..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hata! Klavye bağlı değil. Devam etmek için F11'e basın...
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > İronik > Meryem Rabia Taşbilek




26 Aralık 2008
İmece Dertlerden Devşirilmiş Bir Hikayedir: Hayat  
Meryem Rabia Taşbilek
Gecenin ilerleyen saatlerinde huzursuz bir uykuya dalmışsa da, boğazını sıkan ilmek, aklını ağrıtan bir düşünce gri dumanlara sarmalanmış uykusundan etti yine onu. Önce mutfağa gitti, loş ışıkta bir bardağı her zamanki yerinden alıp yarım bardak su içti. Nicedir halkı içi hakkıyla doldurulamamış bir başarıya odaklayarak, hırs afyonuyla yaraladığını düşündüğü “Kişisel Gelişim” kitapları; bardağın dolu kısmına bakılmasını telkin etse de, o bakmaktan ziyade dolu kısmı içmenin daha makul olacağına inanlardandı. Neyse suyu içmişti işte. Ama içi serinleyemezdi elbette yarım bardak su ile. Yüzünü rahat rahat ekşitmeye bir bahane bulmak istercesine geçen gün ekşiliğinden yiyemediği mandalinalardan birine elini attı. Kabuğunu soyarken, “Soyulur muydu hayatın kabuğu, yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?” diye mırıldandı, zor da olsa gülümseyerek. Sonra mandalinanın üzerindeki ince zarları gayri ihtiyari ayıklamaya başladığını farketti. Yerken rahatsız etse de bu beyaz zarların faydalı olduğunu hatırlayıp durdu. Mandalina dilimlerinde ufak delikler açıp, damağıyla bastırarak suyunu emerken yakın zamanda aklını ağrıtan konuları irdelemeye koyuldu.


:BBGJ:
Gecenin ilerleyen saatlerinde huzursuz bir uykuya dalmışsa da, boğazını sıkan ilmek, aklını ağrıtan bir düşünce gri dumanlara sarmalanmış uykusundan etti yine onu. Önce mutfağa gitti, loş ışıkta bir bardağı her zamanki yerinden alıp yarım bardak su içti. Nicedir halkı içi hakkıyla doldurulamamış bir başarıya odaklayarak, hırs afyonuyla yaraladığını düşündüğü “Kişisel Gelişim” kitapları; bardağın dolu kısmına bakılmasını telkin etse de, o bakmaktan ziyade dolu kısmı içmenin daha makul olacağına inanlardandı. Neyse suyu içmişti işte. Ama içi serinleyemezdi elbette yarım bardak su ile. Yüzünü rahat rahat ekşitmeye bir bahane bulmak istercesine geçen gün ekşiliğinden yiyemediği mandalinalardan birine elini attı. Kabuğunu soyarken, “Soyulur muydu hayatın kabuğu, yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?” diye mırıldandı, zor da olsa gülümseyerek. Sonra mandalinanın üzerindeki ince zarları gayri ihtiyari ayıklamaya başladığını farketti. Yerken rahatsız etse de bu beyaz zarların faydalı olduğunu hatırlayıp durdu. Mandalina dilimlerinde ufak delikler açıp, damağıyla bastırarak suyunu emerken yakın zamanda aklını ağrıtan konuları irdelemeye koyuldu.

Yeni bir iş teklifi gelmişti bir arkadaşından. Huzursuzluğu bundandı. Daha işin mahiyetini bile tam manasıyla bilmediği halde uykuları kaçmaya başlamıştı bile. Saatlerini kiraya verme düşüncesi boğuyordu onu. Saatlerimi kiraya vermek... Zor iş! Bunun farkında olup üstünde iğreti duran bir işte çalışmak. “En iyisi biz saatleri ayarlama enstitüsünü yeniden kuralım; saatlerimizi kiralamak isteyenlerin saatlerini bozalım.” diye hayıflanmaktan kendini alamıyordu.

Henüz bu gel-gitlerden sıyrılıp, kararını huzur duyduğu bir yerede sabitleyememişti. Yine de herzamanki sancılarından öte ruhunu bir kağıt gibi buruşturan, daraltan dönemlerde kendini az da olsa serinletecek bazı sembolik çözümler üretebildiği söylenebilirdi. Mesela, artık saat takmıyordu. 10 gün kadar dayanabildiği son işinde o kadar çok saate bakmıştı ki, miğdesi bulanmış, başı dönmüştü akrep ve yelkovanı kovalayıp paydosu beklerken. Madem ki, saat taşıyan şehirli profiline uymuyordu, kendiyle çelişmemek adına, içinde ve dışında ağırlık yapmaması için çıkartmıştı işte bileğindeki zaman prangasını. İyi de olmuştu. Ama elbette üzerine Allah'ın yemin ettiği zamanı görmezden gelmek değildi bu. Tüm başıbozukluğunun gölgesine rağmen, namaz vakitleri yetiyordu gününü tımar etmeye, ehlileştirmeye.

Ne eve sığabiliyordu ne de dışarılara. Bir sıkışmılıktır gidiyordu. Bunca farkındalığa rağmen düşündüklerinden ister istemez uzak düşmek şakaklarında zonkluyordu. Vaktini akdine uygun doldurabileceği, verdiği emeğe değecek bir iş bulduktan sonra, zamanı isterse ayaklarının altına gecesiyle, gündüzüyle sermek dert değildi elbette. Ama olmuyordu işte. Evi dışlamadan hayata müdahil olabilmek, sevdiğin, üzerinde, ruhunda emanet durmayan, dışarıdan dayatılmayan bir iş... Hep abesle iştigal edişler kalıyordu elinde... Çıkıp sokaklarda dolanıp, kamusal alanın üçgenine sıkışmamış, müdahil olabileceği bir şeyler aramak da işe yaramayacaktı muhtemelen. Bir kitapçı bulup bir yandan kitap satıp, müşterilerden kalan zamanda demli bir çay eşliğinde kitaplara gömülmek güzel olabilirdi belki. Ama bu da nihayetinde bencilce ve geçici bir çözüm olabilirdi ancak. Kitapçılar, sahaflar kale olsa kaç aklı ağrıyan sığardı ki sanki?

Sabahları toplu taşıma araçlarında işe gitmek için yola koyulmuş insanların ve bilhassa yüzlerinde mutsuzluğu makyajları örtememiş genç kızları, kadınları görmek gecelerce ağlamasına ve aklının daha da dayanılmaz sancılar doğurmasına sebep oluyordu. Hele ki lüksün fakirliğini çektiği için kendilerini çalışmak zorunda olduklarına ikna edenler ayrıca yakıyordu canını...

Yani ne olurdu şöyle kendilerine ait bir mekanları olsaydı birkaç dostuyla birlikte. Saat derdi, patron derdi olmayan... Ebette bu bir çözüm değildi. Böyle bir mekana sahip olsalar dahi yine akleden kalpleri bu ve benzeri sorunlara dair ağrımaya devam edecekti. Yine de insanların biraz karınlarını daha çok da ruhlarını besleyen, bol kitaplı, sıcacık bir mekan hiç fena olmazdı. “3 Kuruşa 5 Köfte” isminde, ya da “Göğe Bakma Durağı” gibi bir şey. Hatta kamusal alan dalgasına saat takanları almasalardı içeri. Kapıya prefabrik bir ikna odası yapıp, müşterileri mekana girmeden saatlerini çıkarmaya ikna edebilirlerdi. Gerçi yasakçı zihniyete benzemek istemezlerdi ama bu yasaklar da hayal gücünü geliştirmişti işte. Genelde o işe yarıyorlardı zaten, espiri malzemesi ve daralttıları dünyamızdan öte genişleyen hayal dünyamız... Bir an düşündü “Fazla mı geliştirdiler acaba, ondan mı böyle olduk da uyum sağlayamıyoruz?” diye. Astarı kumaşından uzun hayaller kurmaya alışmıştı haliyle. Yapmayı hayal ettikleri varken yapmaya mecbur olduklarının ağırlığını böyle iç konuşmalarla hafifiletmeye çalışıyordu işte. Bu da kendi çelişkisiydi belki de... Yine de yapmaya mecbur olduklarını yapmaması gerekenlerden uzak tutmaya çalışmaktaydı. İşin hüzünbaz kısmını bir kenarda tutabilirse alsında hedefleri hala ilk günkü tazeliklerini korumaktaydı. Soluklanacak takati her bulduğunda bilincine direniş aşıları yapmaya çalışırken buluyordu kendini. Çünkü o imanının ahlakı olan güvenin beslediği, kırıldıkça çoğalan bir umuda sahipti.

*dilsizmutercim'in karşı yakası ysmnle olan muhabbetinden kurgulanmıştır...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Özledikçe Irmaklar Doğuran Gözlerim
"Köprüler Üstünde Şaşırdığım Bir An; Yüreğin Arafta Atıyordu"
Pencere Önü Düşünce Rutinleri
Kuş Bakışı/bosna/4
Otantik Eğitim Metodları
Dilsiz'in Ben Tercümesi
Ağlayınca Gözleri Yosun Kokan Can!
Şimdi Ağladığınız Dilden Konuşacağım...
Denizi Vurmak, Öldürmek Gibidir Bir Kuşu Vurmak!

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Gecede Kaç Kişi Bu Şehirde?.. [Şiir]
Kalbimin İncir Bahçesi Sükûtumun Gizli Lehçesi [Şiir]
Bileklerimde Budanmış Gül Dalları [Şiir]
Kork Putlarının Elinde Patlamasından [Şiir]
Surda Bir Gedik Açmak [Deneme]
Dün Gece Güneşi İizledim Sabaha Dek [Deneme]
Cinnet Modern ve Truman Şov [Deneme]
Birini Anlamak İçin Onun Ayakkabısıyla Yürümek [Deneme]
Kendini İyileştiren Bir Yara Gibi [Deneme]
Sudan Çıkmış Balık Sendromunun Mutlu Versiyonu [Deneme]


Meryem Rabia Taşbilek kimdir?

Beni çabucak anlamak istemeyin yeter. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Kur'an, Aliya İzzetbegoviç, Ali Ural, İlhami Çiçek, Cahit Zarifoğlu...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Meryem Rabia Taşbilek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.