Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî |
|
||||||||||
|
Yazılmanın tereddüdündeki bir öykünün ön hazırlığındaydık. Camlarımız yüz yüze bakıyordu rüzgârımız birbirine estiğinde.Aynı yağmurda ıslanıyorduk. Sen yağmur göletlerine kapılıp boğulmanın korkusundaydın. Şemsiyeni açıp yırtıyordun takvimin sonbahar sayfasını. Benim şemsiyem yoktu bu yüzden korunaksızdım. Ülkenin taşından ve toprağından dikip perdeni ve gizleyince arkasına çehreni saklandığımız yerden çıkıp gelme vaktini uzatmıştık kendimizce.Ben kalmalara susup sen pustuğunda gitmelere. Her yerde ve her şeydeydi yokluğun. En çokta iç cebimdeydi. Çıkarıp kokladım. Gelincik tarlalarından dokundun saçlarıma. Ayçiçeklerinin sana bakan yüzüne açtım gözlerimi. Ülkenin taşından ve toprağından diktiğin perdemi yüzüme araladın. Oradaydım.Tüllerimden düşmüş bahar tomurcuklarımı eteğime toplayıp sana biriktirdiğim tüm sözcüklerimle harmanlıyordum. Perdenin gölgesini çektin yüzümden. Yüzüme bin tomar ışık yükledin.Çiçeğe kesti eteklerim. Mevsim kuşlarının kuşkonmaz dallarını teğet geçip ilkbaharı muştulayan kelebeklere nispet yaptığı güne kurduk saatini yüreğimizin. Ülkesini terk etmiş iki yabancıydık kendi coğrafyamızda. Bir tek birbirimizi tanıyorduk.Her yeni dakikada yeniden tanışıyorduk. En çok sözlerini tanıyordum. Kelimelerin arasında yalınayak kalmış anlamların, imla kurallarını alt-üst eden keşfine çıkıyordum. Ve öznenin yüklemsizliği üzerinden rengini değiştiriyordum tüm sıfatların. Akarsu yataklarından taşlara çarparak gelen soluksuz nefesine ses veren bir yüreğe açıyordum kanatlarımı. Kanatlarım uzak kıyıların sessiz ve gri siluetine bırakıyordu gücünü. Deniz, hüzzam makamına ritimli çarpıntısıyla üzerimize sürerken tekneleri, sandalları, balık ağlarını, günışığımı öğleden sonraların ılık esintisiyle sol yanıma alıyordum. Kendi dalgasında boğulan deniz, ıssız sularıyla sağ yanımda yerini alırken avuçladığım bir avuç kum tanesinin parmaklarımın arasından kayıp gideceğinin tanıklığına hazırlanıyordu. Ben o sıra objektifin ortasında kaygısız mutluluğun ve sancısız umutsuzluğun kan kardeşliğini kutluyordum. Sen deklanşörün kalbine dokunduğunda yerimizi ayırtıyorduk bir günün fotoğrafında. Zaman, kendi düzeneğinden ödün vermeden arsızca yelkovanın kadranla yarışına koyuyordu kuralını. Biz onun kadar arsız değildik. Zamana karşı gelmeyip doludizgin sevinçleri alıkoyma pahasına, dörtnala yazıyorduk uzun bir öykünün artakalan notunu. Yüzümüzde bırakarak müjdeli bir tebessüm.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nurten Turhan Yüksel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |