"Bilmezlik ile ne hoştum; hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Angela'nın Külleri, İrlanda asıllı ABD'li öğretmen ve yazar Frank McCourt'un 1996 yılında yazdığı 458 sayfalık bir romandır. Roman, Türkçeye Neşe Olcaytu tarafından tercüme edilmiş. 1999 Yılında Epsilon Yayınları arasında yer almış. Roman, kahramanının ağzıyla anlatılan otobiyografik bir eser. Yani roman kahramanı kendi hayatını anlatmaktadır. Kahraman bakış açısı yöntemiyle kaleme alınmış. Eser, sade bir dil ile Türkçeye çevrilmiş. Akıcı bir üslubu var. İnsan hayatını, yaşamını gerçekçi bir dille anlattığı için çok sevilen bir eser olmuş. Bu özellikleriyle eser birçok ödül birden almış. Bunlardan en önemlisi “Pulitzer Ödülü”dür. Bunların dışında “Ulusal Kitap Kritikleri Çevresi Ödülü”, “Los Angeles Times Kitap Ödülü” var. Pek çok dile çevrilen bu eser, 1999 yılında İngiliz yönetmen Alan Parker tarafından aynı adla sinemaya da aktarıldı. Roman, adeta yoksulluğun, sefaletin, açlığın, çaresizliğin, yokluğun ve de ölümün bir romanı. Daha ilk sayfada yazar Ailesinin İrlanda’ya döndüklerini ve burada çok sıkıntı çektiklerini anlatan ifadeler kullanır. İlk cümlelerle ailesinin bir tablosunu çizer: “Annemle babam New York’ta tanışıp evlenmişler. Ben de orada doğdum. İrlanda’ya geri döndüklerinde 4 yaşındaydım. Malachy 3, ikizler (Oliver ile Eugene) henüz 1 yaşındaydılar. Kız kardeşimiz Margaret öleli çok oluyordu. İrlanda’ya dönmek büyük hataydı. Bunun bedelini hepimiz ağır ödedik” sayfa 5 İşte bu ifadeler, yazarın ve ailesinin ne kadar çok sıkıntı çektiklerini özetliyor. Yazar bu sayfada şöyle devam ediyor:“Geriye bakıp çocukluğumu anımsadığımda, nasıl hayatta kalabildiğime hâlâ şaşarım. Kötü bir çocukluktu; mutlu bir çocukluğun pek kayda değer yanı yoktur zaten. Sadece mutsuz bir çocukluk geçirmiş olmak da, mutsuz bir İrlandalı çocuk olmak kadar kötü değildir. Bundan da kötüsü mutsuz bir İrlandalı Katolik çocuk olmaktır." Sayfa 5 Roman yazarı Frank McCourt, ailesi ile birlikte, o yıllar bütün dünyada yaşanan büyük ekonomik krizin pençesi altındadır. Yoksulluk ve yokluk nereye giderlerse onlarla beraberdir. Ailesi, yeni umutlarla “Yeni Dünya” denilen Amerika’ya göç etmiştir. Yazar, New York’ta dünyaya gelir. Ancak babasının içkiye düşkünlüğünden dolayı iş bulamaması ve çalışamaması yüzünden daha iyi bir yaşam geçirmek düşüncesiyle kendi ana vatanları olan İrlanda'ya geri dönerler. Aslında dönmekten de ziyade, hiç çalışmadığı için işe yaramadığı düşüncesiyle, diğer kuzenleri tarafından adeta buna mecbur edilmişlerdir. İrlanda’da Limerick Kenti’ne yerleşirler. Ama baba, burada da iş bulamaz. Burada da fırsat buldukça meyhaneye gider ve eline geçen parayı da içkiye verir. Bu nedenle geçim sıkıntısına düşerler. Tüm günleri açlık ve yokluk içinde geçer. Akrabaları da pek yardım etmek istemezler. Çünkü onlar da yoksulluğun pençesi içindedirler. Babası, Franklin’i ve diğer çocukları, İrlanda’ya bağlı, ülkelerini çok seven ve gerektiğinde İrlanda için ölmeyi bile göze alan bireyler olarak yetiştirir. Eve, her sarhoş gelmesinde ilk işi, çocukları kaldırıp onlara İrlanda marşları okutmak ve o dönemlerin İrlanda kahramanı Cuchulain’in maceralarını bıkmadan usanmadan anlattırmaktır. Baba, çocuklarına düşkün olmasına rağmen, babalık görevini tam yerine getiremez. Bunun sebebi çalışmayı sevmemesidir. Babanın en çok sevdiği şey, bir birahaneye gidip kendinden geçinceye kadar bira içmektir. Eline geçen her parayı biraya vermektedir. Baba, romanda ırkçılıkla da karşılaşmaktadır. Kuzeyli olduğu için hor görülmekte ve ona iş verilmemektedir: “Patronlar ve ustabaşıları her zaman babama saygı gösteriyorlar. Ama babam ağzını açtığı anda vazgeçiyorlar. Kuzeyli aksanını duyar duymaz, Limerick’li birini tercih ediveriyorlar.” Sayfa 112 “Aman yarabbim! Deli bir çığlık atıyor. İşte olacağı bu. Şunun kullandığı kelimeye bak. Kuzeyli bir babanın çocuğundan başka ne beklenir. Bu kelimeyi bir daha sakın kullanma. Çok kötü bir kelime. Lanetli bir kelime. Böyle bir kelimeyi kullandığın için cehenneme gidebilirsin. Cehennem nedir diye soruyor Malachy” Sayfa 48 Baba, İrlanda’da da dikiş tutturamaz. İş bulmak umuduyla İngiltere’ye gider. İş bulduğunu söyler, ama ailesine hiç para göndermez. Bu, aslında babanın aileyi terk etmesidir. Bir daha da geri dönmez. Sosyal Dernekten alınan paralarla geçinmeye başlar aile. Çocukların ara ara yaptıkları hırsızlık da artık normal karşılanmaktadır. Frank McCourt, ısınmak için kömür çalar… Roman kahramanı olan yazar, yaptığı hırsızlıklar sonrası mutlaka kiliseye giderek günah çıkartır. Roman geneline bakılınca yer yer din motiflerine rastlıyorsunuz. Birçok sayfada mutlaka din motifi ile karşılaşıyorsunuz: Kilise, papaz, günah çıkarmak… Düşünüyorum da bizim yazarlarımız eserlerinde biraz dini motiflere yer verse veya bu tür konulardan bahsetse hemen “Gerici” damgasını yer… Çocuklar, okula gider. Eğitimleri aksatılmak istenmez. Bu vesileyle İrlanda Eğitim Sistemiyle de ilgili bilgilere rastlıyoruz: “ Leamy’de 6 öğretmen var ve hepsinin de kayışları, kamışları ve dikenli sopaları var. Sopayla insanın omuzlarına ya da kıçına, bacaklarına ve özellikle avuçlarına vururlar. Okula geç kalırsan vururlar, gülersen vururlar, kalemin mürekkep akıtırsa vururlar, konuşursan vururlar, dersini bilmezsen vururlar.” Sayfa 94 “Pekala McCourt kardeşlere bir daha ayakkabıları yüzünden alay edecek olursanız, sopamı çıkarırım Neyimi çıkarırmışım? Sopanızı efendim. Ve bilin ki o sopa canınızı yakar, çocuklar. Havada ıslık çalarak Mccourt kardeşlerle alay eden kimse onun kıçına iner. Kime inecekmiş çocuklar? Alay eden çocuklara efendim.”sayfa 128” Şöyle bir karşılaştırınca, bizim Cumhuriyetten önceki Falaka sistemi ile bir ilişki kurmamız mümkündür. Hatırlarsanız, önceden, babalarımız, bizleri okula verirken öğretmenlere “Eti senin, kemiği benim” diyerek okula teslim ederlerdi. Böylece, öğretmene olan güveni dile getirirler ve onlara tüm yetkiyi verirlerdi. Romanda, çocuklar, iyi bir aile terbiyesi almış, doğru ve dürüstlükle yetişmişlerdir. Çevresindekilere karşı kibar ve saygılı davranmaktadırlar: “Gel buraya ufaklık! Gelsene, sana söylüyorum. Adama doğru gidiyorum. “Şu ikizlerin ağabeyi sensin değil mi?” “Evet efendim.” “Al, bu torbada biraz meyve var. Bak, istemezsen atacağım. Al bakalım şu torbayı. Elma, portakal, muz... Muz seversin değil mi? Eminim çok seversin. Hadi al şu torbayı. İkizlere de birer muz ver bence, seslerini ta karşı kaldırımdan duyuyorum, belki susarlar.” “Teşekkür ederim efendim.” “Pek de kibarmışsın, kim öğretti sana bunları bakayım? “Babam, efendim.” Sayfa 34-35” Mccourt, roman boyunca, hep tekrar Amerika’ya dönmeyi hayal eder. Bu nedenle çalışıp para biriktirmek istemektedir. Ama okul buna engeldir. Bu nedenle de okula gitmek istememektedir. Yaşlı bir adama, kitap okuyarak, ona kömür taşıyarak ve at arabasını kullanarak çok az da olsa para kazanmaya başlar. Böylece çalışmanın erdemini öğrenmiş olur. Frank Amerika’da doğmuştur; ama kader onu İrlanda’ya sürüklemiştir. Er veya geç Amerika’ya geri dönecektir. Bu hayalle büyümeye başlar. Kazandığı parayı da bu amaçla biriktirir. Ama bundan annesinin haberi olmaz. Çocukluktan çıkıp, gençliğe ilk attığı adımlarda bir postanede posta dağıtmak için geçici bir iş bulur. Bu, kendisine büyük güven verir. Artık kendini, büyük, yetişkin biri olarak görür. Bu yaşta ilk defa bira ile tanışır. Birahaneye gider ve bira içer. Yine bu dönemde ilk aşkı tadar. Ama, âşık olduğu kız hastalanarak ölür. Frank bundan dolayı kendini suçlar… Yazar, duygu ve düşüncelerini içtenlikle yazmıştır. Kendini o kadar güzel bir şekilde anlatıyor ki roman, sizi asla sıkmıyor… Bu nedenle mutlaka okunması gereken bir kitap diye düşünüyorum. Roman sonunda, Frank, biriktirdiği para ile Amerika bileti alıyor. Ve bir gemiye binerek Amerika’nın yolunu tutuyor. Kardeşlerine olan düşkünlüğünden bir ara bu düşüncesinden vazgeçmek istiyor. Babası gittikten sonra, bir gün ev sahipleri kendilerini kovar. Bundan sonra, sarhoş bir adamın yanına yerleşirler. Yazar, bir gece annesinin bu sarhoş adamın odasına gitmesini hiç affedemez. Annesine kızar ve için için ondan nefret eder. Öyle ki, Amerika’ya gitmesinin baş nedenlerinden biri de bu nefret olmuştur diyebiliriz… Roman, McCourt’un Amerika’ya gitmesi ve orada bir limanda bir hizmetçi kızla ilişkiye girmesiyle son bulur. Bundan sonra ne yaptığı, nasıl yaşadığı bilinmez… Roman, birdenbire biter. Adeta ortadan bıçakla kesilmiş gibidir… Roman yazarı Frank McCourt, New York Broklyn’de 1930 yılının 19 Ağustosunda doğdu. Ailesi ile İrlanda’ya geri döndü.11 yaşında babası onları terk etti. Frank ailesine yardım etmek için 13 yaşında okulu terk etti. 19 yaşında New York’a gitti. Askerliğini yaptıktan sonra yarım kalan eğitimini tamamladı. Öğretmenlik yaptı. Görüldüğü gibi yazar, gerçek hayatını bu eserde kaleme aldı. Hemen hemen her sayfası gerçek bir yaşam öyküsü olan bu roman çok beğenilmiş ve Dünya edebiyatında yerini şimdiden almıştır…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |