Yaşamın her anı hakkını ister. -Goethe |
|
||||||||||
|
Şiir, duygulanmaya dayanır. Şiiri yazan kişinin duyguları, en güzel şekilde kelimelere dökülür. Şiir, duyularak yazılan bir sanattır. Bu nedenle şiirin tam tarifi yapılamamaktadır. Her defasında başka kalıplara dökülerek karşımıza çıkar. Kimileri ölçülü, ahenkli bir şekilde yazarken; kimileri de karşı çıkmıştır bu kalıplara. "Şiir, tamamen özgür olmalıdır. Ahenk, kafiye aranmamalıdır" diyenler olmuştur. Ama kendileri dahi şiir yazarken bir nebze de olsa uzak duramamışlar kafiyeden, ahenkten. Bazı şairlerimiz de yazılanın değil, söylenilenin peşine düşer. "Sözü az söyle güzel söyle" düşüncesini güderler. "Sözüm doğru olsun, odun gibi olsun" diyenler de olur. Uzun lafın kısası Sokrates′ten günümüze şiir, çok sevilmiş ve çok beğenilmiş bir tür olmuştur. Duygular, sözcüklerle birleşerek şiir adı altında hayat bulmuştur. Günümüzde de şiir, aynı derecede sevilmekte ve beğenilmektedir. Bu gün belki de hiç şiir yazmayan, hiç şiir okumayan bir tek insan bile yoktur. Çünkü duygunun ve insanın olduğu her yerde şiir de vardır. Ve olmaya da devam edecektir. Çünkü şiir duygulanmanın ta kendisidir… İnternette dolaşırken, www.edebiyatdefteri.com adlı sitede bildiğim bir isim; fakat tanımadığım bir şair dosta rastladım. “Yozcu” mahlasını taşıyordu. Yani benim soyadımı taşıyan bir şair arkadaştı. Hatta akraba dahi olabiliriz diye düşündüm. Araştırdım; ama pek de izine rastlayamadım doğrusu. Şiiri, şiir gibi yazmış. Çok beğendiğim, güzel mısraları var. Duygularını o kadar güzel dile getirmiş ki, dizelerde kelimeler ardı ardına ahenkli bir şekilde dizilivermiş. Birazcık Orhan Veli′nin etkisi bulaşmış şiirine. Söylemler Onun dizelerini hatırlatıyor. Orhan Veli de bizler için önemli bir şair. Edebiyata adını altın harflerle yazdırmış biri. Bir çığırın, bir ekolün yaratıcısı ne de olsa… Yozcu′nun şiirlerini okurken şöyle düşündüm: Her şair, mutlaka kendisine bir usta seçer. Onu taklit eder başlarda. Zamanla yazdığı şiirleri kendisi de beğenmez olur. Ve an gelir, kendi varlığını ispat edercesine haykırır dizeleri. Kendi üslubunu yakalar. Biçimini oluşturur. Farklı sesler dile getirmeye başlar. İşte şiiri o zaman yakalamış olur. Şair Yozcu, bir Anadolu İnsanı. Bir Çukurova çocuğu. Doğrusu çok sıcak, kavurgan Çukurova′dan az yazar, şair, sanatçı çıkmadı. Hepsi de kendi dallarında bir numara oldular. Dünyada dahi adlarını duyuranlar, Nobel′e aday gösterilenler oldu. Çukurova, şairleriyle, ozanlarıyla tanınır. Âşık ruhlu insanların toprağıdır burası. Âşık Feymani, Halil Karabulut, Abdulvahap Kocaman, Mahmut Taşkaya gibi ozanlarımız buradan çıkmıştır. Ali Püsküllü gibi bir şair, Kemal Tahir, Orhan Kemal gibi yazarlar, Yaşar Kemal gibi bir dev dünya romancısı yine Çukurovalıdır. Hep merak etmişimdir. Neden Çukurova′dan bu kadar çok ozan, sanatçı, şair, yazarçizer takımı çıkar diye? Havasından mı suyundan mı, yakıcı, kavurucu sıcaklığından mı bilinmez. Yozcu da bir Çukurova insanı. Deyim yerinde ise tam bir Çukurova Çocuğu. Çukurova, her dönemde hareketli, canlı ve düşünen insanların toprağı olmuş bir bölge. Siyasette, sanatta, kültürde ve sporda birçok önemli şahsiyetler yetiştirmiş. Yetişenler bölge ve tüm Türkiye′de etkili olmuş kişiler. Çukurova insanı merttir. Yiğit ve cesurdur. Kahramandır. Yufka yürekli ve yardımseverdir. Duygulu ve coşkuludur. Tok seslidir. Bu duygusunu, coşkusunu içinde saklayamaz. Hemen dışa yansıtıverir. Sözleriyle belli edemezse dahi hareketleriyle ortaya koyuverir. Çukurova insanı, sert mizacıyla bilinir. Kalın, kaba konuşmasıyla tanınır. Ama namert değildir. Küfrü, yiğitlik adına, mertlik adına yapar. Kem gözle bakmaz kimseye. Öyle vara yoğa dil uzatmaz. Haklıdır davasında. Hakkını kimseye yedirmez. Gerekirse ölür bu uğurda. Onun dile dolanmış küfrü sadece, kadersizliğe, çaresizliğedir. Yoksa kalbinde bir kötülük yoktur. Tertemizdir içi. İsyanı kalleşliğedir… İşte Şair Yozcu "Ben Çukurova Çocuğuyum" derken, Çukurova insanını anlatmış mısralarında. Anlamlı, yalın, basit bir dille: ÇUKUROVA ÇOCUĞU Ben, Çukurova çocuğuyum. Dilime küfür dolanmış bir kere. Çözemem. Lakin Vara yoğa etmem Yüreğim, süs biberi Bilirim Kir tutmaz acı. Ben, Çukurova çocuğuyum. Küfür, ağzımda sakız Vara yoğa değil, Kadere, Kahpeliğe, Çaresizliğe… Hangimiz kendimize göre bir ütopya oluşturmadık ki? Hangimiz kötülüklerden, çirkinliklerden uzak, sadece sevginin olduğu ve sadece bize ait olan bir dünya kurmadık ki? Öyle bir dünya ki sadece bize ait. İçinde sadece kendimizin olduğu, zahmetsiz bir dünya. Ama bize ait, bizim olan, yalnız bir dünya… Şair Yozcu, "Yalnızlığım" adlı şiirinde kendi dünyasını anlatmış. Bu dünya, öbür hayalî dünyalardan oldukça farklıdır. Bu dünya, şiirlerden, romanlardan yaratılmıştır. Dünyamız nasıl, toprak, hava, su ve ateşten oluşmuşsa Yozcu′nun dünyası da duygulardan, sözcüklerden meydana gelmiştir. Çünkü şiir, edebiyat sanatının bir parçasıdır. Bu parçanın ana malzemesi de duygu ve sözcüklerdir. Şair, duygularını sözcüklere dökerek can verir. Şiir ve roman, onun hayatının bir parçasıdır adeta. Onlar olmazsa şair de olmayacaktır. Bu nedenle başka birini istemiyor şair. "Dünyamın kapısını aralamayın, çirkin suratlarınızı göstermeyin" diye haykırıyor. Saf, temiz dünyasının kirletilmesini istemiyor. Şair, yarattığı dünyasında yapayalnızdır. Ama bu yalnızlık kendisi için meydana getirdiği bir çiçektir. Şikâyetçi değildir durumundan. Bilakis memnundur. Burada da Servet-i Fünuncuların özelliklerini görüyoruz Yozcu′da. Onlarda da içe kapanık, yalnızlığı seven ve hatta bulundukları ortamdan uzaklara kaçmak isteyen bir anlayış vardı. Öyle ki bazı şairler, Yeni Zelanda′ya gidecekler ve orada bir çiftlik satın alarak bambaşka bir dünya kuracaklardı. Burada, yalnızlıkların ve gecelerin şairi, Üstat Ahmet Haşim′i de anmadan geçemeyiz. Haşim de yalnızlığı seven ve sadece geceleri dışarı çıkmayı seven bir şairdi. Onun da şiirlerinde genellikle hep yalnızlık ve gece temaları vardı. Haşim, belki de çok çirkinliğinden olacak toplum içine pek çıkmak istemeyen ve toplumdan kaçan bir şairdi. Ama bundan da zerre kadar şikâyeti yoktu. Memnun ve mutluydu halinden. Aynı mutluluğu Yozcu′da da görüyoruz: YALNIZLIĞIM Şiirlerden, romanlardan Bir dünya yarattım kendime. Yıkmayın, Aralamayın dünyamın kapısını. Çirkin suratlarınızı göstermeyin. Kapayın kapımı; Hatta kilitleyin. Dünyamda kendime bir çiçek yarattım. Adını Yalnızlığım koydum. Kırmayın kapımı. Solmasın çiçeğim Ben böyle de mutluyum. Hayat, gelip geçicidir. Binlerce yıl geçmiş. Milyarlarca insan gelip gitmiş. Dünya kimselere kalmamış. Hayat, su misali akıp gidiyor. Kimileri zengin. Mağrur, gururlu. Kimileri aç, perişan. Önemli olan o değil. İnsan gibi yaşamak. Yaşayabilmesini bilmek. Ömür boyunca kula kul olmamak. Nerede görülmüş bir başkasına boyun eğmek, kul köle olmak? Hani şairin dediği gibi "Dünya Sultan Süleyman′a bile kalmaz." Göçüp gidince bu diyardan sadece iyiler hatırlanıp anılır. Kalıcı bir eseri olanlar yâd edilir hep. Olumlu, güzel işler yapanlar konuşulur. Kötülerin anıldığı nerede görülmüş, duyulmuştur? Her şey geçicidir. Ömrün de bir sonu vardır. Önemli olan insanın özünü kaybetmemesidir. Ulu bir çınar bile yüzyıllar sonra özsuyunu kaybedince eriyip yok olmuyor mu? İşte Şair Yozcu, Çınar adlı şiirinde farklı duygularla dünyanın gelip geçiciliğini anlatmış: ÇINAR Ne kavak, ne söğüt Olacaksın! Çınar olacaksın. Paşam demeyeceksin, Boyun eğmeyeceksin, Rüzgâra, borana. Açacaksın kollarını Semayı yere düşürmeyeceksin Her daim dik başın, Kafa tutarken güneşe Kervanlar, yabanlar eteklerinde Konuklarını Ağırlamasını bileceksin. Tünese de tepene kuzgunlar Alacakargalar, Sineni açacaksın Börtü böceğe Kırılsa da kolun kanadın Acıların olgunlaştırdığını bileceksin Ne söğüt ne kavak, Gelip geçici bir heves değildir Yaşamak. Aldığından daha çok vereceksin. Onurunla dikilecek, Göğüs gereceksin. Özsuyunda tükenmişse sevdan, Hülasa, Çınar olsan da Çürüyüp gideceksin. Hepimiz, zaman denilen mevhumun içinde yaşayıp gidiyoruz. İnsanız. İnsan olanın başından bin bir dert geçer. "Yaşa ki göresin" demiş atalar. Yaşadıkça neler geçer başımızdan? Hiç umulmadık, istenmedik olaylara şahit oluruz. Bazen neşeli de oluruz hani. Ama acı denen şey yakamızı bırakmaz bir türlü. Gözümüzün yaşı kurumaz. Biri daha bitmeden bir öbürü başlar nedense. Adeta birileri bizi deniyor da sabrımızı ölçüyor gibi gelir. Her şeye göğüs germeye çalışırız. Unutmak için gayret gösteririz de bir türlü unutamayız. Zaman denilen şey akıp gider önümüzden de bir türlü onu göremeyiz. Yakalamaya çalışsak da farkına varamadan çok geç kalırız. Yakalayamayız bir türlü. Dönüp arkamıza baktığımızda da yaşlandığımızı görürüz. Tüm dostların zaman içinde bizi terk ettiğini görürüz. İyi günümüzde etrafımızda pervana olanların kötü günlerimizde yok olduklarını, alçaldıklarını görürüz. Bir de zamana “En iyi ilaç” derler. Gerçekten öyle mi? İşte Şair Yozcu, bunun tam aksini söylüyor. Zamanı ilaç değil de her şeyi yok eden bir cellât olarak görüyor: CELLÂT Nerede, bir ekmeği paylaştığın dostların? Nerede, bayramda öptüğün eller? Kaldı mı yüzünde izi , Geçmiş acıların? Sebepsiz dağıtabiliyor musun gülücükler? Ümitsizce âşık olduğun komşu kızı, Yüreğinde var mı sızısı? Zaman her şeye çareymiş İnanma yalandır Her şeyin cellâdı zamandır 31.08.2008 Yenivolkan ve Güneş Gazetesi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |