Yaşamım boyunca, ondan birşey öğrenemeyeceğim kadar cahil bir adamla karşılaşmadım. -Galilei |
|
||||||||||
|
Önünden defalarca geçmiş olmasına rağmen, uzun süredir farkında bile olmadığı binaları, tabelaları ilk kez görüyor gibiydi. Sanki daha bir aydınlanmıştı dünya, ışıklı bir bahçede yürüyordu. Bakıp göremediği kaldırım taşları, trafik ışıkları, köşedeki simitçi, Camlı Köşk’ün yanı başında yerde yatan kocaman saat…. Her şey selamlıyordu onu: ’ Biz varız ve senin dünyandayız. ’ diyorlardı. Öfke eriyordu ayaklarında. Zavallı birkaç insanı zavallılıklarıyla baş başa bırakıp, yanmaları için fırsat vermişti kendi yangınlarında. Ağır bir yüktü iftira. Hele haklı olmak için insanların sefilliği ortaya koyulacaksa. Aslında herkesin bildiğini sandığı, fısıltılarla her fırsatta konuşmalara hoş bir malzeme olan yasak bir aşkın- kendisini hiç mi hiç ilgilendirmediği halde- faturasını ödeyeceğini nereden bilebilirdi? Hamiyet, yanında çalıştığı Mesut Kozcular’ın Halkla İlişkiler Uzmanı’ydı (!) Aslında ne bir üniversite bitirmiş ne de halkla ilişkiler üzerine bir eğitim görmüştü. Zeytin zeytin gözleri vardı insanın içine işleyen. Herkese gülücükler dağıtan kalın dudakları kolay kolay her babayiğidin karşı koyamayacağı türdendi.. Kıpır kıpır bir cazibe kokusu yayan balık etinde bir hatundu. Giydiği her kıyafetin yakasından göğüsleri şöyle bir göz kırpar , çoğu zaman olmazları olur eden bir tılsıma dönüşürdü. Hamiyet, çevresinde pervane hayranlarının tadını çıkarır, hemen herkese ortak bir konuyu, ballandıra ballandıra anlatırdı. -Bak, aramızda kalsın! Mesut Bey her fırsatta Duygu’yla odaya kapanıyor, saatlerce çıkmıyor. Ne bulur bilmem ki bu kızda? Bazen inanmayan bakışlar görünce de: -Vallahi ya! Tabii siz mesai bitiminde gidiyorsunuz, ben burada kalıyorum her şeyi görüyorum, diyerek ikna yolları arardı. Mesut Bey, çevresinde dönen dedikodulara aldırış etmez; her şeye hakim patron(!) edasıyla kasım kasım, Hamiyet’in bir dediğini iki etmez ; iş yerinin kapısının rengine kadar her şeyi ona sorar; saçma da olsa her dediğini yapardı. -Dış kapı kırmızı olacak, hem de ateş kırmızısı , diye tutturmuştu Hamiyet. -Böylece daha çok insanın dikkatini çeker, al benisi artar. -Tamam yavrum, dediğin gibi olsun, hemen yarın başlatırım sen yeter ki iste. Ertesi gün hemen kapının ölçüleri alınmış, birkaç gün sonra da ışıltılı tabelalar asılmış, ateş kırmızısı kapı yerine takılmıştı. Oysa beyaz olsa, arınmışlığı, saflığı, temizliği çağrıştırsa…’ Boş ver! ’ diye mırıldandı elinde olmadan. Artık iş hanına girip, iyi bir avukat arayan herkesin ilk dikkatini çeken, Mesut Kozcular’ın bürosuydu. Fena da gitmiyordu işleri, artık kırmızı kapının mı, Hamiyet’in mi hikmeti bilinmez, iyi kazanıyorlardı. Birden silinip atılmıyordu hiçbir şey.Ne yalanlara ne oyunlara şahit olmuştu da kör, sağır, dilsiz olmuştu şu aciz baş. Acı bir tebessüm yayıldı dudaklarına. Sıradan bir telefon sesiyle değişmişti hayatı: -Utanmıyor musunuz siz benim eşime iftira etmeye? Anlamamıştı. -Anlayamadım, kiminle görüşüyorum? -Ben Mesut Kozcular’ın eşiyim. Duygu’yla eşim arasında bir ilişki olduğunu anlatmışsınız Hamiyet’e, koskoca avukat olmuşsunuz size ekmek veren insanın hayatıyla oynamaya nasıl vicdanınız izin veriyor? Mesut Kozcular adını kirletmeye ne hakkınız var? İnanamamıştı. -Ne diyorsunuz hanımefendi? Hamiyet nasıl böyle bir şey söylemiş olabilir? İnanın bu çok insafsızca bir yalan, diyemeden telefon çat! diye kapanmıştı yüzüne. İş Hanı’ının çaycısına, temizlikçisine varana kadar herkesin hemen her gün Hamiyet’le tadını çıkara çıkara muhabbetini ettikleri konu kalıvermişti üstüne. Üstelik bunun doğru olmadığını bir şeyleri ört bas etmek adına uydurulmuş bir yalan olduğunu bilen tek kişiyken. Aslında en zavallı olan da Duygu’yken…Sabaha kadar uyumamış, ne yapması gerektiğini bir türlü bulamamıştı. Mesut Bey, ertesi gün hiçbir şey yokmuş gibi davranmış, Hamiyet olanlardan habersizmiş gibi sinsice kaçırdığı bakışlarının altından, zafer kazanan bir insan edasıyla yerini biraz daha sağlama almıştı. Artık herkes biliyordu ki: ’Hamiyet bu iş yerinin olmazsa olmazıydı. ’ Mesleğe başladığı ilk günden bu yana kaç insanın masumiyetini kanıtlamış, kaç insanı kurtarmıştı. Ama böylesi bir iftira karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Hamiyet’in yüzündeki maskeye dayanamıyordu. Bu insanlara verilecek en güzel ceza, onları kendi çirkinliklerine mahkum edip, ateş kırmızısı kapıdan çıkıp, özgürlüğe kavuşmaktı. Zavallı insanların denizinde boğulmaktansa, aslında herkesin masumiyetini çok iyi bildiği kurtlar sofrasından uzaklaşıp, onları günahlarıyla baş başa bırakmaktı. Öyle de yaptı, taş binanın buz gibi duvarlarında bedel ödeyecek – ki bundan çok emindi- zavallı insanları kendi ateşlerinde yanmaya bıraktı. Ayrılırken Hamiyet’i yok saydı; Mesut Kozcular’a ise sadece: - Bir gün kendi iş yerimi açtığımda kapısı kesinlikle beyaz olacak; çünkü beyaz, asil bir renktir, dedi. Kozcular’ın yüzünün rengi, kapısının renginden farksızdı. Saçlarını savuran rüzgarın ahengine kaptırdı kendini. Yaşamak ne güzeldi. İlahî gücün kollarında hissetti kendini.Evet, şu an çok emindi; bugüne kadar hiç olmadığı kadar mutluydu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hilâl Erboyacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |