Ağlayınca Gözleri Yosun Kokan Can!
(Meryem Rabia Taşbilek) 11 Şubat 2007 |
Soyut |
| |
Ağlayınca gözleri yosun kokan can...Giderken baktığın yerlerde biten hüzünbaz çiçeklerden anlamıştım dönmeye iç geçirdiğini...Gel ve “kırık gönlün kayığını kurtar!” Geceleri güneşi seyredelim donarak! |
|
Denizi Vurmak, Öldürmek Gibidir Bir Kuşu Vurmak!
(Meryem Rabia Taşbilek) 11 Şubat 2007 |
Soyut |
| |
"Denizi vurmak öldürmek gibidir bir kuşu vurmak,
Avcının işi kuşlarla olmak,
Kuşun gönlünden geçeni okumak,
Kuşu açmak, çünkü kuşlar evrenin istiridyeleridir,
Ne zaman bir kuş havalansa penceremizden,
Başımız göklere değer oysa!..."Sezai Karakoç
Birileri geldi ve değildi dertleri kuşlarla olmak... |
|
Şimdi Ağladığınız Dilden Konuşacağım...
(Meryem Rabia Taşbilek) 27 Şubat 2007 |
Soyut |
| |
Sustukça dibim tutuyor...
Şimdi ağladığınız dilden konuşacağım...
Bir çocuğun ağaca sarılması gibi sarıldım yalnızlığıma
En hissiz günümdeyim
Hıçkırark ağlıyorum...
Bir çığlık sabahı,
Hırpani libaslar içinde Hacer oluyorum
Koşuyorum
Neye susadığımı bilmeden koşuyorum
Sığamıyorum avucumdaki sözlere
Neye sussadığımı bulsam belki konuşacağım
Örtmüyor beyaz susuşlar gözlerimdeki kara çığlıkları
Dünyanın tüm ölüleri korkuyor gözlerimdeki kuyulardan...
|
|
Otantik Eğitim Metodları
(Meryem Rabia Taşbilek) 28 Haziran 2007 |
Bireysel |
| |
"Bilgece yap. Yani koruyarak. Yani için titreyerek. Yani yıkılmasın diye. Tutkuyla yap. Sana verilen yaşama gücünü kullan. Yılmadan, bilgece ve tutkuyla. Önce yap, sonra açıklarsın."(İ.Özel) |
|
"Köprüler Üstünde Şaşırdığım Bir An; Yüreğin Arafta Atıyordu"
(Meryem Rabia Taşbilek) 3 Eylül 2008 |
Anı |
| |
-ba
ayakları kırılmış bir Albatros gibi uçuyorum
kırıldıkça çoğalan çiçeklerle dolu uçurumlardan…
acısı hafiflesin diye kanatlarımın…
-ba
Açık-kapalı bir çok kapı arasına sıkıştığım bir demde alıp başımı gitmek istedim… Hayati kararlar vermem gereken bir arifede… Ve gittim… Tüm kışların kapıya dayandığı bir “Aralık”tan, giderek çoğalan, ruhumun soğuyan ve daralan kanallarından bir inşirahlık nefesin ardına düşerek… Topal bir duaydı benimkisi. Sızılarımın dinmesi ve yüzümde iğreti durmayan bir tebessümle geri dönebilmek için.
“Yüreğim arafta atıyordu…
Ayaklarıma bakıyordum, dönecekler mi diye…”
Yol Düşleri/ Cemal Şakar |
|
Kuş Bakışı/bosna/4
(Meryem Rabia Taşbilek) 3 Eylül 2008 |
Kent |
| |
İnsanlar yine yanılıyor!
Kuş bakışını yüksekten bakmak anlamıyla sınırlandırıyorlar.
Belki de bunu kasıtlı olarak böyle değerlendiriyorlardır diye düşünmeden edemiyorum.
Gerçi benim düşüncemin ne önemimi var!
Kimim ki ben?
Topal bir “Hüdhüd” belki de... Ara sıra gevezelik eden ama genellikle insanların bakmaya tenezzül etmediği hayatın kör noktalarına kanlı gözlerini dikmiş, sonbaharın karşısında buruşan, yapayalnız bir heykel gibi çoğu zaman hareketsiz, bu meydan çeşmesinin yanına sinmiş, toplu taşıma araçlarının ve çocukların seslerine bekçilik etmek gibi bir göreve kendi kendini atamışcasına bir itinayla çevreye kuş bakışları atan ve topal yalnızlığında kendini avutmaya çalşan bir Hüdhüd...
İnsanlar gelmek bilmeyen sabahı sanki sırtlarında bir tufan gibi taşıyorlar! Bu meydan daha tan ağırmadan aklı ağrıyan binlerce topuk tarafından arşınlanıyor her sabah... Birilerinin telkin ettiğinin peşinde bir ömür tüketip, umduğunu bulamayanlar ya da aramaktan yorulanlar, durağan bir hayattan bunalıp başına iş arayanlar, kaybolanlar, ardlarında merak edenleri olanlar ve olmayanlar, bekleyenler, bekletenler, beklediği gelenler... az da olsa aradığını bulanlar, belasını bulanlar, fiyatı olanlar, değeri olanlar... Savaş sonrasında silkelenip kendine gelenler, hepten kaybedenler, kaybedecek bir şeyi kalmadığını düşünenler, yeniden başlayanlar, yarası kabuk bağlayanlar, hala kanayanlar, kaybettiklerinin izini sürenler, aradığını bulmaya çalışanlar, neyi araması gerektiğini arayanlar, aşıklar, maşuklar, yalnızlar, gezginler, bezginler, satıcılar, alıcılar, modern hırsızlar, evsizler... Envai çeşit insanın hikayesi görünmez, duyulmaz bir lisanla yazılıdır bu kaldırımlarda...
İnsanoğlu kendi dik başının hizasından başka bir görüş mesafesini keşfe çıkmayalı hayli bir zaman oldu... Bu yüzden kendinden başkasını göremiyor olmasına mazeretler sıralar! |
|
Özledikçe Irmaklar Doğuran Gözlerim
(Meryem Rabia Taşbilek) 9 Aralık 2008 |
Aşk ve Romantizm |
| |
Dedi ki;
Kalbimin kulağımda attığı demlerdi... Kulağımsa hep ayak seslerindeydi... O günler hep birbirine benzerdi. Yıllardan, aylardan ve günlerden neydi hatırlamıyor olmam bu yüzden normaldir. Her sabah şakaklarımda bir kısrak bileklerinin gücünü denerdi. Ve gece şehrin tüm saatleri odama toplanıp geçmek bilmeyen zamanı çoğaltırlardı. Yine de gözlerim uykuyu aramak için çok meşgul olurdu yakaza ürperişlerde...
Çok yollar bekledim. Özledikçe ırmaklar doğuran gözlerim hiç yorulmadı ufku gözlemekten. Bir işaret, bir umuda muhtaç değildim yollara teğellemek için kara kirpiklerimi. Sonuçta bir gözlediğim vardı ve geleceğinden emin olmasam da beklemek varlığını perçinliyordu içimde. Esmer bir selam beslerdi ufkumun ferini. Susmanın kaçış olmadığı tek eylemdi belki de beklemek o demde. Sustum ve bekledim. Güneşin doğuşunu bekledim. Nasibime batışı yazılmıştı, bilemedim. Beklediğime değmediğini kimseler söyleyemez yine de. Kalbime bağladığım onca ağırlığa ve içimde çırpınan sayısız geyik sancısına yine de değdi. Yarına kaç gün kaldığını bilerek uyandım bir sabah. Beklediğimden uzundu sadece. Ama gelecek olan geçmiş gibi yazılmıştı bile deftere. |
|
İmece Dertlerden Devşirilmiş Bir Hikayedir: Hayat
(Meryem Rabia Taşbilek) 26 Aralık 2008 |
İronik |
| |
Gecenin ilerleyen saatlerinde huzursuz bir uykuya dalmışsa da, boğazını sıkan ilmek, aklını ağrıtan bir düşünce gri dumanlara sarmalanmış uykusundan etti yine onu. Önce mutfağa gitti, loş ışıkta bir bardağı her zamanki yerinden alıp yarım bardak su içti. Nicedir halkı içi hakkıyla doldurulamamış bir başarıya odaklayarak, hırs afyonuyla yaraladığını düşündüğü “Kişisel Gelişim” kitapları; bardağın dolu kısmına bakılmasını telkin etse de, o bakmaktan ziyade dolu kısmı içmenin daha makul olacağına inanlardandı. Neyse suyu içmişti işte. Ama içi serinleyemezdi elbette yarım bardak su ile. Yüzünü rahat rahat ekşitmeye bir bahane bulmak istercesine geçen gün ekşiliğinden yiyemediği mandalinalardan birine elini attı. Kabuğunu soyarken, “Soyulur muydu hayatın kabuğu, yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?” diye mırıldandı, zor da olsa gülümseyerek. Sonra mandalinanın üzerindeki ince zarları gayri ihtiyari ayıklamaya başladığını farketti. Yerken rahatsız etse de bu beyaz zarların faydalı olduğunu hatırlayıp durdu. Mandalina dilimlerinde ufak delikler açıp, damağıyla bastırarak suyunu emerken yakın zamanda aklını ağrıtan konuları irdelemeye koyuldu. |
|
Dilsiz'in Ben Tercümesi
(Meryem Rabia Taşbilek) 9 Mayıs 2009 |
Bireysel |
| |
Kendinden yana bakmaya yorulduğu pencerelerinin tozunu alırken, sürekli yolculuk yaptığı trenin aynı cephesine oturup ve ne zamandır dikkat kesilse de etrafındaki yolun sadece bir yönüne aşina olduğunu farketti. Ters yönde ve hep baktığı yönün aksi istikametinde bir koltuğa gömüldü. Önce biraz soluklandı. Tüm yorgunluğunu içine yatırdı, düşünce hamaklarında sallandı. Sonra üzerinden geçtiği köprülerden içinin ağırlıklarını akıtırmışcasına dalgın dalgın bakmayı denedi. Akan her neyse daha çok genizine hücüm ediyordu. Manzaranın buğusuna rağmen yeni bir çehre kazanmıştı yollar. |
|
Pencere Önü Düşünce Rutinleri
(Meryem Rabia Taşbilek) 9 Mayıs 2009 |
Deneysel |
| |
Tebbessümüne inşirah içirilmiş çocuklar şaşkınlıkla bakardı bu hale kapı aralıklarından... Fakat şu aşikardı ki, herkesin içindeki karanlık aydınlığını arıyordu. Aranıyorsa bulunacaktı elbet. Bazılarımız pusuda gözlüyorduk aydınlık arayan karanlığımızı. Pütürlü soru işaretleri törpülüyordu hakikatin önündeki duvarı inceden inceye. Yeni anlamlar yumuşak dokuyu geçip, aklın sinir uçlarına dokunup kanatıyordu. |
|
|
Dünümde, bugünümde ve yarınımda:
Soruların çıkardığı sürtünme sesi pek de kafiyeli sayılmazdı. Bu yüzden dışarıdan duyulduğunda iç gıcıklardı pek çok defa. İnsanlar yüzünde soru işaretleriyle gezen çehrelere tüylü bir şeftaliye dokunmuşcasına ekşiyerek bakarlardı. Soru sorma yoldaşlığı yerine, bulunacak olan yeni cevaplarla, hali hazırda var olan cevaplarını tokuşturma kolaylığını yeğlerlerdi. Bu durum örsünü vuruyordu teraziye. Tebbessümüne inşirah içirilmiş çocuklar şaşkınlıkla bakardı bu hale kapı aralıklarından. Çocuklar ve kuşlar eflatun bir fon gibi uğuldardı şehrin gürültüsüne boğdurulmuş can kulağımızda. Fakat şu aşikardı ki, herkesin içindeki karanlık aydınlığını arıyordu. Aranıyorsa bulunacaktı elbet. Bazılarımız pusuda gözlüyorduk aydınlık arayan karanlığımızı. Pütürlü soru işaretleri törpülüyordu hakikatin önündeki duvarı inceden inceye. Yeni anlamlar yumuşak dokuyu geçip, aklın sinir uçlarına dokunup kanatıyordu.
...
Ayrıca bu adreste de yazılarımı yayınlıyorum;
http://www.dilisizmutercim.blogcu.com
|
|