Materyalist bir dünyada yaşıyoruz, ve ben de materyalist bir kızım -Madonna |
|
||||||||||
|
Zaman kendini kucaklamış yitirdiklerinin tesellisini kendinde arıyordu yine. Saatler saklambaç oyunlarından geri kalmıyor körebe oyunlarından da ileri gidemiyordu bir türlü. Dönüp dolaşıp bahçelere aynı yağmurları yağdırıyordu sonbahar ve çatılardan düşmeyen kar sıkı sıkı bağlanıyordu yine kendi saçının beyazına. Her şey aynıydı… Hiç bir şey aynı olmamaya çalışırken… Güneş hep aynı yerden doğuyor ve aynı yerden batıyor, ne doğarken sevinci paylaşılıyor ne de batarken hüznü anlaşılıyordu. Ay; yansımasını denizlere, dağlara, sokak aralarına veriyordu da sarı ışıklı evlerden kendisini huzmeli gözlerle seyreden yoktu. İnsanlar telaşlarını çekmecelerde biriktirip ertesi gün sokaklarda gezdirirken, çaycının sık sık değişip yine de çaycılıktan vazgeçmediği gibi haşlanmış ve acımış çay tadının da hiç değişmediği iş yerlerine götürüyorlardı. Pencerelerin camları yeni güne silinmiyordu, silinse de dışarıda yeni bir gün görünmüyordu. Sigara dumanlarında inleyen binlerce ciğerin yakıcı ağıdı bir fincan acı kahveden çıkıp acıya tutkulu bir türkü oluyordu mesai saatlerinin ara yerlerinde. Ağlayışlar her şarkının nakaratında geziniyordu gülüşleri görmezden gelerek. Ve enstrümanların yaylı olanını tercih edip makam ayırt etmeden vazgeçmiyordu yine de ‘lâ’ sesinden. Aynıydı kıyı köşe saklanıp dökük sıvaların, tahta kapıların siyah perdelerin arkasından bakmak. Aynı kirlenmişliklerde aynı temizleyiciyi kullanıp yine aynı kirlere bulanmak sonra. Beklemek de bulmak gibi aynıydı köşe başlarında, duvar diplerinde, yosun taşlarında. Gideceğimiz yeri bilmiyor kaldığımız yeri beğenmiyorduk. Kararsız adımlarımız zikzaklar çiziyordu eksenimizde. Yarıçapımız kadar yorulmuyor, gözyaşımız kadar ter atmıyorduk. Yine de nefesimizi tutabiliyorduk. Balık olabiliyorduk dar bir fanus içinde, sonsuz bir yüzüşe eşlik edebiliyorduk. Oltaların kancasına bedenimizi bile bile asıyorduk. Tuzaklarda gözü açıkken önümüze gelen her türlü yeme elimizi uzatıyorduk. Bile bile yutuyorduk kancayı. Yine bildiğimiz kadar bilmiyor, bilmediğimiz kadar biliyorduk her şeyi… Değişmiyorduk. Her şey aynıydı… Hiçbir şey aynı olmamaya çalışırken… Yine arkasından kapatıyordu kapıyı giden, bir hoşça kal bile demeden ve gelen sol eliyle tutuyordu kapının tokmağını hep aynı merhabayı dudağına yüklerken. Cümleler aynıydı çünkü hiç değişmiyordu kelimeler. Kimi gülüyor kimi ağlıyorduk, yatıp, kalkıyor, acıkıp, doyuyor kirlenip, temizleniyorduk. Yaprakların bir yeşerip bir kuruduğu gibiydik. Kökten bağlıydık yaşama, duruşumuzdan vazgeçmiyorduk. Bizi sarsacak fırtınalara, ıslatacak yağmurlara, yakacak güneşe kurutup toprağımızı, sert tutmuştuk da kabuğumuzu yine de börtü böcek içimizde yuvalanmayı başarmıştı. Engel olamamıştık içten çürütülmeye. Ne yapraklarımız ne de dallarımız yavrularımızı koruyamamıştı. Yavrularımız dallarımızı gagalamıştı. Ağaçlar gibiydik. Kökten bağlıydık toprağa. Göklere uzanan dallarının özgür görüntüsü altında hür değildik. Yaralarımız kabuk bağlıyor ama iyileşmiyordu. İçine kanıyordu da dışarıdan çam sakızı, reçine, bal olup tekrar yaralarımıza sürülüyordu. Ağrılarımızın merhemi, yaralarımızın yara bandı oluyor kendimizle dönüşüyorduk. Bir yeryüzü bir gökyüzü oluyor bulutlara çıkıp toprağa vuruyorduk kendimizi. Gönlümüz ferman dinlemiyordu kanatlarımızda derman kalmayana dek. Ne laf anlatabiliyorduk ne de bir çift lafı alıyorduk karşımıza. Aynalarda kendimizi gördüğümüz gibi yansıyorduk her şeye, her yere ve herkese. Aynalar…Gördüğü her şeyi açık ve net yansıtırken bizden akıllıydılar. Her şey aynıydı… Hiçbir şey aynı olmamaya çalışırken… Ki hiç bir şey değişmiyor her şey birbirini tekrar ediyordu. Başucumdan sayfaları çekiyordum ay ışığının önüne ve odam siyahları kuşanıyordu mürekkebe bulanmış sözcükler tekrarlarken rüyalarımı. Ömrümün hesabını tutuyordum günlerimi toplayıp, gecelerimi rüyalarıma çarpıp kâbuslarıma bölerek. Bir tek çıkartmayı bilmedim hiç… Beni benimle topladım, bana çarptım, bana böldüm de çıkartamadım aynı olan hiç bir şeyden!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nurten Turhan Yüksel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |