Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Birkaç gün önce Yalçın kardeşim, ailecek bizi evine davet etmişti. Biz de “Allah’tan bir engel olmazsa geliriz” demiştik. İşte dün gece Yalçın Arıcı’nın evindeydik. Dışarı masa hazırlamıştı. Bizleri, hanımıyla birlikte güler yüzleriyle kapıda karşıladı. Masaya oturduk. Çok geçmeden bir araç geldi. Araçtan iki kişi indi. Gelenlerden biri Ardahan Köyü’nden Yalçın’ın çok samimi arkadaşı Niyazi Öğüt’tü. Yanında ise sessiz, sakin, efendi ve çok mahcup bir kişi vardı. Elinde, kılıf içinde saz olduğunu tahmin ettiğim bir müzik aleti vardı. Bu da gecenin sürpriziydi. Bu, sessiz, sakin ve mahcup adam, Adana Fekeli Aşık Osman Akçay’dan başkası değildi. Ozanlık geleneğinin Türkiye’deki son dönemde yetişen usta Aşıklardan biriydi, Aşık Osman Akçay. Adını, Edebiyatçı olmam gereği, bir iki defa basında okumuştum. Ama doğrusu, ilk defa canlı ve karşımda görmüştüm. Onlar da masaya geçip oturdular. Birbirimizi yakından tanımaya başladık. Masadakilerin çoğunluğu Adana kökenliydi. Bir de Yalçın’ın İngiltere’den gelen komşuları vardı. Öyle ki onlar da Âşık Geleneğini yakından tanımak için gelmişlerdi. Yalçın’ın Saygıdeğer Eşi Elvan Hanım, her zamanki gibi maharetlerini göstermiş, sofrayı çok lezzetli ve çok güzel çeşitli yemeklerle donatmıştı. Hem sohbet ediyor, hem de yemeklerimizi yiyorduk. Âşık Osman Akçay, âşıklık geleneğini anlatıyordu. Nasıl Âşık olduğunu, küçüklükte bu işe merak sardığını, Karacaoğlan gibi Kerem gibi tanınmış Âşıkları okuduğunu, kendini yetiştirip belli bir kıvama geldikten sonra sazını eline alarak âşıklık geleneğine gönül verdiğini, ömrünü bu uğurda harcadığını anlattı. Kısa zamanda tüm Türkiye’de tanındığını, yurdun neredeyse bütün yerlerini dolaştığını, yurt içinde ve yurt dışında birçok konserlere katıldığını, Âşık Şölenlerine gittiğini, atışmalar yaptığını, aldığı davetlerle düğünlere, önemli günlere, eş ve dost toplantılarına katıldığını belirtti. Âşıklık tarzı geleneğinin günümüzde nasıl karşılandığını sormam üzerine, “Eskisi kadar değer verilmediğini, yeni neslin bu geleneği artık unuttuğunu, görmediğini, bilmediğini ve bu nedenle de bu tarza yabancı kaldıklarını” söyledi. “Aşıklık Geleneğinin bir eğitim çerçevesi içinde öğretilmesi gerektiğine inanıyorum. Okullara ders olarak konulması lazım. Okullarda, öğrencilere ders olarak verilirse, öğrenciler de bu geleneği yakından tanıyıp sevmiş olurlar. Böylece belki aralarında yeni neslin âşıkları çıkar. Gelenek de böylece sürüp gider. Unutulmaz. Müzik, zaten evrenseldir. Aynı dili konuşur. İnsanda güzel duygular uyandırır. İnsanın ufkunu açar. Bu nedenle önem verilmesi gerekir” diyor. Devletin artık eskisi kadar Âşıklara değer vermediğini, onlara eskisi kadar sahip çıkmadığını belirtiyor. “Bakınız, devlet bize şu kartı verdi. Sözde bu kart bize bazı yerlerde kolaylık sağlayacak. Müzelerde, otobüslerde, indirim yapılacaktı. Bizi rahatlatacaktı. Ama bu, sözde kaldı. Kartı dikkate dahi alan yok. Elimizde kaldı” Kendisine TV’lere çıkıp çıkmadığını, buradan destek alıp almadıklarını sordum. “TV’ler bize bir fayda sağlamıyor. Hiçbir geliri de yok. Düşünün İstanbul’dan bir kanal sizi davet ediyor. Ama ne gidiş masrafınızı karşılıyor, ne de size bir ücret veriyor. En fazla bir günlük otel masrafınızı karşılıyor. Otobüs parasını, yemeğinizi ve orada yaptığınız harcamaları ve ulaşım giderlerini siz kendiniz karşılıyorsunuz. Bu da sizin için büyük bir külfet oluyor. Bu nedenle de bizi kurtarmıyor. Ama TRT’ye çıktığımız zaman belli bir ücret alıyoruz. Bunu diğer özel kanallar da yapsa bizim için bir gelir olur” diyor. “Birkaç gündür KKTC’de olduğunu, daha kimsenin burada olduğunu bilmediğini, o nedenle KKTC’deki TV’lere de çıkmadığını söylüyor. Eğer, bir kanaldan davet alırsa çıkıp, Âşıklık Geleneğini Kıbrıslı Türklere de tanıtmak ve sevdirmek amacıyla çıkabileceğini” söylüyor. Yemeğin ardından Âşık Osman Akçay, hiç ayrılmadığı, bütünleştiği ve hayatının bir parçası olduğu sazını eline alıp bizlere unutulmaz bir mini konser veriyor. Söylediği türküleri önce hikayesini anlatarak, neden ve nasıl yazdığını söyleyerek türkülerini okuyor. Biz, en çok da “İnternet Gelini” “Evlenemedim, Otelde kaldım işte” türkülerini çok beğendik. Kızının okula giderken onun için yazdığı türküyü o günkü heyecanla söyledi. Aşık Osman Akçay’ı tanımanız açısından bir sosyal medyada kendi hesabından aldığım kısa bir özgeçmişini vermek istiyorum: “Adana’nın Feke İlçesine bağlı Gürmüze Köyü’nde 1960 yılında doğmuş. Ortaokulu dışarıdan bitirmiş. Seramik döşemeciliği yapıyor. Yüreğine ilk kez kor ateşler, henüz 10-12 yaşlarında iken gittiği düğünlerdeki sazlı-sözlü şenlikler de düştü. 13-14 yaşlarına gelince, Karacaoğlan’ı, Kerem’i okudu. Saz çalmayı köyünde kendi kendine öğrendi. Üstatlarla tanışınca da ne denli eksik olduğunu kavradı. İncelikleri öğrendi. Hece vezni ile tanıştı. 22 yaşına geldiğinde ise sahneye çıkmaya başladı. Bu dönemde Deli Nazım, Kul Mustafa, Hacı Karakılçık, Feymânî gibi ozanlardan oldukça yararlandı. Ozan Osman Akçay’a göre, aşık dediğin verilen kafiyeyi dört-beş dörtlükte söyleyebilen kimsedir. Ozan ise saza-söze dökülmüş türküyü söyleyebilen, şair ise düşünerek yazan kimse demektir. Şiirlerini gece yarılarından sonraları, bazen uyanarak yazıyor. Basılmış henüz bir kitabı olmamakla birlikte, şiirleri Selçuk Üniversitesi’nde tez konusu oldu. Dört adet kaseti var. Sayılamayacak kadar çok etkinliğe katıldı. Bunların arasından; Konya Âşıklar Bayramı, Çorum Âşıklar Bayramı, Karacaoğlan ve Dadaloğlu Şenlikleri özellikle anılmalı. Hiciv ve güzellemeyi önemsiyor. Genç ozanlara bir tek öğüdü var: “İleriye… Hep ileriye… Bir adım dahi olsa daha ileriye.” Bağlamada üstadı yok, kara düzen çalıyor. Aşık Osman Akçay’ın şu büyülü dizeleriyle veda etmek istiyorum: YAR GÖZLERİNE Gören sanar beni deli divane Çünkü esir oldum yar gözlerine , Sana olan aşkım belki bahane, Kudretten çekilmiş sır gözlerine, Ben sendeyim, sen de benden ırama, Tatlı dilin merhem olur yarama, Sakın başka yerden sakın arama Neler çektiğimi sor gözlerine, Sana olan aşkım dağlardan yüce, Ne gündüzüm gündüz, ne gecem gece, Seyret kainatı bir uçtan uca, Yalan dünya gelir dar gözlerine, Kor koydun Akçay’ın sönmüş özüne, Güneşin ziyası vurdu yüzüne, Her halin benziyor, huri kızına, Doğmuş bir ilah nur gözlerine. ”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |