Sızı Peri Padişahının Kızı...
(Meryem Rabia Taşbilek) 11 Şubat 2007 |
Yüzleşme |
| |
"Bir imla hatası çoğa mal olur!..
Elime demir ver eğer bükerim!
Dilime kuş konudur, ne dil dökerim...
Belime dağ bindir sanma çökerim...
İşin bu garibi işsiz koyma gel...
Zaman mı kısaldı, ben mi yoruldum...
Eski havam yok duruldum...
...Candan vuruldum..."
(Bir Hasan Sağındık eserinden) |
|
Benim Sadık Yarim
(Meryem Rabia Taşbilek) 28 Haziran 2007 |
Doğa ve Dünya |
| |
Toprağın saçlarını okşayarak yazıyorum bu satırları...
"Sanki içimde bir kilim var. Kelimeler su gibi geziniyor kilimin üstünde. Anlattıkça kilim yıkanıyor, renkleri açılıyor." Kilimin renklerinin açılması yazarken daldığım bir rüya olsun istiyorum ve bu rüyadan uyandığımda bunu yeryüzünün sınırlarının, toprağın susuzluktan çatlamış nasırlı elleri gibi çatlamasına, kırılmasına yormak istiyorum. Umudumu matruşka bebekleri gibi çoğaltıp, uyanıkken gördüğüm rüyalarla emzirip, yazarken çektiğim sancılardan yanardağ olan umudumun sönmemesi için yeni sebepler doğuruyorum. Ve bu sancılar sadece bende sınırlı kalsa da, doğumlar okuyanların benliklerine de aşılansın, içlerindeki yorgun deli tayların yelelerini kınalasın diye dua ediyorum parmaklarımla. "Laf insanın içinden seke seke geçiyor. Sekerken hangi taşa konup, hangi yamaçta eğleneceğini sen bile bilemiyorsun." |
|
Surda Bir Gedik Açmak
(Meryem Rabia Taşbilek) 28 Haziran 2007 |
Türkiye |
| |
"Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!"
Necip Fazıl Kısakürek
Dünyanın sonu tezleri aslında her devrin insanları tarafından farklı üsluplarla yazılmış, söylenmiştir diye düşünüyorum. Hatta genellikle insanoğlunun ben bittim, biz bittik demeyi hazmedememesinden dolayı Dünya bitti, herşeyin sonu geldi deme kolaycılığı defalarca yaşanmış olmalı.
|
|
(Meryem Rabia Taşbilek) 28 Haziran 2007 |
Toplum |
| |
Çocuklarımız için Osmanlıca hâlâ "bu dil" ifadesindeki yabancılıktan payını almayı sürdürüyor. Namık Kemal'in yazıları çocuklarımız için ne yazık ki bu yüzden hâlâ bir yabancının yazıları gibi... Cevdet Paşa sanki bugün bize bizden biri gibi mi görünüyor? Elbette, artık o da bir yabancı... Peki ya Akif, Gökalp, Elmalılı, Babanzâde ve diğerleri? Sanırım cevap değişmeyecek... Biz bize yabancılaştık çünkü. Osmanoğulları bile Osmanlıca bilmiyorlar. |
|
Birini Anlamak İçin Onun Ayakkabısıyla Yürümek
(Meryem Rabia Taşbilek) 2 Temmuz 2007 |
Yüzleşme |
| |
Parçalanmış bir bedenden geriye sağlam bir çift papuç kalması pek mümkün olmasa da; belki mayın toplayan masum çocukların lastik papuçlarından biri olabilir... Yada bir gelinin veya damadın daha nikah masasında başlatılan anlamsız üstün gelme didişmelerinin izi vardır üzerinde. Belki de gitmemesi gereken bir yere doğru ayakları sürüklenirken kendi ayağına basıp kendine engel olmaya çalışan birinindir bunlar. Yada bir Züleyha'nın Yusuf'u kovalarken veya bir Sindirella'nın kaçarken düşürdüğü ayakkabılardır. Kaçarken vurulan birinin, belki sekerken burkulan bir bileğin de olabilir... Yada eylem yaparken yerde sürüklenen bir öğrencinin ayağından düşmüştür. Veyahut ayağı kesilen bir çocuğun annesinin içini dağlıyorlardı da gözü görmesin diye eskiciye vermiştir. Biri çocuğuna birşeyler almak için satmış da olabilir basbayağı. Karpuz kabuğundan gemiler yapan çocuklar mühimmatlarını kaçırırken annesi arkalarından söylenerek fırlatmış da olabilir, kaplumbağaların da uçtuğu bir beldede, kayalıktan atlayan Halepçeli kızın kesik kollu ağbisinin ağzında taşıdığı son yadigar da... |
|
Tarih & Dünya En Güzel Asrın Tekerrürüyle Taçlanmak İstiyor!
(Meryem Rabia Taşbilek) 4 Temmuz 2007 |
Unutulamayan Dönemler |
| |
Doğduğundan beridir müebbet bir hücre mahkumunun güneşe susaması gibi, tarih & dünya en güzel asrın tekerrürüyle taçlanmak istiyor!
...
Aydınlık ve güzel günler nazlı bir gelin edasıyla karalığın daha da koyulaşmasını bekliyorsa eğer; artık bilmelidir ki karanlıklar katran karasıdır! Ve bizler mecnunun Leylasını arayıp ağladığı, yolları gözlediği gibi, buğulu gözlerimizi ufka kilitlemiş, doğduğundan beridir müebbet bir hücre mahkumunun güneşe susaması gibi, “O”na kanmayı bekliyoruz yıllardır!.. |
|
Dün Gece Güneşi İizledim Sabaha Dek
(Meryem Rabia Taşbilek) 4 Temmuz 2007 |
Toplum |
| |
"Ey su gittin gideli herkes kuyunun taşlarını sayar da,
kimse kuyuya taş atma demez!"
YAPI DAVRANIŞI DOĞURUR!
Öğrenme hızımız değişim hızımızın önüne geçmezse doğru şekilde değişemeyiz. Ama yine de biz kullansak da kullanamsak da fıtratımızın denizler gibi olumsuzlukları, önyargıları dışarı atma kabiliyeti vardır diye düşünüyorum!
...
"umut kesilmiyorsa dostlarım
kesip
barikatlar kurarak kangrenli gövdemizden
şurda güneşe ne kaldı..."İlhami Çiçek
...
Diderot'un bahsettiği genç bir ressamın resim yapmaya başlarken diz çöküp ettiği duaya amin demekten kendimi alamıyorum!: Rabbim beni modelden kurtar! |
|
Sudan Çıkmış Balık Sendromunun Mutlu Versiyonu
(Meryem Rabia Taşbilek) 6 Temmuz 2007 |
Yaşam |
| |
RÛM SÛRESİ(48)
"Allah rüzgarları gönderendir. Onlar da bulutları harekete geçirir. Allah onları dilediği gibi, (bazen) yayar ve (bazen) yoğunlaştırır. Nihayet yağmurun onların arasından çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediklerine uğrattığı zaman bir de bakarsın sevinirler."
"Ben nerede yağmur yağarsa orada şemsiye kırmanın kitabıyım"
Mevlana İdris
Gözlerimize kurşunlar sıkılıyorken... |
|
Kaleme Yemin Olsun
(Meryem Rabia Taşbilek) 1 Ağustos 2007 |
Yazarlar ve Şairler |
| |
O yazıcı üç çeşit yazı yazdı;
Birini o okudu başkaları değil,
Birini o da okudu başkaları da,
Birini o da okumadı başkaları da...
Şems-i Tebrizî
Her zaman aynı akıcılıkta "özümüzden gürlemez" cümleler. Her daim fikirlerimize tahayyül ettiğimiz beceri ve çeviklikle giydiremeyiz kelimeleri. Sözün özü ya biçilen cümelenin gölgesinde asimile olur veyahut kursağımıza düğümlenenleri kaleme alıncaya kadar hararetini, tesirini yitirir... Zira tesirini yitirmeyen, başka hiçbir kelamın gölgesinde kalmayan tek kelam vardır. Özümüzü, kelamamızı görünen veya görünmeyen şekliyle ne denli o ilahi kelamla yoğurusak elimizdeki kalem de o denli kavi ilerler kağıt üzerinde. |
|
Kendini İyileştiren Bir Yara Gibi
(Meryem Rabia Taşbilek) 1 Eylül 2007 |
Yüzleşme |
| |
"Bundan önceki hayatımın içinden geçiyorum
önceki hayatımdaki çölden geçiyorum
şimdi iki yanında yükselen uzun binalara aldırmadan
burası çöldü biliyorum
o zaman da çöldü
bu zamanda
binaların örtemediği çölü görüyorum
eski bedenimde aldığım öldürücü yaralar
yalnızca birer leke şimdiki bedenimde
yatağan, saldırma, ok mızrak
fal gibi sakli duruyor derinimde
kutsal kitaplara dilini veren şiir
birer leke dilimde
bir zamanlar gördüğüm bir rüya bu
şimdi içinden geçiyorum
görmüştüm görmüştüm görüyorum"
Yanımdan tekerleklerine boncuklar dizildiği için ilginç ritimlerde sesler çıkartan bisikletiyle minik bir çocuk geçiyor. Tekerlek döndükçe kum saati ters düz oluyor. Tekerlek zamanı öğütüyor. Kendimi ritme kaptırıp arkasından bağlanmış bir teneke gibi sürükleniyorum. Bilinç altımın akıntılarından birine, bir kanala giriyorum. Ve orada içime dolan çim kokusunu, hatıra kumbaramın gıcırtılı sesi eşliğinde yüzüme çarpan vernik kokusuna bağlıyorum. |
|
Lal Muhabbet/ler
(Meryem Rabia Taşbilek) 1 Eylül 2007 |
Yaşam |
| |
Konuşmanın, tanışmanın getirisi olarak aramızda bağlar kurduğumuz insanlar kadar, bir kelime dahi konuşmadığımız bir çok insan ve varlıkla aramızda en az konuştuklarımız kadar sağlam bağlar kurarız. Zaten bazen kelimeler muhabbeti törpüler, sükut da cilalar... Ve yine bazı semtler, camiler, mezarlıklar, bazı binalar vardır ki onları bir bahane bulup ziyaret etmek, sessizce dertleşmek, gün geçtikçe solan, değişen renklerine, çehrelerinin farklı hallerine şahit olmak bazılarımızın hayatında önemli bir yere sahip. Aramızda sessiz diyaloglar yüksek çekim gücüne sahip bağlar vardır... insan kendisini mekanla duygusal bir bağ kurarkan bulur, zamanın bile törpüleyemeyeceği bir bağ... Mekan pörsüse de insan vefa gösterdiğinde bağ baki kalır...
Mesela; bizim mutfaktaki çaydanlıkla su götürmez bir dostluğumuz vardır. Kimsenin yanımda olmadığı demlerde kendisi sadık bir dost olarak benimle geceler boyu demlenirdi. Zatı allerini kaçyüz kere ateşte unutup uyuya kaldığımdan; aşıkların yüreklerinden daha fazla yanmışsa da gık bile demeden hayatımdaki yerinde varlığını sürdürmeye devam eder..
Tabi bir de birçoğumuzun yanından hiç ayırmadığı 3 K... Kağıt, kalem, kitap hakkında pek çok şey söylenebilir... |
|
Bir Gül Tohumu Ekmeli Küllerimize/bosna - 1
(Meryem Rabia Taşbilek) 3 Eylül 2008 |
Yaşam |
| |
O köprüde bir başkalık vardı diye ağlıyor yaşlı adam. O köprüde bir başkalık vardı, bu benim Mostar’ım değil! Teselli sözcükleri aramak içimden gelmiyor. Çünkü biliyorum ki karşımdakinin acısının üzerinde her teselli sözcüğü eğreti duracak. Yeri doldurulamayacak bir çok şeyini yitirmiş, vakarı acısıyla bütünleşmiş, sarsılmış ama yıkılmamış bir çınar gibi karşımda duran adam için ne söylesem yavan. Susuyorum, ağlayarak ve yumruk yaptığım parmaklarımı gizliden gizliye dişleyerek eşlik ediyorum acısına. 12 yakını katledilmişliğin acısını içimde nereye yerleştireceğimi bilemeden.
Gariptir ki; saat 15:52 de Mostar yerle bir edildikten sonra; köprüyü yakından gördüğüm, ayak bastığım ilk anda, yani “tamir” edildikten sonra, ben de bu köprüde bir başkalık olduğunu hissetmiştim. Eskiden de bir başkaydı elbet. Fakat artık yalancı bir edayla, hiçbir şey olmamış gibi, akan onca kanın ardından olağanca beyazlığıyla gerçeklikten uzak öylesine bir yeri doldurulmuşluk, kanıma dokunmuştu gördüğümde.
|
|
Cinnet Modern ve Truman Şov
(Meryem Rabia Taşbilek) 29 Aralık 2008 |
Post-Modernizm |
| |
Az ya da çok bir Truman Şow (filmine) dönen yahut dönüştürülmeye çalışılan hayatımızı bu aralar ağrı eşiğimi pek çok zamandan daha da fazla hırpalayacak şekilde gözden geçirmeye çalışıyorum. Zaten insanın özelde kendi hayatını ve genelde yaşadığı toplumu, kainatı aklı ağrıyacak şekilde kafa patlatarak tefekkür etmeye çalışması yeterince sarsıcı bir durum olsa da bu konuya dair izlemeyenler için “The Truman Show”dan da bahsetmek istiyorum.
Film Truman adında bir insanoğlunun bebekliğinden itibaren bu durumdan kendisinin haberi olmaksızın; bir Tv Şovuna tabir yerindeyse evlatlık olarak verilmesi ve sonrasında kendisi dışında herkesin bu şovu izlemesine dayalı bir hayat serüvenini içeriyor. Çocukluğundan itibaren bir adadadır ve Tv şovu devam ettiği sürece bu programın kaymağını yiyenlerin kazançlarının sona ermemesi için adadan ayrılmaması gerekmektedir. Bu yüzden bilinç altına yapay bazı hatıralarla deniz fobisi yerleştirilmiştir Truman'ın. Bu fobisinden dolayı kaçmak için farklı yolları kullanmaya yeltendiğinde de turizm ajansının duvarlarında araç kazalarının fotoğraflı haberleri yer almaktadır. Böylece adadan kaçış yollarını tıkamaya çalışır şov yönetimi. Çağımızın Psikolojik Savaş silahı medyanın kulaklarını çınlatmadan edemiyoruz haliyle bu noktada. İçinde yaşadığımız sistem(ler)de topluma empoze edilen suni tehlike, korku ve güvenin istemin tekelinde olduğu düşüncesi, düşman ve ötekilerle bizim üzerimizde uygulanmaya çalışılanların biraz daha derinden farkına varabiliyor insan bu film vesilesiyle. |
|
|
Dünümde, bugünümde ve yarınımda:
Soruların çıkardığı sürtünme sesi pek de kafiyeli sayılmazdı. Bu yüzden dışarıdan duyulduğunda iç gıcıklardı pek çok defa. İnsanlar yüzünde soru işaretleriyle gezen çehrelere tüylü bir şeftaliye dokunmuşcasına ekşiyerek bakarlardı. Soru sorma yoldaşlığı yerine, bulunacak olan yeni cevaplarla, hali hazırda var olan cevaplarını tokuşturma kolaylığını yeğlerlerdi. Bu durum örsünü vuruyordu teraziye. Tebbessümüne inşirah içirilmiş çocuklar şaşkınlıkla bakardı bu hale kapı aralıklarından. Çocuklar ve kuşlar eflatun bir fon gibi uğuldardı şehrin gürültüsüne boğdurulmuş can kulağımızda. Fakat şu aşikardı ki, herkesin içindeki karanlık aydınlığını arıyordu. Aranıyorsa bulunacaktı elbet. Bazılarımız pusuda gözlüyorduk aydınlık arayan karanlığımızı. Pütürlü soru işaretleri törpülüyordu hakikatin önündeki duvarı inceden inceye. Yeni anlamlar yumuşak dokuyu geçip, aklın sinir uçlarına dokunup kanatıyordu.
...
Ayrıca bu adreste de yazılarımı yayınlıyorum;
http://www.dilisizmutercim.blogcu.com
|
|