bir çapkının başına gelebilecek en kötü şey bu aşk meşk saçmalıklarının içine düşmektir. Bu yolu izleyen sersem çapkınlar daha ne olup bittiğini bile anlamadan kendilerini nikah masasında bulurlar. Romantizm, şiirler ve duygusallık ileri yaştaki hastalara önerilen diyet listelerindeki üç beyaz kadar tehlikeli ve çapkınlara yasaktır. O akşam her gece arkadaşlarla tıkıldığım kahveye gitmedim. Her akşam yaptığımız gibi bir, iki el hoşkin oynayıp ardından sahildeki birahaneye gitmeyi, hafif tütsülü kafayla laf salatası yapmayı da istemedim. Saatlerce sokaklarda yürüdüm. Sahildeki bar, kafe, lokanta türü mekanları dolaştım. İyi de bu kızı kafaya almak için lokanta, bar ve kafe tarzı mekanlardan daha fazlası gerekiyordu. Ne konuşacaktım? Eğlenceli, ilginç bir sohbet ortamı oluşmazsa her şey boşa gidecekti. Ben de kendi yazdığım çapkınlık kitabının daha dördüncü dersinde sınıfta kalacaktım. Keşke onun işi hakkında metroseksüel geyiğinden daha fazla bir şeyler biliyor olsaydım. Çünkü bütün insanlar işinden ve mesleğinde ne kadar başarılı olduğunu, mucizeler yaratıyormuş gibi heyecanla anlatmaktan hoşlanır. Onun işinin cilt terapistliği yanında makyaj, moda, kozmetik hatta belki bir tarihi süreci bile vardı. O gece aklımdan gecen, beynimi meşgul eden her şey Songül ve yarın içindi. Eve geldiğimde saat gece yarısına yaklaşmıştı. Kendimi “ Hele bir yarın olsun, gün doğmadan neler doğar. Su akacağı yeri bulur.”gibisinden cümlelerle teselli edip, yattım. Yatağımdan kalktığımdan beri bana eziyet eden baş ağrısı ve mide yanması zaten bütün gün canıma okumuştu. Songül üzerine yaptığım hesapları, aklımdaki belirsizliği, mide bulantısı ve baş ağrısını geçmişte bırakmak, kurtulmak için kendimi uykunun kollarına attım. Rüyalarla dolu bir uykunun gecesinden geçerek sabaha ulaştım. Rüyamda Songül’e telefon ediyordum ama o benimle görüşmek istemiyordu. Hatta birkaç kere telefonu hiç cevap vermeden Rüyamda onun çalıştığı yere bile gittim. Kapıdan gidince doktor muayenehanelerinin çoğunda olduğu gibi önce bir bekleme salonu vardı. Salon bir çok kapıyla başka bölümlere açılıyordu. Songül’ü görmek için kapılardan birini rast gele açtım Yaşları hayli geçkince onlarca kadın dişçi koltuğu benzeri bir şeyin üzerine yatmış güzelleşmeyi bekliyordu. Kimisinin başında saç ısıtıcıları vardı. Birkaç tanesinin yüzüne uçuk mavi ve pembe maskeler sürülmüştü. Kimisinin de manikür pedikürü yapılıyordu. Yaşı hayli geçkince bir kadın koltuğun üzerinde beklemekten erimiş gibi yatıyordu. Güçlü kuvvetli, gürbüz bir kaç bayan çalışan gelip beni yaka paça dışarı attılar. Rüyamda çeşit çeşit spreyler, tonikler, yağlar, jöleler, tüy dökücüler, pudralar, fondötenler, göz kalemleri, rujlar, ojeler, saç boyaları ve kremler bile gördüm. Bütün vücutlarına Çamur, yosun, ve çikolata maskesi uygulanan kadınların duvarlara asılmış kocaman resimleri bile vardı. Sabah rüyalarımın hepsini yorganımın kıvrımları arasında bırakıp yatağımdan kalktım. Sinek kaydı bir tıraşın ardından burun kıllarımı kontrol ettim. Makasla uzayanları kestim ve duş aldım. Kendime gösterdiğim bu özen ve titizlik beni güldürdü. Bunu her zaman değil kendimi birine beğendirmek için yapıyor olmak resmen ucuzluktu. Dolaptan en sevdiğim takım elbisemi seçip giydim. Kahvaltı hazırlamaya üşendiğim için bir çorbacıya gitmeye karar verdim. Tıraş kolonyamı sürdüm. Cüzdanımı ve anahtarlarımı alıp ayakkabılarımı silip çıktım. Saat on bir gibi Songül’ü telefonla aramayı düşünüyordum. O zamana kadar büroda oyalanacaktım. Oylanmak bir yana bir sürü işle ilgilenmek zorunda kaldım. Son günlerde meğer işlerimiz iyice artmış da ben farkında değilmişim. Ateş gibi genç bir eleman aramaya başlamanın zamanı çoktan gelmişti. Songül’ü bürodan aramak istemedim. Yanımızda çalışan elemanın ve Veli’nin kulağına giderse Songül konusu sürekli ucuz esprilere malzeme olacaktı. “Bu sabah kahvaltı etmedim. Çay, ,kahve midem alt üst oldu. Ben yemeğe çıkıyorum.”dedim. Bürodan çıkıp sokağın başındaki alış-veriş merkezine kadar yürüdüm. İçimden ona kadar sayıp numarayı aradım. - Alo ben Erkan. Kiminle görüşüyorum? - Ben Songül. Kimi aramıştınız.? - Sizi aramıştım, cumartesi gecesi birlikte şarap içtiğim güzel kadını… - Öyleyse yanlış numara. Ben öyle övgüler düzülecek kadar güzel birini tanımıyorum. - Eğer bana biraz zaman ayırabilirseniz sizi tanıştırırım. - Bilmem, bu gün fazla yoğunuz. - Lütfen… Beni hemen başından savma. - Seni başımdan savmak gibi bir derdim yok. - Lütfen, kırmayın beni… - İnanın hiç zamanım yok. - İlla bu gün olsun demiyorum. Başka bir gün de olur. - Çok mu önemli? Benimle niçin görüşmek istiyorsun? - Ne bileyim iki laf ederiz. Çay, kahve, kola falan içeriz - Bilmem ki?....... - Söz veriyorum. Kolana ilaç falan koymayacağım. - Haaa ha ha haaaaa. - Yeter ama. Hadi evet de. Daha fazla yalvartma beni. - Tamam görüşelim. Akşama doğru bir saat kadar vaktim var. - Saat kaç gibi örneğin? - Beş ile altı arası. - Bana uyar. İş yerinin adresini verir misin? Gelip seni oradan alayım. - Adresi boş ver. Sen beni Kadıköy kavşağından önceki minibüs durağında bekle. - Olur beklerim. Çıkarken beni telefonla arar mısın? - Saat beşe gelirken ararım. Seni göremezsen çeker giderim. Darılmaca yok. - Tamam mutlaka seni orada bekleyeceğim. Ders: 6 “ Kızlarla buluştuğunuzda kendinizi kasmayın. Büyük adam havalarına girmeyin. Kazancınızdan veya servetinizden söz etmeyin. Bayanların bir çoğu bu tür görgüsüzlüklerden hoşlanmaz. Kadınların çok azı paralı erkekler ararlar. Eğer sorulmuşsa abartmadan ve havlara girmeden anlatabilirsiniz. Bütün kadınlar ve erkekler aslında karşısındakinin en doğal ve yalın halini merak eder. Her insan zaten tercihleri, davranışları, beğenileri, düşünceleri yani kişiliği ile ilginçtir. Bütün davranışlarınız yavaş, kararlı ve kesintisiz olmalı. İkircikli ve kararsız, tedirgin görüntüsü vermekten özellikle uzak durun. Heyecanınız sizi bir beceriksize dönüştürmesin. Yine de ruhsuz gibi, odun gibi bir görüntü vermemek için heyecanınızın karşınızdaki insan için algılanmasını sağlayın. Ruh gibi, makine gibi davranan insanlar karşısındakinde buz gibi bir etki yaratır. Özellikle iyi bir dinleyici olun. Hiç kimse iyi bir dinleyicinin salak olduğunu düşünmez. Ama gereksiz yere dur durak bilmeden bir şeyler anlatan, konudan konuya geçen insanların salak olduğu düşünülür. Yada en azından sıkıcı bulunurlar. Karşınızdakine kendini anlatması için fırsat verin. Meraklı olmanın dozunu iyi ayarlayıp ona ölçülü sorular yöneltin. Sonuçta sizin onu, onun sizi merak etmesi son derece doğaldır. Ona karşı ince, saygılı ve düşünceli olun. Otururken sandalyesini çekerek yardım edin. Sigarasını mutlaka yakın. Masadan kalktığında siz de ayağa kalkın. Geri döndüğünde ayağa kalkarak oturmasına yardım etmek için hazır bekleyin. Özellikle birlikte bir şeyler yenilecekse görgü kurallarına titizlikle uyun. Onun yanında garsonlara veya başkalarına kaba davranmak bir yana hatta telefonda konuştuğunuz kişilere bile sesinizi yükseltmeyin. Saat beşe çeyrek kala minibüs durağına gidip onu beklemeye başladım. Onun saati ile benimki arasındaki olabilecek birkaç dakikalık fark için buluşmayı riske atmak istemiyordum. Kadınların bir yerlere geç kalmak gibi yaygın bir eğilimleri olduğunu bilmeme rağmen ben yine de erken gittim. Telefonumu aradıktan üç dört dakika sonra saat tam beşte lacivert bir arabayla çıkıp geldi. Korna çalmasa geldiğini fark etmeyecektim. Minibüs durağı falan dediği için onun yürüyerek geleceğini umuyordum. Bu nedenle gelip geçen taşıtlara fazla dikkatli bakmıyordum. Çok yoğun bir akşam trafiği vardı. Ona arabadan inmemesini, beni takip etmesini söyledim. Ben önde o arkada birkaç sokak ileride arabalarımızı bırakacak kadar sakin bir yer buluncaya kadar gittik. Arabadan indikten sonra hoş geldin, beş gittin, nasılsın, geldiğin için teşekkür ederim seremonisini gerçekleştirdim. Biraz ileride Cervantes Cafe diye daha çok gençlerin takıldığı bir mekan vardı. Bir saat vaktim var dediği için onu yemeğe götürmeyi düşünmedim. Yine de aç olup olmadığını, eğer açsa yemek için başka bir yere gidebileceğimizi söyledim. Zamanı olmadığını yineleyip teklifimi kibarca reddetti. Her şeyiyle güzel bir akşamdı. Bana neden görüşmek konusunda bu kadar ısrarcı olduğumu sordu. O gece kendisinden etkilendiğimi, bende çok sıcak ve hoş bir etki yarattığını dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Yaşamını fazlaca zorlaştırmadan, sorun çıkarmadan, zaman bulabildiğince görüşmeyi sürdürmek istediği söyledim. Haklı olarak bu görüşmeler sonunda ne olmasını beklediğimi, ne umduğumu sordu. Geleceğe ilişkin bir planım olmadığını, her şeyi arkadaşlığımızın doğal akışı içinde yaşamak istediğimi anlattım. Söylediklerim ona çok yanlış yada anlaşılmaz gelmedi ama yine de evet diyemedi. Elbette ona “Sen hoşuma gidiyorsun. Seninle sevişmek istiyorum.” diyemezdim. İleride görüşüp görüşmemek konusunu fazlaca irdelemeden dereden tepeden konuştuk. Bana işinden, iş yerindeki ufak tefek sorunlardan, müşterilerin bitmek bilmeyen isteklerinden, arabasının sık sık sorun çıkarmasından falan söz etti. Bir saatten biraz fazla oturduk. O bir meyve suyu, ben iki kahve içtim. “Başka bir zaman, birlikte güzel yemek yiyelim.”dedim. Teklifimi geri çevirmedi ama bu günlerde buna zamanı olmadığını söyledi. “Ben sana telefon ederim. Bunu o zaman kararlaştırırız.”dedi. Onu arabasına kadar götürdüm. Arabasına binmeden önce elimi sıktı ve yanaklarımızı birbirine değdirerek öpüşmüş gibi yaptık. Parfümünün güzel kokusu sıcacık boynundan burnuma kadar ulaştı. Çekip gittiğinde sokak lambaları soluk ışıklarıyla yanmaya başlamıştı. Kente yavaş yavaş akşam iniyordu. Songül benimle ilgili her konuda son sözü söylemeyi, ipleri elinde tutmayı istiyordu. Bunu her hareketinde hissettiriyor ve benim beklediğim yanıtları hep en son saniyede veriyordu. “Yine görüşeceğiz.”demeyi bile arabasına bininceye kadar söylememişti. Olan biteni çapkınlık açısından değerlendirecek olursam sınıfta kalacak gibi görünüyordum Ders : 7 Çoğu kez ikinci buluşmanın sonunda çapkının amacına ulaşması, buluşmanın yatakta sonlanması gerçekleşebilmektedir. Üçüncü dersten de anımsayacağınız gibi ikinci buluşma sonunda bir adım bile yaklaşamamışsanız çetin cevize çattığınız net olarak ortaya çıkmıştır. Son bir hamle daha yapmaya hakkınız vardır. Şu anda zaten çapkınlıktan bütünlemeye kalmış durumdasınız. Dersinizi iyi çalışıp üçüncü bir buluşma ayarlayabilirsiniz. Başarılı olma şansınızın iyice azaldığını sakın aklınızdan çıkarmayın. Ne kadar güzel ve çekici olursa olsun çetin cevizlerle uğraşmayın. Çapkın adam evlenmek için eş arayan erkeğe benzemez. En kısa yoldan, çok az para, zaman ve emekle sonuca ulaşmalıdır. Atalarımızın da söylediği gibi her kuşun eti yenmez. Çapkın Nirvana’ya ulaşmaya, ruhunu temizlemeye ve hayatın anlamını çözmeye çalışan erkek değildir. Her kadınla biraz tazelenen, başarı duygusunu yatakta ve yattığı kadın sayısı ile pekiştiren, aşık olunan ama kendisi aşık olmayan erkektir. Bağlı ve bağımlı olmayan, ye, iç, sıç,yat felsefesi ile kaygısızca yaşayan erkektir. O zevklerin adamıdır. Dünya ve yaşam tadına varılması gereken zevkler toplamıdır. Çapkın, boş adam değildir. İnsanlarla rahat iletişim kurabilmesi için kitaplardan, gazete ve tv gündemlerinden, tiyatro ve sinemadan, müzikten ve diğer sanat dallarından haberden olmalıdır. Moda gündemleri ve halkın ağzına sakız olmuş konuları bilmelidir. Songül beni fazla bekletmeden arasın diye bekledim. Hatta arabasına binip gözden kaybolduğu akşam arasın istedim. Fazla mı kaptırdım kendimi? Öyle göreni olduğu yere mıhlayacak kadar güzel değil ama hoş kız. Çok tatlı, tombalacık, sımsıcak bir şey işte. Çok güzellere takılmak zaten pek benim tarzım değildir. Binlerce kez ne kadar güzel olduğu övgülerle kendilerine anlatılmış kızlar zamanla zaten tayyare olurlar. Onların ayakları kolay kolay yere basmaz. Evrenin merkezine sürekli kendilerin koymak gibi bir eğilim geliştirirler. Yüksek dozlu megolamanlık gibi bir hastalığa yakalanırlar. Sürekli ilgi, sürekli iltifat, sürekli abartılı bir beğenilme beklentisi içine düşürler. Sarılsanız kırılacak, koklasanız sanki solacakmış gibi bir narinlik hissi duyarsınız.. Songül her mevsime ve her iklime, her koşula ayak uydurabilecek güçlü tipte bir kız Her türlü zorluğu göğüsleyebilecek , sıkıntılara katlanacak, anne olacak tiplerden işte. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama bunu hissediyorsunuz. O bir kır çiçeği. Kırağıya bile eyvallah etmeyecek papatya, menekşe türünden bir şey. Serada yetiştirilen göz alıcı ama kokusuz, dayanıksız çiçeklerinden değil. Bu kızda beni etkileyen bir şey var. Ne olduğunu bilmediğim, anlayamadığım, beni kendine çeken, bedenimi sarıveren, tarifi imkansız bir sıcaklık işte. Her gün umutlandım. “Bu gün belki arar.” diye bekledim. Ona mesaj yazıp “Benimle bir daha hiç görüşmeyecek misin?” diye sormak istedim. Telefonu elime alıp onlarca kez onu aramaya niyetlendim. “O aramıyorsa ben ararım.” Dedikten sonra hep son anda vazgeçtim. Ben üzerine düştükçe naza çekmesinden, kendince bir anlam çıkarmasından, ürkmesinden çekindim. İnatla ve sabırla bekledim. Bu güne kadar kitaptaki bütün basamakları eksiksiz uygulamıştım. Şimdi sabırsızlık gösterip kaş yapayım derken göz çıkarmanın anlamı da yoktu. Songül beni son buluşmamızdan altı gün sonra aradı. Telefonda numarasını görünce heyecandan az kalsın telefon elimden düşecekti. Çapkınlığın önemli bir kuralını uygulayamadım. Heyecanım sesimden açık açık okunuyordu. - Alo, ben Songül. - Merhaba Songül. Nasılsın? - İyiyim, kusura bakma. Seni aramaya zaman bulamadım. - Önemli değil. Sonuçta aradın ya işte. Bu yeter. Ama bir ara verdiğin sözü unuttuğunu sandım. - Verdiğim sözü unutmuş olsam arar mıydım? - Unuttun demedim, unuttuğunu düşündüm dedim. - Neyse bunu tartışmanın sırası değil. Yarın yemeğe çıkabiliriz. Tabii sen de uygunsan? - Hiç söylemeyeceksin diye korkuyordum. Elbette uygunum. - Akşam üzeri beni daha önce buluştuğumuz yerden alabilirsin. - Olur saat kaç gibi geleyim? - Aynı saatte olabilir. - Aynı saatte aynı yerde olacağım. Aradığın için teşekkür ederim. - İyi günler. Yarın akşam görüşürüz.. - İyi günler, görüşürüz... Bu kızın sesinde bile bir başkalık vardı. Telefon konuşması bittiği halde hala yüreğim küt küt atıyordu. “Oğlum Erkan, ben senin sonunu hiç iyi görmüyorum. Bu kız senin burnumu yerlere sürtecek .” dedim. Bu kızla tanışmak için yanına gittiğimde her şey son derece basit ve anlaşılırdı. Artık sapla saman, taneyle tınaz birbirine karışmaya başladı. İlk kez bir kıza çiçek almam gerektiğini düşünmeye başladım. Çarşıya çıkıp kendime yeni bir takım elbise almalıyım diye düşündüm. Gömlek, kravat hatta yeni ayakkabılar almalıyım. Ders : 8 Çapkın karşısındakini etkilemek için hiçbir fırsatı kaçırmamalıdır. Tıraşı her zaman kaymak gibi, giysileri temiz ve ütülü olmalıdır. Üniversiteli geçlerinki gibi dağınık, sanki on yıldır su ve sabunla yolunuz hiç kesişmemiş gibi bir görüntü kesinlikle işin özüne aykırıdır. Çünkü çapkının hedef kitlesi yeni yetme ergen kızlar değildir. Çapkın yaşamına yeni heyecanlar katmaya çalışan, değişiklik tatlar arayan, can sıkıntısından patlayan kadınlarla ilgilenir. Çapkın giyimi ile davranışlarıyla klas insan olmasını bilendir. Çok abartılı olmamakla birlikte göz doldurmalıdır. Giysilerinin pahalı ve iyi marka olması partneri üzerinde olumlu etki bırakacağı gibi, kendine güven duyması için de en ideal olandır. Ama tarzı mutlaka klasik olmalıdır. Çünkü onu var eden Casanova ruhu romantizmin büyüsünden beslenir. Çapkın kullanacağı mekanları çok iyi tanımalıdır. Siz hiç hesap ödemeye parası yetmemiş, mutfakta bulaşığa kalmış bir çapkın duydunuz mu? Hatta bayanla birlikte takılacağı mekandaki çalışanlarla tanış olması önemlidir. Yanınıza fıstığı alıp oraya gitmeden önce çalışanlar ziyaret etmesi, onlara sakal atarak hepsinin kafaya alması çapkına stratejik bakımdan üstünlük kazandırır. Yanınızda bayan varken size yapılacak küçük jestler bayanın gözünde size büyük puanlar kazandıracaktır. Örneğin ışıklı meyve göndermeleri, sizin için şampanya patlatmaları “şefimizin hediyesi efendim” diyerek kalkmadan önce nane likörü ile kahve ikram etmeleri hedef bayan üzerindeki başarınızı arttıracaktır. Kadınlar itibar gören, saygı duyulan güçlü erkeklerin koruyucu şemsiyesi altında kendilerini daha rahat hissedeler. O gün her şeyi Songül’e göre ayarladım. Önce berbere gittim. Saç sakal tıraşı oldum. Yanaklarımdaki, kulaklarımdaki, burnumdaki ve boynumdaki hoş görünmeyen kıllardan kurtuldum. Saçlarımı yıkattırıp hafif briyantinle tarattım. Eve gidip yeni giysilerimi giydim. On dakika kadar önceden onun geleceği minibüs durağına gittim. Songül bu kez buluşma yerimize arabasıyla gelmedi. Bu durum yemekten sonra onu evine benim bırakacağım anlamına geliyordu. Birlikte kahve içmek için beni evine davet edebilirdi. Kahve bir yana bu günlerdir aradığım fırsat olabilirdi. Onu arabadan inerek karşıladım. Arabaya bindikten sonra ona yemek için düşündüğüm seçenekleri saydım. Kebap, ızgara, ev yemekleri, Fransız Mutfağı seçenekleri içinde en sona sahildeki güzel bir balık lokantasını sakladım. Çünkü kararını “sen bilirsin” diyerek noktalamasını, balıktan ve deniz ürünlerinden yana kullanmasını istiyordum. Yanıtı beklediğim gibi“ Balık ve rakıya hayır diyemem.”oldu. Sevindim çünkü Songül’ü götürmeyi düşündüğüm balık lokantası iyi kötü benim mekanım sayılırdı. Lokantaya gitmeden önce trafiğin sakin aktığı sokaklarda biraz turlayarak akşamın tadını çıkardık. Kente yavaş yavaş karanlık çökerken lokantaya vardık. Onunla şehrin bütün ışıklarının deniz üzerinde oynaştığı, boğazı gören cam kenarında bir masaya oturduk. Burası hafta sonları dışında hep sakin olurdu. Cuma ve Cumartesi geceleri genellikle canlı çalınan Yunan ezgileri eşliğinde Sirtaki rüzgarı eser ve yer yerinden oynardı. Songül yakası kürklü montunu çıkardı. Garson montu alıp vestiyere götürürken ona baktım. Siyah sentetik kumaştan bedenini saran siyah bir pantolon ve yüksek topuklu sayılacak siyah çizmeler giymişti. Üzerinde ise buruşuk dokulu kumaştan cıvıl cıvıl, omuzlarının bir kısmını açıkta bırakan düğmesiz krinkıl bir bluz vardı. Görünüşünden makyajını iş yerinden çıkmadan az önce yaptığını ve bol bol parfüm sıktığını anlayabiliyordum. Kadınların çoğu gibi oda görüntüsüyle erkekleri etkilemek konusunda gerçekten bir uzmandı. Dudağındaki rujun oluşturduğu hafif parlaksı görünüm bende onu öpme isteği uyandırıyordu. Garson masamıza gelip menülerimizi kibarca önümüze bırakıp içki tercihlerimizi sordu. Canım rakı içmek istemiyordu. Songül için küçük rakı, kendim için beyaz şarap sipariş ettim. Garson daha masadan uzaklaşmadan o da şarap istediğini söyledi. Garson biraz sonra ağzı açılmış bir şişe beyaz şarapla masamıza gelip kadehimin dibine bir yudum kadar içki koydu. Şarabın tadına bakmam için önce kadehi bana uzattı. Kararımı söylemem için saygıya bekledi. Beğendiğimi başımla işaret ettikten sonra Songül’ün kadehine de bir yudum şarap doldurup ona uzattı. Şarabı beğendiğimiz kesinleşince cebinden kağıdını kalemini çıkarıp yemek siparişimizi sordu. Songül balık seçimini de bana bıraktı. Şefi ve lokantayı çok iyi tanıdığım için “ Bize iki kişilik karışık deniz mahsulleri tabağı hazırlamasını ve tercihimi onun seçimine bıraktığımı söyledim. Şef “Tamam efendim , hay hay.”gibisinden bir şeyler söyledi. Biz şaraplarımızı yudumlarken gece bütün kenti kapı kapı , sokak sokak karanlık kollarıyla sarmaya başlamıştı. Şef biraz sonra karidesten kalamara, midyeden balığa kadar bütün deniz ürünlerinden hazırlanmış iki tabağı getirip masaya bıraktı. Salatanın yanında iki dilim tuzlanmış palamut bile vardı. Yemeğimizi şarap yudumlarından küçük molalarla yerken bir taraftan da aramızda güzel bir sohbet başlamıştı. Şarap önce çekingenliğimizi elimizden aldı. Sonrasında zırhlarımız ve maskelerimiz de düştü. Her yeni kadehte, her yudumda daha çok kendimize dönüştük. Öykülerimiz tüm çıplaklığı ile saklandıkları yerden çıkıp geldiler. Songül evliydi ve bir çocuğu vardı. Eşi Haşmet Beyle boşanma aşamasına gelmiş, ittire kaktıra bile yürütemedikleri bir evlilikten söz etti. Haşmet Bey, ticari logosunu, adını en küçük kasabalarında bile görebileceğimiz türden eski ve herkesin bildiği bir şirketin pazarlama müdürü olarak çalışıyormuş. İşinde yükseldikçe, kazancı arttıkça daha çok seyahat etmeye başlamış. Zaten yeterince düzenli olmayan aile yaşantısı iyice bozulmuş. Bayi toplantıları, fuarlar derken işin içine bir de yurt dışı seyahatleri de karışınca eve neredeyse hiç gelmez olmuş. Songül bir ara “Açık deniz kaptanı olsa daha sık eve uğrardı.”gibi bir yorum yaptı. İlk baştan iş için çıkılan yolculuklar sonra ayarttığı kızlarla kaçamaklara dönüşmüş. Arada bir aklı eserse çıkıp gelir, kızını ziyaret edip gidermiş. İkisi de mahkeme kapılarına gidip dilekçelerle uğraşmaktansa kağıt üzerinde hala süren bu evliliği kendi haline bırakmayı seçmişler. Yemeğin ve sohbetin ardından Songül’ün küçük kızını düşünüp fazla geç olmadan eve bırakmayı teklif ettim. Fırsatçı gibi davranmayı, onun bu yaralı ve çaresiz halinden yararlanmayı istemedim. Kör kütük değilse bile bayağı sarhoştu. Lokantadan çıkarken elini belime sarmış, sımsıcak sokulmuştu. Çapkınlığın kitabı böyle bir yakınlık oluştuğunda kesinlikle fırsatın kaçırmaması gerektiğini öğütlüyordu. Çünkü yarın alkolün etkisi uçup gittiğinde herkes kendi kabuğunun içine dönecek ve bu yakınlığı yeniden yakalamak zaman alacaktı. Kapısını açıp onu arabaya bindirdiğimde zır desem ağlayacak kadar içlenmişti. Arabayı çalıştırıp geri geri park yerinden çıkarken “ Beni evime götürme. Bu gece duvarlarla konuşmak, yalnız kalmak istemiyorum.” dedi. Arabayla biraz turladıktan sonra sahilde uygun bir yerde durdum. Boğazın güzel manzarasına, sularda kelebekler gibi oynaşan, durgun kıyılarda iplik iplik uzayan renkli ışık çizgilerine dalıp birer sigara içtik. “Benim evimi görmek ister misin? Gel bize gidelim.”dedim. Elindeki izmariti yere atıp ayağının altında ezerken “olur” anlamında başını salladı. Kapıdan içeri girince ona terlik verip kombinin ateşleme düğmesine bastım. İstersen şimdilik montun üzerinde kalsın. İçerisi biraz soğuk.”dedim. Birlikte salona geçtik. Evde bira, çay, kahve ve meyve suyu vardı. O bira istedi. Ben kendim için kahve suyu koydum. “Evin bekar biri için epey derli toplu görünüyor. Temizliğe biri mi geliyor yoksa?” diye sordu. “ Evet, haftada bir gün ablam gelir. Derleyip, toparlayıp gider.”diye yanıt verdim. Songül birasını yudumlarken mutfağa gidip sıcak suya kahve, biraz süt tozu karıştırıp fincanımla geri döndüm. Onun oturduğu kanepeye oturup televizyonu açtım. “Bu kız şarapla birayı karıştırıp kötü olmasa “diye düşündüm. Ama sen bira içmesen iyi olur da diyemedim. Ne de olsa o benim misafirimdi. İçerisi biraz ısınınca montunu çıkarıp koltuğun üzerine bıraktı. Aklımda ne kahve ne televizyon ne başka bir şey vardı. Sadece onu öpmeyi düşünüyordum. Usulca sokulup öpmek ve nasıl tepki vereceğini görmek… Birasından bir yudum alıp bardağını sehpaya bırakınca ona doğru sokulup yanağından öptüm. “Kendimi tutamadım. Çok şekersin.”dedim. Yüzünü dönüp bunu bekliyordum der gibi bana baktı. Gözlerini kapatıp dudaklarını aralayıp bana doğru uzandı. Onu usul usul bir çiçeği koklar gibi öptüm. Parmaklarımın altında ürkek bir kuşun nabzı atıyordu. O canım kuşun tüylerini okşar gibi, incitmeden onu sevdim. Daha sonra o divan bize yetmez oldu. Köpük köpük olmuş denizler ulaşıp dalgalar arasında salınırken yerdeki halının üzerine savrulduk. Küçük bir çocuk sanki karanlıktan korkup kaçmış da bana sığınıyordu. Sımsıcak, sokulgan ve çaresizdi. Al bütün bedenim senin olsun, karanlıktan, ejderhalardan sakla beni der gibiydi. Songül hiç gitmediğim., görmediğim çok uzak bir ülkede dolaşır gibi benimle sevişti. Beni bütün yaşadıklarımdan, bütün bildik sevişmelerden, bu güne kadar yaşadığım her şeyin dışında bir yere götürdü. Ders: 9 Üçüncü buluşmanız da boşa gitmişse, sonuca ulaşmakta güçlük çekiyorsanız artık o kadının peşini bırakmanın zamanı gelmiştir. Başarısızlık bütün insanları hırslandırır. Hırsa ve inatla üzerine gideceğiz kadınla girişeceğiniz hiç bir mücadeleyi kazanamazsınız. Bazen yenilgiyi kabullenmek, savaş alanından zamanında çekilmek yerle bir edilmekten daha iyidir. Çapkın her ne pahasına olursa olsun başarılı olmaya kendini adamış biri değildir. Erkekliğin onda dokuzu kaçmak, biri de hiç ortalıkta görünmemektir. Eğer başarılı olduysanız karşınızdakine değer verin ve ona iyi davranın. Çapkın asla ruhsuz biri değildir. Bedeninin her zerresi ile ve karşısındakini hissederek sevişir. Makine gibi duygusuz ve ezbere sevişmeler çapkınlığını raconuna terstir. Çapkın yatakta usta bir aşık, karşısındakinin davranışlarını önceden okuyan kaliteli bir partnerdir. Asıl dikkat edilmesi gereken konu sevişmelerin ardından hissedilen o çok güçlü sahip olma ve sahip çıkma duygusunun oluşmasını engellemektir. Seviştiğimiz kadın bizim malımız olmamıştır. Onu sahiplenip bizim kalmasını, parmağımızı şaklattığımızda koşa koşa bize gelmesini beklemek yanlıştır. Özellikle böyle gecelerin sonunda kişiler duygusal yönden büyük bir zaaf içinde olabilmektedir. Değerli ve anlamlı hediyeler vermek, bağlılık çağrıştıran sözler söylemekten özellikle uzak durulmalıdır. Paylaşılanları geleceğe ilişkin sözler vermeden, işin içine duygularınızı katmadan belli aralıklarla tekrarlayabilirsiniz. Ne olursa olsun böyle gecelerin sonunda suçluk duygusu hissetmek gereksizdir. Bir erkek ve kadın arasında dünyanın en eski, en güzel, en vahşi, en heyecanlı ve en olağan paylaşımı yaşanmıştır. Güzel bir şarkıyı dinlemek, sulu bir meyveyi ağzınızda hissetmek gibi son derece sıradan bir sonuçtur. Bunu dallandırıp, budaklandırıp içinden çıkılmaz, karmaşık bir olaya dönüştürmeyin. Gecenin sabahında Songül’le birlikte güzel bir kahvaltı edip onu evine bıraktım. Beş gün veya bir hafta aralıklarla buluşup seviştik. Hatta bir hafta sonunu Şile’de birlikte geçirdik. Çoğunlukla benim evime, bazen de ona gidiyorduk. Yaşadıklarım kitabın söylediği kurallardan, anlattığı konulardan uzaklaşmaya başlamıştı. Songül sürekli ilişkimizi sorguluyordu. “İyi ama nereye kadar? Eninde sonunda nasılsa bitecek değil mi?” diyordu. Bir yandan da bana gömlek, kravat, saat ve anahtarlık gibi hediyeler alıyordu. “Bu gömleği geçerken vitrinde gördüm. Görünce tam senlik diye düşündüm. Sana mavi çok yakışıyor. Kendimi tutamadım, aldım.”şeklinde ince davranışlar sergiliyordu. Beni düşündüğünü hissettiriyordu. Beni kendince “Seni seviyorum” demeye, sözler vermeye zorluyordu. Bu konuda zaman zaman tartıştığımız bile oldu. “Sen kadınlara karşı çok güvensizsin. Bana bağlanmaktan korkuyor musun? Oysa ben seninle birlikteyken ne kadar mutluyum. Görmüyor musun? Bunu senden sürekli istemeye hakkım yok mu?”diyordu. Bunlar tartışmak mı, konuşmak mı bilmiyorum. Kırıldığını hissediyordum. Zaten uzunca bir süre aramadan, sormadan bekleyerek bunu hissettiriyordu. Bir keresinde böyle bir konuşmanın üzerinden beni on beş gün aramadı. Ben de aramayacağım diye kendime söz veremem rağmen dayanamayıp onu aradım. Gelmeye razı olduğunda da zaten sadece sinemaya gidebildik. Benimle birlikte olmayı istemedi. Sürekli yaşamındaki tek bir erkek olduğumu söylüyor ve bunu vurguluyordu. Ben niye ona uzak duruyormuşum? Ona hiç değer vermiyormuşum. O da buna çok bozuluyormuş. Oysa asıl zayıf olan bendim. Ben onun kadar sabırlı ve inatçı olamıyordum. Her geçen gün onu daha çok özlüyor ve istiyordum. Yaşamımda Songül’le birlikte başlayan değişiklikler, alışkanlıklar bile olmuştu. Örneğin o seviyor diye evimde hep çikolata, tuzlu fıstık bulunduruyordum. En son aldığım bütün kasetler ve CD’ler onun sevdiği şarkılardı. Cuma akşamları çıktığımız için, yemeğe gittiğimiz için o gece hiç kimseye söz vermiyordum. O olsa da olmasa da Cuma gecelerimi mutlaka boş tutuyordum. Ders : 10 Bağımlılık yapan, alışkanlık olan ilişkiler sevda illetinin ta kendisidir. Eğer birini düşünmeye, kıskanmaya, aramadığı sormadığı zaman uykularınız kaçacak denli kaygılanmaya başlamışsanız piliniz bitmiş demektir. Bunları hissettiğinizde iş işten geçmeden ilişkiyi kesip atmalısınız. Bir çapkının her zaman aynı anda birkaç ilişkisi birden olmalıdır. Böylece birine sırtınızı dönüp gitmeniz çok kolay olacaktır. Pavyonlardaki konsomatris kadınların sarhoş erkeklere anlattığı gibi her biri için de farklı öyküler yaratmalısınız. Örneğin çapkınların çoğu evli olduklarını söylerler. Evli bir erkeğin eşine dönmek gibi, eşiyle arasının düzelmesi gibi bir seçeneği olur. Kadınların çoğu bu dokunaklı hikayeye karşı ilgisiz kalmazlar. Kendileri de yuvası yıkılan kadın olmayı istemeyecekleri için başkasının yuvasını yıkmaya, karı koca arasına girmeye gönülleri razı olmaz. “ Seninle çok mutluyum ama evime ve çocuklarıma dönmeliyim.” dediğinizde size anlayışlı davranacaklardır. Sonrasında niye aramıyorsun, sormuyorsun gibi sitemleri de ortadan kalkacaktır. Bütün tavsiyelere rağmen “Bu kadın çok farklı. Şimdiye kadar tanıdığım kadınların hiç birine benzemiyor. Kimse beni onun kadar mutlu edemez.”diyorsanız sizin için yapılacak bir şey yoktur. Buna çapkınlık lügatinde “ çapkının kendini imhası ya da ötenazi hakkını kullanması” denir. Böyle bir çapkını ancak evlilik paklar. Ancak son olarak söylenmesi gereken bir söz daha vardır. Çapkınlardan iyi bir koca veya baba olabilir. Yine de her zaman gözü çöplükte bir horoz olarak yaşayacağını unutmamak gerek. Gördüğü her güzel kadın mutlaka aklının birazını çelecektir. Benim Songül dışında seçeneğim, sığınağım, kaçacak yerim yoktu. Sevmek için, aşık olmak için de eksik biriydi. Aradan aylar geçmesine rağmen onun hakkında çok az şey biliyordum. Bu kız bende sadece sevişmelerimiz, buluşmalarımız kadardı. Ona sevgilim, karım yada her şeyi paylaşacağım insan olarak bakmamıştım. Bu nedenle meraklı davranmayı, daha çok tanımayı da istememiştim. Tutkuyla seviştiğimiz bir gecenin sabahında yeniden tartıştık. “Benden bu kadar. Kendime daha akıllı bir yol çizmek istiyorum. Oradan oraya savrulmak istemiyorum. Beni hep sevecek, üzerime titreyecek, koruyacak hatta şımartacak birini istiyorum.”dedi. Öfkeme yenilip “Böyle birini bulursan bana da haber ver. Bir dakika bile durma.”deyiverdim. Beni bırakamayacak kadar tutulduğundan, gitmeyeceğinden çok emindim. Yanılmışım… O sabahın ardından beni haftalarca aramadı. Yazdığım mesajlara bir kere bile yanıt vermedi. Yüzlerce kez telefon ettim. Ama hiç birine yanıt vermedi. Yüzüme kapattı. Ben kendimi mi kandırmıştım? Neden ondan kalan boşluk bu kadar çok canımı acıtıyordu. Aklımda sürekli Songül vardı. “Cehenneme kadar yolu var.”derken “Sen seviyorum. Salak şey…” diye bağırmak istiyordum. Çalıştığı güzellik merkezinin önünde dolandım. Onu çok özlüyordum ve görmek istiyordum. Akşamları yolunu gözledim ama karşılaşamadım. Çalıştığı yere gidip onu sormayı bile düşündüm. İstemeden ona zarar verebilirdim. Her şeyi yüzüme, gözüme bulaştırmayayım, kırıp dökmeyeyim diye vazgeçtim. Songül’ün sessizliği uzadıkça uykularım kaçmaya başladı. Son günlerde işleri tamamen Veli’nin sırtına yıkmıştım. Çünkü benim için Songül dışındaki her şey değerini ve önemini yitirmişti.. İş yerinin bulunduğu sokakta akşamları nöbet tutmaya başlamıştım. Mutlaka görüşmek, konuşmak istiyordum. Ondan özür dileyecektim, beni af etmesini isteyecektim. Yeniden eskisi gibi görüşelim istiyordum. Bir akşam arabasına binerken ona rastladım. Neyse ki çekip gitmedi. Hatta arabadan inip bana doğru yürüdü. - Seninle konuşmak istiyorum. - Yeterince konuşmadık mı? - Lütfen, seni kırmak istemedim. Senden özür diliyorum. - Ne için özür diliyorsun? - Söylediklerim için elbette… - Söylediklerinin bir önemi yok. Önemli olan tavrın. - Tavrımın nesi var? Sana hiçbir zaman kaba davranmadım.Saygısızlık etmedim. - Evet, haklısın saygısızlık etmedin. Ama hep uzak kalmayı, mesafeli olmayı seçtin. - Gel her şeye yeniden başlayalım. Her şeyi yeniden konuşalım. - Sen o fırsatı kaçırdın. Sana ne istediğimi söyledim. Bir tek yalvarmadığım kaldı. - Songül bana bir fırsat daha ver. Sana kendimi affettireceğim. - Üzgünüm Erkan. Ben yeniden başa dönmek istemiyorum. - Songül. Yaşadıklarımızı bir çırpıda silip atmak bu kadar kolay mı? - Biz sadece seviştik. Daha fazlasını da istemeyen sendin. - Şimdi istiyorum. - Artık çok geç. Seni istediğimden eskisi kadar emin değilim. - Değişen ne? Ben sana ne yaptım? - Sen treni kaçırdın. Sözlerimi, İsteklerimi ciddiye almadın. - Sana git mi dedim? - Erkan, artık bizim aramızda bir şey kalmadı. Bitti… Anlasana… - Öyle olsun. Peki yaşadıklarımızın hiç mi hatırı yok. Biz düşman mı olduk. - Hayır düşman olmadık. Ama sevgili de olamadık. - O zaman en azından arkadaş kalalım. - Eski sevgiliden arkadaş olmaz. - İyi valla. Sanki kanlı bıçaklı olduk. - Bunun kimseye yararı yok. Anlasana… - Ben seninle görüşmek istiyorum. - Benden eskisi gibi bir yakınlık bekleme. - Nasıl istersen öyle davran. Ama mutlaka görüşelim, konuşalım. - Bu meseleleri konuşmak istemiyorum. - Nasıl istersen. - Benim eve gitmem gerek. Sonra görüşelim olur mu? - Ne olur görüşelim. Ben sana telefon ederim. Bütün yaşamım boyunca böylesine amaçsız, kendimi ifade etmekten yoksun bir konuşmayı hiç kimseyle yapmamıştım. Onun benden uzaklaşmasını önlemek adına her söylediğine evet demiştim. Oysa ben onunla elbete yaşadıklarımı konuşacaktım. Songül’le oturup enflasyonun makro ekonomiler üzerindeki yıkıcı etkilerinden söz edecek değildim. Benim tek bir isteğim, tek bir amacım vardı. İlişkimiz kopmasın, bozulmasın, bitmesin ve yine sabahlara kadar sevişelim istiyordum. Zaten böyle ayak üstü, o abrasına binip gitmeyi isterken ne konuşulabilirdi ki? O gün Songül’ün benden iyice uzaklaştığını, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını yüzündeki buz gibi ifadeden de hissettim. Sonraki günlerde bir iki kez telefonla görüştük. İş çıkışı saatlerde birkaç kez buluşup çay, kahve içtik. Yeniden etkileyebilmek için ilk kez buluştuğumuz Cervantes Kafe’ye götürdüm. Onu ne kadar sevdiğimi, onunla ne kadar mutlu olduğumu anlattım. Beni susturup, verdiğim sözü hatırlattı. O gün kendimi çok çaresiz ve boğulur gibi hissettim. Songül’le yaşadıklarımın tamamen bittiğini, kendi gerçeğimi o akşam bütün açıklığı ile gördüm.. Songül benden sonra evli ve iki çocuklu, kendisinden en az on yaş daha büyük bir veterinerle takılmaya başladı. Takılmakla kalmayıp kendi evinde adamla birlikte yaşamaya başladılar. Onları bir kaç kez birlikte gördüm. Telefonla konuştuğumuzda zaten kendisi de olan biteni anlatıyordu. Ne de olsa ben artık eski bir arkadaş ve iyi bir dosttum. İlk başlarda o salak görünüşlü adamda ne bulduğunu, neden onu bana tercih ettiğini düşünüp kızıyordum. Aslında her şey çok açıktı. Bu yaşta biri için Songül çıtır sayılırdı. Adam genç biriyle kendini daha iyi hissediyor ve Songül’ün istediği sığınma duygusunu tatmin ediyor olmalıydı. Ben sütten ağzı yanmış biri olarak uzun bir süre yoğurdu bile üfleyerek yedim. Kulağına kar suyu kaçmış balık gibi birkaç hafta yalpaladıktan sonra, suyun üzerinde sersem sersem yüzdükten sonra kendime gelip mahalledeki arkadaş muhabbetlerine geri döndüm. Bir gece kan uykumda telefonumun sesiyle uyandım. Saat gecenin artık sabaha döndüğü, şafak sökecek zamanlarına yakındı. Önce çok korktum. Genelde böyle zamansız çalan telefonlar, sabahı beklemeye sabrı olmayan bir ölüm haberini verirler. Telefondaki ses hıçkırıkların önüne kelimeler yuvarlayıp göz yaşlarını durdurmaya çalışan Songül’e aitti. Angut veterinerle akşam üzeri kavga etmişler. Adam evdeki bir parça giysisini toparlayıp çekip gitmiş. Telefonda da “Beni zırt pırt arayıp rahatsız etme. ”demiş. Bununla yetinmeyip küfrün, hakaretin bini bir para.. Ağzına geleni sayıp dökmüş. Bizimki hala “Bunu bana nasıl yapar? Ben bunları hak edecek ne yaptım?” teranelerinde. “Oh iyi olmuş. Canıma değsin. İnşallah daha beter olursun. Sen beni dinlemeye bile tenezzül etmedin. Bunlar sana az bile.” demeliyim. Oysa ben onun için gerçekten üzülüyordum. Teselli edecek cümleler aradım. “Göreceksin bak yarın hatasını anlayacak. Süt dökmüş kedi gibi çıkıp gelecek. Ayaklarına kapanıp senden af dileyecek.” diyerek onu teselli etmeye çalıştım. Veteriner hakkında söylediğim cümleler doğru çıkmadı. Bir daha Songül’e hiç uğramadı. Çivi çiviyi söker diyenler de yalan söylüyorlar. Ben Songül’ün izlerini, Songül de veterinerin yüreğinde bıraktığı izleri silmek için yeni sevgililer bulduk. Her yeni sevgili başka bir acıyı bedenimize çakıp gitti. Yüreklerimizdeki çiviler çoğaldı ama hiç biri diğerini sökmeyi başaramadı. Çapkınlığın kitabını kaldırıp ateşe attım. Önümüzdeki hafta yeni bir kitaba başlayacağım. İçinde bahçe bitkilerinin bakımı hakkında değerli bilgiler bulabilirsiniz. ÇEKİRGENİN AYAĞINDA NALİNİ. Birinci baskısı tükenmeden sipariş etmeyi sakın unutmayın.. Deniz Fenerinin Güncesi. Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |