Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Başkent Hastanesi’nin bahçesine bir sigara molası vermek üzere oturuyorum. Hava çok sıcak. Bunalıyorum. Neyse ki hastane’nin içindeki klimalar yazın bunaltıcı sıcağını bir süre de olsa uzaklaştırıyor insanın üzerinden. 20’li yaşlarda bir genç kız yaklaşıyor yanıma. -Çakmağınızı alabilir miyim? Her genç insana verdiğim yumuşak tepkiyi ona da veriyorum.: -Yavrum daha çok gençsiniz. Sigara henüz bağımlılık yapmadan bir an evvel bırakın! -Bunu söylemeye ne kadar hakkım olduğu tartışılabilr!- Bir yandan verdiğim çakmakla sigarasını yakarken bir yandan tebessüm ediyor. Çok sevimli , çok güzel bir genç kız. Kanım kaynıyor. Aslında öyle her yanıma oturan kişiyle kolay kolay sohbete giremem. Rahatsız etmekten çekinirim. Ancak bu tatlı kızın oturuşunda kalkışında bambaşka bir saygı var. Uzun süredir ülkemde pek rastlayamadığım türden bir olgunluk… Aksanı biraz farklı, Türkçeyi konuşurken biraz zorlanıyor. -Nerelisiniz? -Antalyalıyım; ancak uzun yıllardır Londra’da oturuyoruz. Ben daha çok küçükken annemler yerleşmişler oraya. -Güzel, diyorum. -Mutlu musunuz orada? -Evet, her şey yolunda. Annem birkaç yıl sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor. -Hayırlısı olsun. Ne de olsa insanın kendi memleketi… gibi beylik laflar etmeye çalışıyorum. -Ben çok dönmek istemiyorum, derken ses tonunda alınabileceğimi düşünen bir tereddüt hissediyorum. -Elbette, ‘İnsanın doğduğu değil, doyduğu yer.’ der atalar, diyorum. Rahatlıyor. -Ben orada havayollarında çalışıyorum. İyi bir maaş alıyorum. Buraya geldiğim zaman aynı göreve başlasam bile bu maaşı almam mümkün değil. Üstelik burada pek çok şey zorluyor insanı. -Aldığın eğitimi sorabilir miyim? -Buradaki ortaokul seviyesinden sonra iki yıllık bir kursu bitirdim. Bir taraftan da çalıştığım için üniversiteye gidemedim. Ancak orada güzel çalıştığınız zaman çok takdir ediliyorsunuz. -İsteseydin bir üniversiteye gidebilir miydin? -Elbette, orada sınavla değil hiçbir şey. Koşullarınız uyarsa istediğiniz üniversiteye gidebilirsiniz; ancak sonrasında çok başarılı olmak durumundasınız. Derin bir iç geçiriyorum. Doğru yaşadığım ülkede hiçbir şey kolay değil. O da bana soruyor nerede çalıştığımı? Öğretmen olduğumu duyunca daha da bir rahatlıyor sanki. -Sizi tanıdığım için çok mutlu oldum. -Ben de, diyorum. İkimizin de gözlerinin içi gülümsüyor. İkimizde eksik kalan bir şeyleri tamamlıyoruz sanki: Birimiz memleket özlemini , diğerimiz gelişmiş bir ülkede yaşamanın özlemini solukluyoruz sanki birbirimizde. Daha konuşacak çok şey var. İkimiz de doluyuz belli. Ancak vakit geldi. Sıramızı kaçırabiliriz. Hastanenin kapısından girerken kapıyı açıyor, kenara çekiliyor: Buyurun, diyor. Gözlerim doluyor. -Çok teşekkür ederim, çocuğum, geçmiş olsun. İçimden sarılıp öpmek geliyor. Ancak, bastırıyorum kendimi. Eve döndüğümde hala dünya güzeli , tatlı mı tatlı kız aklımda. Bu kadar beni duygulandıran ne? Eşimin telefonu çalıyor. Yemek yaparken ister istemez sohbete kulak kabartıyorum. Üç yaşlarında çocukları olan bir arkadaşımız. Telefon almaya çıkmışlar. Eşimden telefonlar hakkında bilgi almaya çalışıyorlar. Kızları hem annesinin hem de babasının telefonunu oynarken yere atıp kırmış da… Yemek yerken karşı komşum oturuyor balkonlarında: -Merhaba, diyorum. 12 yaşlarındaki oğlu oturmalarını bir süre işgal ettiğimden rahatsız, mimikleriyle ‘ Çek git!’ mesajı veriyor. Komşum: -Bir dakika ,deyip kapıya yöneliyor. Biraz sonra elinde bir tabakla geliyor . Daha tabağı uzatır uzatmaz , arkadan ‘Çat!..’ bir kapı sesi. Annesinin arkasından kapı yüzümüze çarpılıyor. Annesi ne yapacağını bilemez durumda kapının dışında kalakalıyor…. Akşam arkadaşları ziyarete gidiyoruz. Bir geçmiş olsun ziyareti bu. Kızımla aynı yaşta bir kızları var. Muhabbet uzadıkça uzuyor. Kızları biz geldiğimizde oturduğu bilgisayarın başından sadece annesine tabakları getirmek üzere kalkıyor. Sonrasında bilgisayarına gömülüyor. Kızım ofluyor, pufluyor, ‘ Gidelim ‘diye tutturuyor. Anne ve babasından ‘tık!’ yok….. Sonrasında biz değerlerimize sahip çıkmak adına çocuklarımıza saygılı olmayı öğretmeye çalışırken, haklı bir tepki: -Siz bizi çok sıkıştırıyorsunuz. Görmüyor musunuz insanları, biz böyle davransaydık, siz neler yapardınız… Doğru; başlarının etini yer, utanç duyar, kahrolurduk….Biz ne kadar başardık?! Elbette bu da tartışılabilir… Yabancı bir ülkede değerlerini korumayı başarmış genç kızımızın kulaklarını daha çok çınlatacağım belli oluyor…. Ah! çocuklarımız en değerli varlıklarımız…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hilâl Erboyacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |