|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
21 Kasım 2003
Saman Altından Aşk Yürürse
seyfullah ÇALIŞKAN
Birşeyler kaçırmış olmalıyım. Ne insanları, ne de ilişkileri anlamaya mecaalim yetmez olmuş. Ben bütün altmışikilerden tavşan olur sanırdım, meğer timsah yapanlar da varmış. En iyisi ben gidip seksenbeşten dinozor olayım...
|
|
Hiç sorma be Bekir, canım sıkkın biraz, ne olsun? Zillinin biri akşam vakti tepemi attırdı işte. İftar vakti zaten canım burnumda, top patlasın diye bekliyorum. Zaten çatacak yer arıyorum. Telefonu açmış çan çan… Ayıp etmişim, çok adiymişim, hakaret etmeye bile değmezmişim. Sanki onunla uğraşmaktan başka işim gücüm yok benim. Git kızım başımdan, git belanı arama. Çok yüz verdik kendini bir şey sanmaya başladı. İki gün önce canım cicimdik hani, şimdi adi mi olduk. Yok beni şöyle seviyormuş, söyle iyiymişim, böyle yakışıklıymışım. Sen benim herşeyimsin diyordu. Çocukları olmasa boşanır, dakika geçirmeden koşa koşa bana taşınırmış. Senin gibisini tanımadım, senin tarzın var, havan ayrı, karizman var diyordu.
Hay ben aklıma turp sıkayım emi Zehra. Zaten sağ gözüm kaç gündür seğiriyordu, başıma gelecek varmış. Bunu akıllı uslu bir adam sandım. Hay senin adamlığının da içine edeyim ben. Be insafsız, be vicdansız, iğrenç lağım faresi, Allahından bulursun inşallah emi. Zaten sana hiç inanmamıştım. Gözlerin felfecir okuyordu, fıldır fıldır. Belki beni biraz olsun anlarsın, saygı gösterirsin sanıyordum. Verdiğin sözü tutsan zaten yeter de artardı. Tamam, yine eskisi gibi arada bir takıldığın olsun. Beni bunlardan ayrı tut, kendimi biraz olsun özel hissedeyim yeter. Bugüne kadar senden ne istedim. Gelemem dedin, kalamam dedin, sesimi bile çıkarmadım. Hep anlayışlı olmak istedim, hep içten , hep açık… Gel dediğinde iki elim kanda olsa koşup yetiştim. Beni ara dedin aradım, ne zaman ihtiyacın olsa hep yanında oldum. Senin yüzünden eve geç kaldım, eşimle atıştım. Ağzımı açıp iki laf bile söylemedim, sana yansıtmadım.
Başıma resmen bela almışım be Bekir. Hem de püsküllü bela. Tanışmak için günlerce peşimden koştu. Naşit’in Yeri var bilirsin, her gün öğleyin uğrarım. Yanında bir arkadaşı da var bunun. İki kız son günlerde oraya düşmeye başlamışlardı. Ben ilgilenmedikçe, yüzüne bakmadıkça, umursamadıkça deli oldu. Nereye gitsem, nereye baksam bu. Peşinden koşan ben olsam tafra yapar. Yalandan bahaneler uydurur, kırk çeşit dümen yapıp beni peşine kuyruk eder. Bunu bildiğim için ben yüz vermedim. Özellikle ilgilenmedim, görmezden geldim. Sakın yanlış anlama ha, öyle fark edilmeyecek cinsten de değil. Esmer, kıvırcık saçlı, tatlı bir şey. Boncuk gibi, cam gibi gözleri var, ışıl ışıl. Biraz fingirdek, cilveli ama insanın kanını kaynatan cinsten ha… Baktım iş kıvamına geldi, kuş yuvadan uçamadan buna yöneldim. Öyle para, pul derdinde, koca, evlenmek falan sevdasında biri değil. Kafasına göre takılanlardan, heyecan arayan, sıkılmış tiplerden.
Nereye gidiyorsun ya Zehra, bırak şimdi şu çamaşırı, bulaşağı. Akşama daha koca bir gün var. Ev işleri bir yere kaçmaz, korkma. Gidersen darılırım valla… Senden başka sırdaşım mı var? Ay sen de bir alemsin valla Zehra. Nerden tanıyorsun da ne demek, şekerim. Senle birlikte gittiğimizde Naşit’in Yeri’nde göstermiştim ya ayol. Hani köşede oturan uzun boylu, esmer, yakışıklı olan. Yok be güzelim, o gün tanışmadık. Senden sonra ben oraya birkaç kez yalnız gittim. Uyanık, çaktırmadan beni kesiyordu. Ben de görmezden geliyordum. Hatta bu bir, iki kez masama gelmeye bile teşebbüs etti. Cesaretini toplayıp bir türlü gelemedi. Yine öğle üzeri uğrayıp bir çay içtim. Kalkıp çıkacağım, “vaktiniz varsa biraz konuşabilir miyiz?”, dedi. “Çıkmam lazım, gideceğim yere geç kaldım” dedim. Dışarı çıkınca yanımda yürümeye, benimle konuşmak için yalvarmaya başladı. Başımdan savmak için telefon numaramı verdim. Keşke yanlış numara verseymişim, aklıma şaşayım emi. Hani hoş çocuk, kanım da ısında valla. Ben ne bileyim böyle malın gözü olduğunu.
Allah seni inandırsın Bekir, tereyağından kıl çeker gibi oldu. Parmağımı bile kımıldatmadım, kendi ayağıyla geldi. Ne naz etti, ne de mızmızlandı, meğer yavru dünden razıymış. Daha ben istemeden telefonunun numarasını kendisi çıkarıp verdi. “Ara beni, bekleyeceğim sakın unutma” deyip, gitti. Cep telefonları icat edildi mertlik bozuldu. Bana kalsa on dakika sonra arayacaktım. Geleceğini de adım gibi biliyorum ama yapmadım. Özellikle iki gün bekledim. Balıklama üstüne atlarsam ürker, nasıl olsa çantada keklik. Acelesi mi var, bekledim.
Zehra, vallahi kalbimi kırıyorsun şekerim. Bu laf mı ayol şimdi. Dişi köpek kuyruk sallamasa, yüz vermesem yanıma bile yaklaşamazmış. Yalvardı diyorum sana, istesem sokak ortasında ayaklarıma kapanacak. “Sen halden anlamaz mısın, tutkunum sana, hastayım, istersen dokun bak yüreğim kor ateşler içinde yanıyor” bile dedi. Zehra, kalbimi kırdın valla, senden başka ahretliğim mi var benim. Sen inanmazsan kim inanır. Telefon etse bile açmayacaktım, başımdan savuşturmak için verdim diyorum sana. Dalgın zamanıma denk geldi herhal… Boş bulunup, açtım. Keşke dilim tutulsaydı da açmaz olaydım, konuşmaz olaydım…
Pişmiş aşa su katılır mı be Bekir, öğleden sonra saat bir buçuk gibi aradım haspayı. Yüz vermesem, arayıp sormasam ayıp olur. Darılır, gücenir, delikanlılığa sığmaz be Bekir. Sesindeki sevinç, keyif beni bile şaşırttı. Bülbüller gibi şakıyordu şerefsizim… Telefon etmemi beklediği her halinden belliydi. “Uygunsan görüşelim, bir şeyler yer içeriz”, dedim. Hiç mırın kırın etmedi. “Yerini söyle, nerdesin şimdi? Saçlarım ıslak, kurutmam lazım . Bana yarım saat zaman ver, geleyim”, dedi. “Naşitteyim, burada bekleyeceğim, çok gecikmezsen sevinirim”, dedim. Yarım saat bile dolmadan nefes nefese geldi. Saçını kurutmuş mu bilmem? Sürmüş sürüştürmüş takmış takıştırmış, iki dirhem bir çekirdek olmuş. Masaya kendisinden önce hoş kukusu geldi. Yerimden kalktım elimi uzattım. Samimi ama bir o kadarda ölçülü yanaklarımdan öptü. Sandalyesini kendisi çekip yüzünde gülücüklerle oturdu.
Bir hoşsun sen de Zehra valla. Sesinden nasıl tanıyayım? Sanki daha önce telefonda konuşmuşluğum mu var? Kiminle konuştuğumu sormasam kırk yıl aklıma gelmez. Telefonda yalvarmanın, yakarmanın bini bir para. On dakikacık olsun görüşelim diyor, başka birşey demiyor. Gören olur, duyan olur, adım çıkar, ben evli barklı kadınım ayol derim anlamaz. En sonunda Naşit’in Yeri’nde yenide on dakika görüşmeye razı oldum. Eziyet olsun diye hemen gelemem, işlerim var deyip tam iki saat beklettim. Tenhada bir masaya çökmüş iki dirhem bir çekirdek beni bekliyordu. Kalktı, beni ayakta karşıladı, sandalyemi çekip oturmama yardım etti. Bir çiçekleri eksikti. Ben zaten bakımlı kadınım, saçımı bile taramadım desem inan. Ay Zehra, öldürecek misin ayol beni. Ne cilvesi, ne işvesi, yüz verir miyim ayol, beni tanımaz gibi konuşma. İş görüşmesine gider gibi gittim valla.
Yok be Bekir, ben öyle akordeon gibi kat kat bükülecek adamıyım? Öylelerinin eline yularımı verecek adam mıyım? İltifat, kibarlık ayağına kendimi sıkıntıya sokamam. Eğilip büzüldükçe adamı sünepe bellerler de kuyruğuna teneke bağlarlar alimallah. Adabımızla hal hatır sorduktan sonra “bu gün boşum, sizinle konuşmak ve tanışmak istedim”, dedim. Ben de aramanızı bekliyordum, ne iyi ettiniz” diye karşılık verdi. “Kendim için bira söyleyeceğim sen, ne alırsın” diye sordum “Benimki de bira olsun”, dedi. “Ne iş yaparsın, nerede oturuyorsun, evli misin, bekar mı” gibi soruların ardından “filancayı tanır mısın, şurayı gördün mü, hiç gittin mi”, gibisinden bir sürü boş laf ettik. Laf ne kadar uzarsa uzasın aslında mesele belliydi. Evli miyim, bekarsam sevgilim var mı? “Sevgililerim, arkadaşlık ettiğim kişiler vardı, ama uzunca bir zamandan beri yalnızım” dedim. O evliymiş, iki de oğlu varmış. Kocası hayvanın tekiymiş, hatta onu defalarca aldatmış. Çocuklar olmasa, şöyle akıllı uslu bir işi olsa hiç takmaz hemen boşanırmış. Ama ekonomik olarak ona muhtaçmış. Şimdi böyle yaparsa ortada kalırmış…
“Ben bira içmek istiyorum, sen ne alırsın” diye sordu. Hiç tanımadığım adamla içki içermiyim sen de bir alemsin yani Zehra. “ Benimki de kapiçino olsun” dedim. Görsen gülmekten geberirsin valla Zehra. Sustalı maymun gibi hazır olda duruyor. Mahsustan sigaramı çıkardım. Bir telaş, bir panik, gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Çakmak çıkaracağım diye az kalsın gömleğinin ceplerini yırtacaktı. Elleri heyecandan yaprak gibi titriyordu. Çakar ha babam çakar, yanmaz meret. Hiç kadın görmemiş hayatında saftirik şey… Gözlerini üzerime bir dikişi vardı anlatılır gibi değil. Salak az kalsın içime düşecek. Lavobaya kadar gitmek için kalktım baktım arkamdan geliyor. “Siz oturun lütfen, ben kendim giderim” dedim.
İkinci biraların yanında birerde hamburger söyledik. “Sen çok hoş, çok tatlı birisin ama evlisin. Benim evli kadınlarla hiç işim olmaz,”dedim. Yalanım varsa taş olayım, neredeyse ağlayacaktı. Bana bir şans ver, ne olur sıt çevirme, seninle çok güzel şeyler yaşayacağız, içime doğuyor” diye yalvarıp yakarmaya başladı. Kaltağın ağzından bal damlıyor. İçim ezildi, üzüldüm be arkadaşım Bekir… “Hem de ben eski sevgililerimle arada bir görüşüyorum, sen şimdi bunlara takarsın, tadımı kaçırırsın" dedim. Ben böyle söyleyince gözlerini yüzüme dikti. durmaya başladı. Kuş kafesten şimdi uçtu diye düşünmeye başladım. “bunları sonra konuşalım, zamana bırakalım” dedi. Dananın kuyruğu işte orada koptu be Bekir, beni çok yakışıklı bulduğunu, benimle her şeyini paylaşmak istediğini, güzel şeyler yaşamak istediğini bir çırpıda sayıp döktü. Sonra da gitmek için izin isteyip kalktı. Yalvaran gözleriyle “ara beni, telefonunu bekleyeceğim “dedi. “Ararım, görüşürüz”, dedim. Eve mi geç kalmıştı bilmem, telaşla çıkıp gitti.
Bu kadar acemi olması hoşuma da gitmedi değil. İnsan acıyor, yazık, günah valla… “Sevgilin falan var mı?” diye sordum. Çok sevgilisi olmuş, hiç birinde aradığını bulamamış, şöyle kafasına uygun birine rastlasa yoluna ölürmüş… Yalan söylemeyi bile beceremiyor dangalağım ya… “Yaptığımız çok yanlış, kendimi suçlu gibi hissediyorum. Ben evli biriyim, duyan gören olursa ne der sonra.” dedim. “ Evliysen ne olmuş yani, ne olur kırma beni, bir şans ver, arada sırada görüşelim. Eğer bir yanlışımı görürsen çeker gidersin”” diye yalvardı. "Bizim ilişkimiz yürümez, en iyisi sen kendine daha uygun birini bul “dediysem de dinletmedim. Kapiçinomu bitirdikten sonra masadan kalktım. Israrlarına yüreğim dayanmadı, kıramadım, yeniden görüşme teklifini kabul ettim. Aklıma turp sıkayım emi Zehra, ah benim akılsız kafam ah… Keşke “olmaz, peşimi bırak” deseydim.
Durulur mu be Bekir’im, zaman hareket zamanı. Ertesi sabah aynen yazmışım mesajı.. “ Öğleden sonra bekliyorum, aynı yerde, çok bekletme, gel “diye. Mırın kırın olmasın, telefon da ettim tabii… Masajını görmedim, almadım ayaklarına yemesin bizi… Alı al, moru mor çıkıp geldi. Bir içim su imansız. Görünce gözlerim kamaştı. “Gel, bu gün bir değişiklik yapalım. Seni sahilde bir güzel bir yere götüreceğim”, dedim. Hiç sesi soluğu çıkmadı. Tenha, arabalara servis yapılan mekanların birine götürdüm. Salep içtik, öylesine dereden tepeden lafladık. Deniz, dalgalar falan iyi de, bu iş böyle gitmez ki. En iyisi şuna bi yoklama çekeyim dedim, içimden. Elini tuttum, tık yok. “Çok güzelsin, yanında dilim tutuluyor, aklım başımdan gidiyor” ayakları, anlarsın… Bir, iki aynalı lafa, kuzu oldu şerefsizim, mum oldu… Ayranım kabarmış, kendimi kaybetmişim, yapıştım dudaklarına. Biraz daha ileri gitsek, ele güne rezil olcaz. “Geç kaldım, beni götür artık”, demese noktayı koyacağımız yok. Götürüp sokağın başında bıraktım. Onlarcasını tanıdım bunların, böylesini görmedim. Söylemedi deme, mutlaka büyü yaptırmıştır.
Ertesi sabah daha yataktan çıkmadan telefonuma mesaj geldi. “ Seni çok özledim, ne olursun bugün görüşelim, mutlaka Naşit’in oraya gel, lütfen ama…” Dün bir, bu gün iki ne özlemesi bu bilmem. Zehra, sözümü kesmesene şekerim, anlatmam ama bak.. Biraz sabırlı olsana canım. Sonra ne oldu, eee sonra denir mi? Aklımı karıştırıyorsun, ama şekerim … Neyse az sonra da telefon etti. “Bu gün vaktin varsa gelsene. Konuşuruz, seni görmek istiyorum” dedi. Yataktan çıktım, duşumu aldım. Hiç acelem yok, nasılsa bekleyecek it gibi. Bilmiyor muyum? Krallara layık bir kahvaltı hazırladım. Radyoda şarkılar, nefis bir kahvaltı, güzel bir gün.. Daha ne isteyim. Geçtim aynanın karşısına, bütün elbiselerimi tek tek denedim. Aklını başından almazsam o avanağın benim kadınlığıma yuh. Taktım takıştırdım, yaptım yakıştırdım evden çıktım. Naşit’in Yeri’nin kapısında beni karşıladı. “Gel bugün başka bir yere gidelim” dedi. Sesimi çıkarmadım. Arabaya atlayıp sahilde bir yere gittik. Bir ağızlar, bir laflar aklın durur. Bu kadar lafı nerden bulur bilmem. Sevmeler, yoluma ölmeler, uykusuz geceler, yemeden içmeden kesilmeler. İnanılır gibi değil. Arabada otur otur ruhum sıkıldı. Bunun bir şey yapacağı yok. Habire laf salatası. Dudağına bir öpücük kondurdum. Sevincinden kafası tavana vurdu. Aklı yerinden uçtu gitti. “Hadi artık gidelim” dedim. Beni aldığı yere getirip bıraktı.
Allah’ın hakkı üçtür derler öyle mi Bekir? Birincisinde tanıştık, ikincisinde konuştuk, üçüncüsünde ne olcaksa olsun artık. Bu sefer eve götürmeyi aklıma koydum. Gelmezse kendi bilir. Fazla naz aşık usandırır. Yok eğer gelemem derse tavrımı koyarım. Benden bu kadar… Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna. Aynen, bir telefona çıkıp geldi. “Evimi görmek ister misin “ dedim. “Pul koleksiyonun da var mı bari” demez mi? “Yok ama, senin için bir şeyler düşünürüz” dedim. Atladık arabaya, doğru benim fakirhaneye. İyiki akşam ortalığa çeki düzen vermişim. ”Rahat ol çekinme, ben bir çay koyup geleyim” dedim. Onu salonda bırakıp mutfağa geçtim. Sessizlik insanı gerer, bilirsin. Müzik setinin düğmesine dokundum. Salonu Sezen’in Yaz şarkısı doldurdu. Sonrasını hiç hatırlamıyorum, film kopmuş. Kendime geldiğimde yatak odasındaydık. İkimiz de nefes nefese, ter içinde… Oda savaş alanı gibi olmuş. Yorgan bir yana gitmiş, çarşaf bir yana. Üzerimizden çıkardıklarımızın her biri ayrı bir yerde. Mutfağa koştuğumda çaydanlıkta bir parmak su kalmıştı. Kaynaya kaynaya buhar olup uçmuş. Zaten çay kimin umurunda? Beni gözü açılmamış sığırcık yavrusu sanma sakın Bekir. Bu bambaşka, akıl alacak gibi değil. Uçmuşum, bir acayip olmuşum. Hava kararmış, akşam olmuş biz halen yataktayız. Nerede olduğumuzu, zamanı unutmuşuz ...
Evde canım sıkılıyordu, bunun telefonu geldi. Kimin olacak Zehra, kimi anlatıyorum sanki? Sen beni dinlemiyormusun yoksa şekerim? Her zamanki yerde buluştuk. “ Eve gidelim, rahat ederiz,” dedi. Sohbet falan zaten iyice baymıştı. “Gidelim bakalım, ama pul koleksiyonun yoksa sıkılırım” dedim. Ne de olsa yabancı yer, çekindim tabii biraz. Sende bir alemsin yani Zehra. Ayol nesinden korkacağım. Hiç mi erkek görmedik, güldürme beni… Fazla patırtı gürültü yapmadan içeri girdik. Uyanık, evi önceden hazırlamış. Her şey yerli yerinde, tertemiz. Kapıyı kapatınca sarılır diye bekledim. “Ben gidip bir çay koyayım” demez mi? Resmen dangalak ayol bu… Madem çekiniyorsun ne diye beni evine getirdin? Onu beklersem iş uzayacak. Salona dönünce ayağa kalkıp ilk hamleyi ben yaptım. Acemi çaylak, tir tir tiriyordu. Yiğidi öldür ama hakkını yeme. Beklediğimden çok daha iyiydi. Valla nasıl söylesem Zehra, her aklıma geldiğinde bir hoş oluyorum. Akşam olmuş, hava karamış farkına bile varmamışız. Eve geldiğimde benim öküz kapıda bekliyordu. “Bu saate kadar neredesin? Ne biçim kadınsın sen” diye ağzına geleni esti savurdu. Yalan uyduracağım diye göbeğim çatladı. İstediği kadar bağırsın, umurumda sanki.
Zamanla samimiyetimiz iyice arttı, birbirimize de çok alıştık be Bekir. İki yada üç gün ara ile görüşüyoruz. Bizimki görüşmek de değil. Birlikteyken sadece sevişiyoruz. Geçenlerde yine eve gitmiştik. Tam iş üstündeyken kapı çaldı. Dürbünden baktım, benim eski dalgalardan Selma… Tam da zamanını bulmuş. “ Sus” dedim benimkine. “Sakın senini çıkarma, evde yok sanıp gider nasılsa.” Karının derdi rezalet çıkarmak. “İçerde olduğunu biliyorum” demez mi? Yataktakinin gözleri fal taşı gibi açıldı, ben apıştım kaldım. Takip etmiş demek kaltak. Yarım saat oldu halen kapıda. “İçerde olduğunu biliyorum, kapıyı aç” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Bütün apartmana rezil oldum. Ne yapsam ne etsem diye düşünürken aklıma Cavit geldi. Telefonla aradım, “gel oğlum, durum böyle böyle…” Cavit geldi, Selma’yı kapıdan alıp götürdü. Bu işler böyledir Bekir... Karı milletine akıl ermez. Şeytan diyor sokakta geç önüne, ağzını burnunu kır. Gerçi O da kendine göre haklı. Az kahrımı çekmedi. Selma’dan kurtulduğuma sevinemedim ki, bu sefer yataktaki açtı ağzını yumdu gözünü. Hani "başkalarıyla görüşmüyorum" demişim. Ona niye yalan söylemişim. Eğer yalan söylersem bir daha gelmezmiş… Ne sözü vereceğim, kimseye minnet etmem, arkadaş…
Sende bir acayipsin yani Zehra. Kocam yakalarsa ne yapacakmışım? Ben o kadar enayi miyim? Yine aklımı karıştırdın şekerim. Nerede kalmıştım? Ha, birgün öğle üzeri yine bunun evine gittik. Soyunup dökünüp yatağa daha yeni girmiştik. Kapı çaldı… Ne yalan söyleyeyim çok korktum. Benimki yataktan fırlayıp kapıya gitti. Dürbünden bakar bakmaz yüzü kireç gibi oldu. Bir terslik olduğunu anladım. Telaşla üstümü giymeye başladım. Sus, sesini çıkarma, evde olmadığımızı sanıp nasılsa gider.” dedi. “Gelen kim” diyorum söylemiyor. “İnsanı çatlatma söylesene ayol…” “Eski bir arkadaşım, Selma” dedi. Kapıdakinin gideceği yok. İnatla kapıyı vurup, zile basıyor. “Kapıyı aç, içerde olduğunu biliyorum” deyince elim ayağım titremeye başladı. Sonunda resmen basıldık. “Gerekirse akşama kadar burada bekleyeceğim, kapıyı aç”, diye bağırmaya başladı. Bütün apartman çın çın karının sesiyle çınlıyor. Bizimkinin bir kuzeni varmış. Ona telefon etti. “ Aman Cavit, elini ayağını öpeyim, durum böyle böyle. Gel şu zilliyi kapıdan alıp götür. Neyse Cavit geldi, yalvar yakar Selma’yı kapıdan alıp götürdü. Tam bir saat diken üstünde oturdum. Kadın gidince açtım ağzımı yumdum gözümü. Ne yalancılığını bıraktım, ne beceriksizliğini. Madem evine gelen giden var beni ne diye buraya getiriyorsun. Süt dökmüş kediye döndü. “Ben seni seviyorum, eski arkadaşlarımın hepsini bıraktım. Lütfen beni affet. Yaşamımda sadece sen olacaksın. Sakın beni terk etme. Sen benim hayatımın anlamısın. Sana kesinlikle hiçbir konuda yalan söylemeyeceğim. Böyle olacağını tahmin etmemiştim,” diye yalvardı. Ben aslında kapıdaki kadına acıdım. Onun yerinde ben de olabilirdim. Basit bir arkadaşlık için herkese rezil olmayı kim göze alır? Aşık falan herhalde... Bana bir konuda söz vermesini istedim. Ne olursa olsun bana açıkça anlatacak ve hiçbir konuda yalan söylemeyecek. Bunun dışında ister başkası olsun ister olmasın. Yeter ki bana yalan söylemesin…
Canımı sıkan ne biliyor musun Bekir? Bana mesaj atıp hakaret etmeye bile değmezsin diye yazmış. Benim bir şeyden haberim bile yok. Selma’nın evi basmasının ardından her şey düzeldi. Hatta eskisinden bile daha güzel oldu. Geçenlerde bir akşam evde yalnızım. Kendime bir bardak rakı doldurmuşum, peynir, domates, meyve falan… Kapı çaldı. Kimseyi de beklemiyorum. Açtım baktım, Melek… İçeri buyur ettim. Paltosunu aldım, astım. “Ben öyle takılıyordum, sende içer misin” dedim. İçmekte laf mı, bayılırım” dedi. İkişer kadeh parlatıp eskilerden söz ettik. “Bu gece sendeyim” dedi. Gerisi malum hikaye… Kendi ayağıyla gelmiş, ben istemiyorum mu diyeceğim. Al takke ver külah ben uyuyup kalmışım. Melek, zaten ayarsızın teki. Almış telefonumu, önüne gelene mesaj yağdırmış. Benim olan bitenden haberim bile yok. Niye telefonumu başkasına vermişim. Allah’ını seversen sen söyle Bekir, Benim ne suçum var?
Dün gece telefonuna, “Yine tenimde dolaşıyor gözlerinin o elleri, cüretin kollarına çekiyor beni. Bir ileri iki geriye saymaktan vazgeç bari. Akıyor kanım sana sıcacık aşkına” diye bir mesaj yazdım. Edepsiz şeyler mi yazmışım? Şimdi çat diye çatlıyacam Zehra. Başbaşa kalınca yaptıklarımız sanki çok edepli. Alemsin sen ayol, valla… Cevap olarak bana boş bir mesaj yolladı. Ben de soru işareti yazdım. Oda ünlem göndermiş. ”İsmail sen iyi misin?” yazdım. “Bu sefer ne yazmalıyım” diye bir mesaj geldi. Ben hala dalga geçiyorum. Az sonra bir mesaj daha aldım. “Yalnız değilim” diyordu. “Kim var yanında aşkım” diye sordum. “On yıldır çıktığım ve hala deliler gibi sevdiğim biri var.” diye cevap vermez mi? Sinirden aklımı kaçıracağım.
Telefonla aradım bir kadın açtı. “Benim adım Melek”, dedi. “Ben seni aramadım, İsmail’i telefona verir misin?” “Sen kimsin, İsmail’i neden arıyorsun” diye sordu. “Sevgilisiyim, peki sen necisin? Ben mi, nişanlısıyım bilmiyor musun? “Sizinle konuşmak istemiyorum, bana İsmail’i verir misiniz? “Veremem şimdi uyuyor” dedi. İsmail’e mesaj yazdım “ sen hayvanın tekisin, hakaret etmeye bile değmezsin” yazdım. Mesajımı kız yanıtlamış… Seni İsmail’ e sordum, benim hiçbirşeyim değil, sürtüğün teki o, bana aldırma dedi” diye yazmış. “Sürtük olduğumu kabul ediyorum. Telefonu sahibine ver de o bunu yüzüme söylesin” dedim. Telefon önce meşgule alındı sonra kapandı. Sabaha kadar defalarca aradım, telefon hep kapalıydı.
Ben bunları hakedecek ne yaptım? Keşke Selma’nın kapıya dayandığı gün bıraksaydım bu adamı. Bana söz verdi, “ayrılmayalım”, dedi. Hepsini çoktan unutmuş bile eşek… Keşke daha önceden kıçına tekmeyi bassaydım. İnan Zehra, o an ölmek istedim. Gece sabaha kadar gözüme uyku girmedi. İçim acıyor Zehra, ellerim titriyor baksana. Susar mıyım hiç Zehra. Sana gelmeden açtım telefonu bir güzel fırçaladım dangalağı. "Konuşacaksan benimle kendin konuş adi herif. Niye yanındaki kaltağa veriyon sanki telefonu". Kendimi kapı önünde bekleyen o zavallı kız gibi hissettim. En çok niye üzülüyorum biliyor musun Zehra? Yalanına , dolanına bile razı olduğum birinin bana yaptığına bak. Hiç bu kadar aşağılanmadım ben Zehra. Erkek değil mi? Hepsinin canı cehenneme…
Ertesi Gün ;
Akşama kadar sokağın başında bunu bekledim. Bakkala, fırına gitmek için mutlaka evden çıkacak. Beklediğime de değdi be… Köşe başında kaptım kolundan. “Ne diyorsun kızım, niye hakaret etmeye değmezmişim. Ne yaptım sana ben?”dedim. Bana maval okuyor, sen ne yaptığını daha iyi bilirsin ayakları, kapris falan işte. Bilmiyorum dedim, adamı deli etme, bilmiyorum diye bağırdım. “Telefonunu çıkar, benden gelen eski mesajları oku” dedi. Çıkardım telefonu baktım. Benim bu mesajlardan haberim yok . Kendi telefonuna dün gece Melek’in gönderdiği mesajları bana gösterdi. Vay aşifte, ben uyurken epey haltlar karıştırmış. “Dün gece Melek diye bir arkadaşım bana geldi. Ben yemekten sonra biraz uyumuşum. Benim bir şeyden haberim yok,” dedim. “O benim sevgilim falan da değil. Aramızda birşey de geçmedi. Bunun için beni terk edeceksen et” dedim. Hemen yelkenleri suya indirdi. “Sana bir şans daha vereceğim”, dedi. Biraz yalan kimseyi öldürmez. Savaşta ve aşkta her yol mubahtır.
Bakkala gitmek için evden çıkmıştım. Köşeyi dönerken kolumdan yakaladı. Beni sokağa rezil edecek. Sesimi çıkaramadım. Benim olan bitenden haberim yok diyor başka birşey demiyor. Ayaklarıma kapandı rezil… Haklı olabilir. O uyurken bütün dümeni Melek denilen o kaltak yalnız çevirmiş olabilir. “Telefonunu vermeseydin, uyurken kapatsaydın, beni niye aşağılatıyorsun başkalarına,”dedim. İyice yalvartıp ondan sonra “sana son bir şans veriyorum, başka hiçbir kadın olmayacak, işine gelirse ara, yok gelmezse bir daha karşıma çıkma “dedim. Tamam dedi, yemin billah etti. Ben de dayanamadım onu affettim.
YAZAR NOTU:
Son zamanlarda herşey birbirine karışır oldu. Tutku, adrenalin, östrojen, testesteron, yalan dolana; herşeye aşk demeye başladık. Hormonlar filan hadi neyse de, alavere dalavere bir aşkın içinde nasıl olabilir. Dürtülerimizin dizginlenmemiş, azgın bir boğa gibi ipini koparmış haline aşk denir oldu. Birini yatağa atmak, razı etmek için söylenilen her cümle; seranat gibi anlaşılır oldu.
Birşeyler kaçırmış olmalıyım. Ne insanları, ne de ilişkileri anlamaya mecaalim yetmez olmuş. Ben bütün altmışikilerden tavşan olur sanırdım, meğer timsah yapanlar da varmış. En iyisi ben gidip seksenbeşten dinozor olayım...
Deniz Fenerinin Güncesi
Seyfullah Kasım 2003
:: ... |
Gönderen: ceyda yıldırım / ankara
|
20 Aralık 2003 |
|
| çok yalın, hoş ve anlamlı bir yazı olmuş. Bence de kalemine sağlık... |
|
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
seyfullah ÇALIŞKAN kimdir? |
|
|
Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .
Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|