Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Gitti annesinin yanına, yıpratıcı bir gün geçirmişti. Müsaade aldı ve istirahata çekildi mercan. ------0----- Yiğit artık bu işi sonlandırması gerektiğini biliyordu. Bu aşk böyle devam edemeyecekti. Ama nasıl olacaktı, nasıl cesaret bulacaktı da yüreğini mercana açabilecekti. İşin içinden bir türlü çıkamıyordu. Ama ne olursa olsun bu iş yarına mutlaka bitmeli diye düşündü bir şekilde olmalı idi işte. Yiğit bu düşüncelerde iken telefonu çaldı arayan ahu hanımdı. Yarına davet ediyordu yiğidi. Akşam için sözleştiler. Ki bu durum belki de ilan-ı aşk için iyi bir fırsat olacaktı. Her gece kâbus gibi geçmek zorunda değildi ya. Bu gece çok rahat ve deliksiz bir uykuyla güne merhaba dedi, güneşle beraber uyandı yiğit. Ne zaman kendisi ile konuşmak istese, yalnız kalmak istese arabasına biner, coşku dolu müzik eşliğinde giderdi arabanın rotası nereyi gösterirse, bilinçsizce giderdi. Bugün de öyle yaptı ve bir gölet kenarına vardı. Çözmesi gereken çok zor ve çok önemli ve çok güzel bir problemi vardı. Bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Aslında dersini almıştı ama sevgisi o kadar büyüktü ki. Tamamen onu kaybederim korkusu elini kolunu bağlıyordu. Sevdiğimi söylersem, iki alternatifim var; ya reddeder, ya da kabul eder. Ama reddettiğinde daha bir daha görememe korkusu da vardı sadece reddedilmek olsa çoktan razı idi bu duruma ya tamamen benden kaçarsa diyordu. Hiç göremezsem hiç sesini duyamazsam nice olur halim diye korkuyordu. O sırada bir hareketlilik dikkatini çekti, kafasını kaldırıp baktığında, susuzluktan kırılmakta olan bir köpeğin gölete gelip gittiğini gördü. Köpek çok susamış. Su içmek için suya yaklaştığında tam su içecekken sudaki yansımasını görüyor korkuyor ve kaçıyordu tekrar geliyor köpek tekrar su içmek için suya yaklaşıyor, suda yansımasını tekrar görüyor, korkuyor ve geri kaçıyordu. Defalarca köpek su içmeye çalıştı ama hep aynı yansıma karşısındaydı. Çok susamış olmasına rağmen su içemeden geri kaçmaktaydı. Sonunda susuzluğa dayanamayan köpek kendisini suyun içerisine attı, suyun içerisinde iken kendi yansımasını göremediği için suyu içti ve amacına ulaştı. Köpek iyi bir ders vermişti Yiğit’e; “İsteğime kavuşmamda ki en büyük engel kendi içimde büyüttüğüm korkudur. Bu korkuyu aşarsam amacıma ulaşabilirim” diye düşündü yiğit. Ani bir hareketle kafasında şimşek çakmış gibi yerinden fırladı yiğit ve köpeğe şöyle seslendi: “Sağol hayatımdaki en önemli ve en güzel dersi sen verdin bana” Akşam için hazırlıklarını yapmaya başladı yiğit. Önce bir çiçekçiye uğradı. Sonra bir çiçekçiye daha ve sonra bir çiçekçiye daha ve sonra bir çiçekçiye daha tam 4 koli tam 400 adet gül aldı Yiğit, Mercan’a. Ve sonra bir sarrafa uğradı, bir çift alyans aldı. Ve sonrasında Ahu hanımı aradı. Yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Mercan mesaide iken bu güllerin Mercan’ın evine bırakılması gerekli idi. Ahu hanım o kadar çok gülü görünce şaşırdı, oğlum bu güllerin sebebi nedir ne için bu kadar gül diye sormadan edemedi. Bugün 4 Temmuz dedi Yiğit, yani Mercan’ın doğum günü. Bu kadar çok gül senin için bu kadar önemlimi diye sormadan edemedi Ahu Hanım. Sessiz ve kısık bir sesle önemli diyebildi zoraki. Ahu hanım durumu anlamıştı bu güller aşk kokuyordu. Yiğit de Ahu hanımın bu aşkın farkına vardığını anlamıştı. Ama bir türlü Mercan anlamadı diye hayıflandı içten içe. Ahu hanım fazla mahcup etmemek için daha fazla konunun üstünde durmadı, ama sevinmişti bu duruma bunu da belli etmedi. Ve beraber gittiler mercanın evine ve ev gül bahçesine dönüştürüldü, Ahu hanıma fark ettirmeden birkaç yere not bıraktı yiğit. Farkında olmamak zordu ama Ahu Hanım farkında değil rolü yapmayı iyi becermişti. ------0------- Mercan çalıştığı hastaneden çıktı. Bugün doğum günü idi elbet bir hazırlık vardır diye düşünüyordu, hiç yoksa melek annesi güzel bir şeyler hazırlamıştır diye düşünüyordu. Eve vardığı sırada Yiğit’in de evde olduğunu gördü. Doğum günü ya, bundan dolayı annem davet etmiştir diye düşündü. Oturdular sohbet ettiler, yemek yediler vakit ilerlemişti. Ve sıra doğum gününü kutlamaya gelmişti. Ahu hanım kızının bu mutlu gününü elbet boş geçmeyecekti. Doğum günü pastası geldi kesildi ve yendi. Ahu hanım hediyesini takdim etti. Yiğit ise hediyesiz kuru bir mutlu yıllar dileğindi bulundu. Önemli olan hatırlanmaktı zaten hediye olmasa da olurdu. Ve ahu hanım ikramlara devam ediyordu ve dondurma geldi. Mercan çok severdi dondurmayı. Yiğit de çok severdi ama yemezdi. Mercan can alıcı soruyu sordu: “Hem çok sevip hem de yememek ne demek oluyor? Ya yiyeceksin ya da yememe sebebini bize açıklayacaksın?” diyerek emir vaki yaptı. Yiğit oturduğu yerden kalktı pencereye doğru yöneldi, dışarıda akan trafiğe baktı önce, sonra gökyüzüne daldı gitti yiğit neden sonra nemli gözlerle mercana baktı; “hakikaten bunun sebebini merak ediyor musun?” diye sordu. “hemde çok” dedi mercan. Sıkı dur o zaman dedi yiğit ve anlatmaya başladı: “yıllar önceydi, tam 20 sene önce.” “En güzel kıyafetlerimizi giydirmişti annem, bana ve ablama.” “Şimdi babanız gelir, acele edin çocuklar ayakkabılarınızı giyin” diye seslendi annem. “Tamam, anne biz hazırız” dedik. “O sırada babamın doğum günü hediyesi olarak aldığı en çok sevdiğim oyuncağım küçük maket uçağım ile oynamakla meşguldüm, havada kavisler çiziyordum yaşarmış gibi.” “İniyoruz çocuklar babanız geldi.” diye seslendi annem. “babamın geldiğini duyunca koşarak indim merdivenleri. Babam kucaklarını açmış beni bekliyordu. Koştum ve atladım kucağına.” Sanki o anı yaşıyormuş gibi anlatıyordu yiğit. Her baba tabirini kullandığında dudaklarını ısırıyordu. “Benim uçağım senin arabanı geçer değimli baba” dedim. “Geçer oğlum geçer, ama bende uçak alırsam görürsün sen” dedi ve burnuma dokundu. “uzun bir yolculuğa çıktığımız belli idi babam arabayı çok hızlı kullanıyordu. Geç kaldık diyordu.” “İlk defa deniz görüyordum. Bu denizin sahibi ne kadar zengin diye düşündüm. Benim babam dan da zengindir. Babam, geç kalmışlığın telaşı ile gaza biraz daha fazla asılıyordu. Bundan büyük keyif alıyordum.” “Şu arabayı da geç baba diye bağırıyordum. Ve babam da geçiyordu bir bir arabaları.” “Vardığımız sırada düğün çoktan başlamıştı. Bizim varmamız ile ayağa kalktı pek çok insan, babamdan korkuyorlar diye düşündüm. 3 çocuk aynı anda sünnet oluyordu ve bu sünnet düğünün masrafları babam tarafından karşılanıyordu.” “Annem, sende sünnet olacaksın bir gün bu çocuklar gibi seninde elbisen olacak dedi. Çok sevindiğimi hatırlıyorum bu duruma ve kalktım annemi öptüm.” dedi. Ve duraksadı yiğit. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Dudakları ısırmaktan kıpkırmızıydı. Ve titreyen sesi ile anlatmaya devam etti. “Hemen alalım mı anne kıyafetleri” dedim. “Eve gidince babana deriz baban alır oğlum” “Bunla mutlu olmuştum. Sünnet olan çocuklara hediyeler verdik. Ve düğün bitti. Çocukların anne ve babaları dualar ve teşekkürlerle uğurladılar bizi. Geri dönüş başlamıştı.” “Babam yine acele ile arabayı kullanıyordu annem ön koltukta, ben ablam ile arka koltuktaydık. Elimdeki uçak ile arabanın içinde oynuyordum ve babamı geçtiğimi düşünüyordum.” “sen beni geçemezsin baba bu uçak çok hızlı dedim.” “Tabiî ki geçemem ben seni oğlum ama bende uçak alacağım sizi havada uçuracağım o zamanda sen de beni geçemeyeceksin.” “Baba dondurma alır mısın?” “Tamam, alırım oğlum ama biraz beklemen gerekli” “Tamam, baba beklerim dedim, ama bir müddet sonra yolculuğun sıkıntısına dayanamamış uyuya kalmıştım.” “Güümm diye kulakları sağır eden bir ses geldi, korkarak gözlerimi açtığımda arabanın havada uçtuğunu gördüm. O küçücük zaman diliminde, babam doğru söylüyormuş uçuyoruz diye düşündüm.” ---------------0------------------ “kendime geldiğimde her yer kapkaranlıktı ve büyük acılar duyuyordum.” “anne çok acıyor dedim, kolumu tutarak. Ama kolumu göremiyordum. Daha doğrusu hiç bir şey göremiyordum.” “Neren acıyor yavrum dedi yumuşak ve titrek bir ses.” “Kolum babaanne” dedim. Babaannem hiç yanımızdan ayrılmazdı ve ben bu sesi çok iyi tanırdım. “Hemşire ablalar şimdi gelirler ağrını dindirirler yavrum” dedi babaannem. “Neden bir şey görmüyorum babaanne” “İçerisi karanlık yavrum” “Işığı açsana babaanne” Babaannemin, ağladığını hissediyordum. Ne desindi şimdi. Senin gözlerin görmüyor demek 5 yaşındaki bir çocuğa nasıl anlatılabilirdi. “Açacağım yavrum biraz bekle” dedi. “Babaanne, babam nerde?” “Babanın biraz işi varmış oğlum annenle beraber gittiler.” “Ara hemen gelsinler babaanne” dedim. “Babam gelsin hızlıca gelsin babaanne, babam arabayı uçurarak sürüyor babaanne hemen gelir ararsan.” “Tamam, oğlum birazdan arayacağım Nihat seni istiyor babası hemen gel diyeceğim, ağlama sen tamam mı?” “Tamam” dedim ağlayarak. “Gelirken bana dondurma getirmeyi de unutmasın babaanne” “Tamam, yavrum söylerim sana dondurma da alır.” “Çok korkuyordum her yer karanlıktı ve yanımdan hiç ayrılmayan annem yoktu neden onun sesi hiç gelmiyordu.” Ve sorular devam etti. “Ayşegül de mi gitti babaanne?” “Evet, yavrum Ayşegül ablanda gitti annenlerle beraber,” “ Babaanne ışığı neden hala yakmadın ben hiçbir şey göremiyorum.” “yakacağım yavrum bekle biraz” “Babaanne babam nerde kaldı.” “birazdan gelecek oğlum” “Ben annemi istiyorum” Dilekler ve istekler bitmiyordu ve de hiç bitmeyecekti. Babaannem çaresizdi, soruların arkasını kesmiyordum. “babaanne, babam nerde” Sorular yerini uzun ağlamalara bırakmıştı, “baba, baba” diyerek hıçkırıklarda boğuluyordum. Arada “çok ağrıyor” iniltisi takip ediyordu. Cenab-ı hak yalnız kalmamı daha uygun bulmuştu. Bundan sonraki hayatımda bana koruyucu melek olma görevi babaanneme bırakılmıştı. Daha doğrusu ben öyle sanmıştım. Tabiî ki sonradan bir de ahu teyze çıktı. Ve işte ben o gün bugündür ne zaman dondurma görsem hep babamı hayal ederim sanki ondan başkası dondurma ikram etmesinin bana yasak olduğunu düşünürüm. ve emin olunuz ki bir gün babam dondurma ikram edene kadar dondurma yemeyeceğim. Gözyaşları içinde dinliyordu mercanda annesi ahu hanımda, yiğidin hikâyesini. Yumruğunu sıktı yiğit yıldızlara bakarak, nerdesin babam dedi nerdesin, sensizlik ne kadar zor, babam ne kadar zor. Odaya sessizlik konuk olmuştu ve pek de gideceğe benzemiyordu. Gözyaşları ve de sessizlik bir arada idi ki. Bu sessizliği ahu hanım bozdu. “ben bu hikâyeyi iyi biliyorum yavrum” Mercan da Yiğit şaşırmış bir şekilde Ahu hanıma baktılar, ve anlaşmış gibi ikisi de aynı soruyu sordular. “Nerden biliyorsun?” O da aynı cümle ile lafa başladı. “Yıllar önceydi, tam 20 sene önce.” Denize uçmuş bir arabadan çıkartılan 2 si çocuk, 4 yaralı getirmişlerdi çalıştığım hastaneye. Çok mücadele ettik ama anne ile küçük kız çocuğunun hayatını kurtaramadık. Aslan bey ve oğlu Nihat ise yaşam mücadelesi veriyordu. Aslan bey ile ben ilgileniyordum. Aslan bey’in ailesi bir bir göç ediyordu rahman’a, bu haberleri vermek hiç de kolay olmuyordu benim için. Aslan bey oğlum diyor başka bir şey demiyordu, oğlum nasıl? Ne olur onu yaşatın. Gerekirse benim tüm uzuvlarımı alın ona verin ama o yaşasın diyordu. Yürek dayanır hal değildi yaşadığı aslan beyin. Hayat arkadaşını kaybetmişti, biricik kızı Ayşegül’ü kaybetmişti, şimdi de sırada oğlu Nihat vardı. Aslan bey’e söz vermiştim, eğer bana bir şey olur oğlum yaşarsa ona sahip çıkacaksın, kendi evladından farklı görmeyeceksin demişti bana. Tamam dedim. Siz yormayınız kendinizi oğlunuza bütün gücümle sahip çıkacağım. Aslan bey de rahmana yürüdü aileden sadece Nihat kalmıştı. Babanın sözlerinden çok kimsesiz kalan çocuğa yaşlı bir kadının sahip çıkmak istemesi ki bu kadın aslan beyin annesi idi yani babaannendi yiğit. Bir ay kadar hastane de kaldınız ve bu sırada babaanne çok gözyaşı döküyordu. Anne kız gibi olmuştuk babaannen ile. Ve sonrasında hiç ayrılmadık, Nihat nerde ben orada idim tamamen iyileşmesi defalarca ameliyat olması, okul hayatı her dönemecinde olmak için elimden gelen her şeyi yaptım. o kadar benimsemişim ki evladımdan farkı yoktu. Bundan dolayı biz 20 yıldır hep aynı mahallede otururuz. Gözyaşları içerisinde dinliyordu yiğit anlatılanları. Yıllardır sizin hep aynı okullarda okumanızın ve aynı şehirde olmanızın asıl sebebi benim yiğitten vazgeçemememdir. Çünkü aslan beye söz verdim ve arada giderim mezarlığa Aslan Bey’e ve annen Handan Hanım’a oğulları ile ayrıntıları anlatırım. Diğer bir ayrıntı ise, Nihat’ın yalnız başına hayata yiğitçe kafa tutmasından dolayı isminin yiğit olarak değiştirilmesidir. Ama asıl sebebini babaanneden başka bilen yok, çünkü bu ismin yiğit olarak değişmesini babaannen istemişti. Yiğit çok şaşırmıştı. O zamanki bana bakan hemşire sen miydin ahu teyze dedi. Evet, bendim oğlum dedi ve geldi kucakladı yiğidi. Bende yıllardır o hemşireyi arıyordum neden gizledin bunca sene? Konuşamadı ahu hanım bir cevap veremedi hıçkırıklar boğazında düğümleniyordu. Yiğit daha fazla anlatmasını istermiş gibi ahu hanımın gözlerine bakıyordu. Bana babamı anlat diyordu hüzün dolu yaşlı gözler. Ama konuşmaya mecal kalmamıştı. Şimdi her şey daha net görülüyordu. --------0------- Unutulamaz bir doğum günü geçirmişti mercan ya da günün bittiğini sanıyordu. Yiğide olan aşkı bir kat daha artmıştı. Yiğidi kucaklamak, üzülme, ağlama demek istiyordu. Ama ortam şuan onu sarmam için uygun değil diye düşündü. Ardından ne zaman uygun oldu ki? diye sordu kendi kendisine. Kalktı, yiğide yaklaştı, gözyaşlarını sildi, lütfen ağlama dedi. Yiğit kafasını kaldırdı, mercan gözlere baktı. Ağlama diyen de ağlıyordu. İçinden geçen duyguya daha fazla engel olamadı Mercan ve Yiğidin boynuna sarıldı. Beni başka hiçbir şey teselli edemez senden başka Mercan dedi ve bir defa daha sardı Mercan’ı, Yiğit. Doyasıya kucakladı sevdiğini, doyasıya ağladı, belki yıllardır ilk defa böyle rahatça ağlayabiliyordu Yiğit. Bastırılmış duygular bir anda ortaya çıkmış gibiydi. Sebebi bilinmez bir mahcup hale bürünmüştü, sanki bir suç işlemiş çocuk gibiydi Yiğit. Ziyareti fazla uzattığını düşündü ve müsaade istedi. Doğum gününü mahvettim beni affet dedi ve müsaade istedi. Anne ile kızı yalnız bıraktı. Günün bir de ikinci raundu vardı. Kendine gelmek için kaldırımlara bıraktı kendisini şuursuzca adımlarla ilerliyordu. Ahu hanım, kızına doğum günün apayrı bir önemi olduğunu anlattı, Mercan’a. “Senin doğduğun gün benim için hayatta en anlamlı gündü, o gün, gün değil, bir güldü” dedi. Ancak mercan annesini dinleyebilecek psikolojide değildi, o halen yiğidi ve ailesini düşünüyordu. Ve mercanda istirahata çekilmek üzere evinin yolunu tuttu. Ruhen ve bedenen kendisini çok yorgun hissediyordu. Bir an önce eve varmak, duş alıp, uyumak istiyordu. Çantasından evin anahtarını çıkartırken halen yiğidin hikâyesinin tesirindeydi. Anahtarı tam kilide sokacakken kapının üzerindeki gülü fark etti. “hoş geldin prenses” yazılıydı küçük bir notta. Zoraki bir tebessümle “hoş bulduk annem, güzel annem” diye iç geçirdi. Beni mutlu etmek için ne yapacağını şaşırıyor diye düşündü, gülü kokladı çıkartmadı kapıdan ve anahtarı çevirdi. Bir an için yanlış eve mi geldim diye düşündü. Bu kadar gül, gül bahçesinde bile olamazdı, bu kadar güzel bir koku bundan önce hiç duymuş muydu acaba. Ne yapacağını nasıl mutlu olacağını bilemiyordu. Hemen telefona koştu, annesini aramalı, dünyanın en güzel sevgi sözcüklerini sarf etmeli idi. zemin gülle kaplı idi, duvarlardan gül sarkıyordu, perdelerde gül vardı. Salonun tamamı gülle donatılmıştı. Telefonu almak için odasına girecekti ki odasının kapısındaki yazıyı fark etti. “güller bile senin güzelliğine benzeyemez.” bir defa daha annem dedi. Beni gülden daha güzel diye seven annem. Odasının kapısını bu duygular eşliğinde araladı, odasının da salondan pek farkı yoktu, tek farkı, farklı renklerde güllerin olmasıydı; nerde her renkten güller vardı; kırmızı, beyaz, sarı, mavi, mor, yeşilimtırak hiçbir gül bahçesinde ben böyle bir şey görmedim diye düşündü. Sanki güller zeminin içinden fışkırıyordu. Gülleri tepelemeden telefona ulaşmak pek de kolay değildi. Hem görüntüyü bozmak istemiyordu, hem de birkaç gülü kenara ittirmeden yürümesi mümkün değildi. İkinci alternatifi yaparak telefona ulaştı mercan. Telefonu eline aldı annesinin numarasını çevirecekti ki; telefonun yanında yazılı bir kâğıt gördü. “bende bir emanetin var almak ister misin?” notu eline aldı tekrar okudu. Bulmacanın içine düşmüş gibi hissetti kendisini ve annesini aramaktan vazgeçti. Daha sonra ararım diye düşündü. Rüya da gibi hissediyordu kendisini, bu ne güzel bir andı, annesinin yanında iken yorucu bir günü bitirdiğini düşünüyordu, bir doğum günü daha böyle geçti diyordu ki meğer daha gün bitmemiş. Bakalım daha neler çıkacak diye evi gezmeye başladı, telefonun yanındaki notu tekrar okudu;” bende bir emanetin var almak ister misin?” güzel bir oyunun içinde olduğunu düşündü. Çalışma odasına yöneldi, yine kapının üzerinde bir not; ”doğum günün kutlu, ömrün gül kokulu olsun” mutluluğunu tarif edebilecek kelime yoktu, bir doğum günü ancak bu kadar güzel kutlanabilirdi, kapıyı araladı hafiften; yine yerlerde güller, ancak bu defa bir farklılık vardı. Her bir gül, bir beyaz kâğıt üzerine bırakılmıştı. Eğildi ve kâğıdın birisini aldı, bu bir mektuptu, “prensesim” diye başlıyordu. Bir kâğıt daha aldı eline onda da “sevdiğim” diye başlayan başka bir mektup vardı. Diğer birisini, birisini daha aldı eline, aynı şekilde bunlar aşk mektupları idi. Yiğit, bu mektuplar yiğidin yazdığı mektuplar meğer bu mektupları bana yazmış diye düşündü. az önce yiğidin anlattıklarından dolayı acı dan ağlayan mercan, şimdi mutluluktan ağlıyordu. kış ile yazı, gece ile gündüzü aynı anda yaşıyordu. Annesini aramaktan vazgeçti, yiğidi aradı. Teşekkür ettiğini, çok mutlu olduğunu söyledi. “sende bir emanetim varmış alabilir miyim” dedi. “getireyim” dedi Yiğit. Birkaç dakika sonra kapı çaldı emaneti teslim etmek üzere oradaydı Yiğit. Hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu Mercan ve hiç bu kadar heyecanlanmamıştı Yiğit. Bu doğum günü kutlamasından dolayı teşekkür etti mercan. Yiğidi kucaklamamak için kendisini sıkıyordu. “emanetimi alayım.” dedi. “Gözü mercan, gönlü mercan Dişi mercan, dili mercan Sensize haram bu can Benimle evlenir misin mercan“ dedi yiğit. Konuşmadı mercan, konuşamadı. Sadece evet dermiş gibi kafasını salladı. Dokunsan ağlayacak kıvamında yiğidi izliyordu. Bu anın zevkini biraz daha fazla çıkartmak ister gibi idi mercan. “Sana olumlu cevap vereceğime inanıyor musun” dedi. “Bütün benliğimle” dedi yiğit. Tebessüm etti mercan, işi ağırdan almak istermiş gibi. “Öylemi” dedi. Ve devam etti anlatmaya Mercan. Yağmur duasına çıkmak isteyen köylüler toplanmışlar ve duasının çok tesirli olduğuna inandıkları bir imamın yanına gitmişler. “Kuraklık bizi çok sarstı yağmur duasına çıkalım, rahmete çok ihtiyacımız var, senden başkası derdimize deva olamaz” demişler. İmam demiş ki; “hakikaten yağmur yağdırabileceğime inanıyor musunuz?” “Evet” demiş köylüler. “O zaman nerde şemsiyeleriniz” demiş imam. Mercan’ın ne anlatmak istediğini anlamıştı Yiğit, ceketinin cebinden alyansları çıkarttı, işte bendeki emanetlerin bunlardı dedi. Mercandan bir hareket beklemeden elini tuttu ve “gülden bezenmiş bir ömür vaat etsem, yinede layık değildir bu sana” dedi. “Bendeki emanetin bir göstergesidir sadece alyans, ben bu alyansla birlikte aslında, sana hayatımı feda ediyorum.” Mercan ne diyeceğini bilemedi, gözleri dolmuştu. Durdu yiğide baktı dudaklarını ısırdı ve kollarını açtı yiğidi tüm gücüyle sardı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Halil Bıçakçı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |