Dengeli bir rejimde yemeğin yeri çok önemli. -Fran Lebowitz |
|
||||||||||
|
Hıristiyanlık veya herhangi bir dini yüceltmediği gibi, İslam’a yönelik olumsuz bir bakışı da yok; Batı bu defa kötü adam rolünde, Hıristiyanlar ve papa çok kızacak, hatta tapınak şövalyelerinin hiç hoşuna gitmeyecek. Tarafsız bir film denildi; ama daha gösterime girmeden tartışmaların odak noktasına oturdu. Hatta ABD’de 12 İslam Birliği Kurtuluşu’nun gazetelere tam sayfa ilan vererek, film vizyona girmeden, kınamasına karşın aslında filmin Müslümanları haklı göstererek, tarafsız bir yaklaşım sergilendiği gibi, Müslümanların öcü olarak gösterilmediği, Selahattin’in iyi bir lider, insancıl bir komutan, sözüne güvenilir bir asker nitelikleriyle görkemli bir kişilik olarak anlatıldığı bile söylendi. Ne film vizyona girmeden önce ne de girdikten sonra bile Selahattin’in kim olduğu, ne yaptığı, nerede yaşadığı veya misyonun ne olduğuna dair bir iki satırı geçmeyen cümlelerin dışında bir değini yapılmadı. Hatta filmin ana kurgusunda yer alan Selahattin’i kimin oynadığı afişlere bile yansımadı. Matrix, gösterime girdikten sonra piyasada (korsanı dahil) Matrix ve Felsefe kitapları art arda basıldı, bu kitaplar baskı üzerine baskı yaptı. Yine Yüzüklerin Efendisi, Harry Potur ve daha birçok filmin kitapları satış rekorları kırdığı gibi yenilerinin yazılmasına neden olurken, hiçbir rafta Selahattin Eyyübi’ye dair bir kitap görmediğimiz gibi, kimse kalkıp bunu gündem de yapmadı. Öyle ki arama motoru Google’de Selahattin Eyyübi diye arama yapınca Kürt-sosyalist site dışında Selahattin’e dair ne bir makale ne de bir yorum bulabildik. Birilerinin, özellikle, Selahattin’i gündem dışında tutma gayretinde olduğu görülüyor. Bunlardan neden mi bahsediyoruz? “Yaratık,” “Bıçak Sırtı,” “Thelma ve Loise,” “Gladyatör” ve nihayet “Kara Şahin Düştü” (Black Hawk Down) filmiyle bir zamanlar Afrika’nın göbeğinde yaşanan trajedide mazlumları barbar, barbarları mağdur göstererek ödül alan, gerçek tarihleri istediği gibi şekillendirerek beyaz perdeye yansıtan, tarafsızlığından şüphe duyulan İngiliz kökenli yönetmen Ridley Scott’ın son filmi “Cennetin Krallığı”ndan bahsediyoruz. Filmin analizine geçmeden önce, okuyucularımıza filmi kısaca özetlemeye çalışalım: Yıl 1180 (12. yy) Ortadoğu karışıktır. Kudüs haçlıların elindedir ve burada Hıristiyan bir krallık kurulmuştur. Krallığın başında ise, 13 yaşında tahta geçen, 25 yaşında ölen tarihe “Cüzamlı Kral” diye geçen IV. Baldwin bulunmaktadır. IV. Baldwin yönetimindeki Kudüs’te Hıristiyanlarla Müslümanların belli bir uyum ve barış içinde yaşadığı kısa bir dönem… Küçük bir kasabada yaşayan genç bir nalbant acılar içindedir. Çocuklarını kaybetmiş, ardından da karısı kederinden intihar ettiği için lanetlenmiştir. Karısı gömülmeden önce papaz, o intihar etti. Başını baltayla vurun. Sonra gömün. Başını atın. Tanrı affedinceye kadar cehennemde yanacaktır. Kasabanın kesişi nalbandın lanetlendiğini ve kasabadan gitmesi gerektiğini söylemektedir. Yasta olan genç nalbant Balian, zamanını kızgın demirleri döverek geçirirken Fransız Şövalyesi Godfrey, yıllar sonra ilk kez karşılaştığı genç Balian’a babası olduğunu söyler. Genç nalbandı koruması altına alarak, kendisiyle Kudüs’e gelmesini ister. Karısının kolyesini alan keşişi öldüren Balian, zorunlu da olsa Godfray gider. Şövalye olur. Babasından aldığı dersleri uygulayarak, karmaşa içindeki topraklarda efsanevi kral Selahattin Eyyübi ile karşılaşacak ve özellikle Kudüs’ü savunarak, Selahattin’i barışa zorlayacaktır… Popüler kültür, tarihe dayanan filmlerle tarihi gerçeklere istediği yeni boyutları kazandırma uğraşı içine girmektedir. Bunun içindir ki yakın zamanda Cesur Yürek, Gladyatör, Truva, Kral Arthur, Hz. İsa’nın Çilesi, Büyük İskender, Luther ve son olarak Cennetin Krallığı tarihi filmlerinin içeriğini ve gerçekliğini sorgulayabilmek için bir tarihi birikime sahip olmanın yanın filmlerde gizlenen mesajları daha iyi görebilmek için günümüzdeki gelişmeleri de iyi bilmek gerekiyor. Aksi takdirde beyaz perdeye yansıyan tarih, tarihin kendisiymiş gibi algılanabilir. Çünkü kahramanlara yüklenen misyondan, karaktere kadar her şey filmdeki sahnelerle zihnimizde yer edecektir. Örneğin: Cennetin Krallığı’nda Hıristiyan kahraman (gerçi dinini kaybetmiş biri) yakışıklı, karizmatik nerdeyse metro seksüel denilebilecek bir idol olmanın yanında; mütevazi, kendine çok güvenen, iyilik sever, mazlumdan yana olan biriyken Selahattin Eyyübi yaşlı, bakışları bulanık, avurtları çökmüş, cılız, karizması olmayan, acaba kazanabilir miyim endişesinde olan biridir. (Selahattin rolünde, Hasan Mesut- Ghassan Massoud oynatılmıştır.) Konuyla alakalıyken söyleyelim ki, tanıtım bültenlerinde filmin en önemli karakteri ve tarihsel olayın başkahramanı olan Selahattin’i kimin oynadığı bile yazılmamış. Yani önemsiz. Hâlbuki Selahattin’in tarihsel gerçekliği varken, Hıristiyan kahraman Balian hayalidir. Görüldüğü gibi tarihi beyazperdeye aktaranlar kahramanlar üzerinde istedikleri oynamaları rahatlıkla yaparak seyirciyi yönlendirmek istemektedirler… “Infidelleri (inançsızları) öldürmek günah değildir, size cennetin kapılarını açar.” diyerek 1097’de papaya bağlı Katolik Hıristiyanlar zenginlik, toprak, şan ve güç kazanma hırsı ve din adamlarının propagandaları ile tahrik edilerek doğuya seferler başlatmışlardır. Amaç ise Kudüs’ü ele geçirmektir. İşte filmin temel konusu 1180-86 arasındaki haçlı savaşlarıdır. Filmin daha iyi anlaşılması için IV. Baudouin ölümünden sonra barışı bozup, savaşı başlatan tapınak şövalyelerini bilmekte yarar vardır: Tapınak Şövalyelerinin, I. Haçlı seferinden sonra kurulduğu sanılmaktadır. Adını merkezlerinin yer aldığı Tapınak dağından alan bu şövalyeler, o dönemde icat ettikleri bankacılık sistemi sayesinde kısa sürede kilise içinde çok güçlü bir konuma yükselmişlerdir. Yollarda para taşımanın tehlikeli olduğu o dönemde, mesela Fransa’daki bir hacı Kudüs’teki şövalyelerden parasının belirli bir kısmını tekrar geri alabiliyordu… Ekonomik ve siyasi güçlerinden korkulduğu için her zaman papalık tarafından yasaklanmıştır. 1307’de Fransa Kralı Philip bütün şövalyeleri tutuklamıştır. 1314’te Papa Clement tarikatı yasaklamış ve o dönemdeki tapınak şövalyelerinin büyük üstadı Jacques de Molay’in yakılmasını emretmiştir. Şövalyelerin, günümüzde de varlıklarını sürdürdükleri bilinmektedir. Ayrıca o dönemde Hıristiyan hacıları korumakla görevli başka dini cemaatlerde bulunmaktadır. Bunların en önemlilerinden biri de Kudüslü Aziz Yuhanna Hastanesi Tarikatı, kısaca Hastane şövalyelerdir. Bunlar kutsal mezar kilisesi yanında bir hastane ve pansiyon kurmuşlardır. Elbiselerinin üzerinde beyaz bir haç taşırlardı. Böylece kırmızı haçlı üniformalı Tapınak Şövalyeleri’nden kolaylılıkla ayırt edilebilirlerdi. Kralın ölümünden sonra tapınak şövalyelerinin de desteğiyle kardeşi Guy De Lusignan başa geçmesi Hastane şövalyelerinin hoşlarına gitmemiştir. Törende hiçbiri hazır bulunmamıştır. Filmin daha iyi anlaşılması için yukarıda ki bilgilerden sonra, filmin analizine geçebiliriz. Cennetin Krallığı’nın anlatım tarzı, atların koşma sahneleri ve savaş sahneleri, Gladyatör Filmine çok benzemektedir. Bazı sahnelerde Yüzüklerin Efendisi filmini hatırlatmaktadır. Filmin tarihi gerçeklere dayandığı söylense de filimde gerçek tarihle çelişen birçok sahne vardır. Örneğin: Cüzam hastalığına yakalanan Kral IV. Baldwin için Selahattin tarafından getirtilen karın Reynauld Of Chatillon ve Kral Guy’a kâse içinde ikram edilmesinin yanı sıra her biri başka yöne dönerek ibadet eden Müslümanlar, ezan okunurken yapılan cemaat halindeki ibadetler, Selahattin ile Kralın savaş meydanında anlaşma yapmaları ve son olarak, “bir süre Müslüman gibi görünelim ne olmuş yani?” diyen başrahip Herackius’un mızmızlanarak ödediği 10 dinarlık fidye sonrasında hazinleri doldurduğu arabalarla Kudüs’ü terk edişi gibi. Bir de Kudüs dendiğinde hemen akla gelen Yahudiler filmde neredeyse hiç yoklar. Tarihi yapanlarla, tarihi beyaz perdeye aktaranlar farklı olunca tarafsızlıktan söz etmek zor oluyor. Her ne kadar başta belirttiğimiz gibi filmin Müslümanlara hakaret etmediği, papa’nın filme vize vermeyeceği gibi ifadeler kullanılsa da tam tersine film çok dolaylı, güzel ve ince ayrıntılarla Müslümanlara hakaret etmektedir. Şu gerçeği kabullenmemiz gerekiyor: Hıristiyan dünyası, haçlı seferlerinde ve ortaçağda yaşanan gerçekleri kabul etmiş ve eleştiriye tabii tutmaktadır. Geçmişinin hatalarından kaçmayan Hıristiyan dünyası, daha önce de yüzlerce filmde kendi dünyasının çelişkilerini, acı da olsa yaşanan gerçekleri beyaz perdeye yansıtmıştır. Dolaysıyla Cennetin Krallığı’nda kullanılan dil, Hıristiyanların yabancı olduğu bir dil değildir. Hıristiyanların ne için Kudüs’e sefer düzenledikleri, Kudüs’te yaşananlar, rahiplerin din ve halk üzerindeki etkisi, sömürge anlayışı Batı için şuan fazlasıyla bilinen şeylerdir. Onun içindir ki, Cennetin Krallığı’nda, Hıristiyanların tutumu garipsenip de, Müslümanlara kıyak geçmişler demek, biraz da yıllardır beyaz perdede Müslümanları kötüleyen, alay eden, terörist ilan eden filmlerin etkisiyle olsa gerek, bu filmde doğrudan ifadelerin kullanılmaması Müslüman çevreleri yanıltı. Çünkü filmde adalet timsali, barış yanlısı, halkın kalkınmasını isteyen, Hıristiyan Kudüs Kralı’dır. Sanki barışın bozulması için fırsat kollayan bir Selahattin vardır. (Ki daha önce Selahattin ve Balian’in Karizmatik özelliklerine değinmiştik.) Filmin son sahnesin de kılıç kullanmasını bile bilmeyen köylülerin şövalye ilan edilmeleriyle aslan kesilip, savaş tecrübesi olmayan bu köylülerin karşısında, savaşçı ve kurnaz, tabir edilen bir komutanın iki yüz bin askerini dize getirmeleri Selahattin’in başarısıyla alay etmek demek değildir de nedir? Evet, Selahattin köylüleri yenemeyince yani Kudüs’ü alamayacağını anlayınca barışa zorlanmış gibi gösterilmektedir. Buna benzer bir handikapta, Nalbant’ın şövalyelikten sonra kusursuz bir kılıç ustası, korkusuz ve iyi niyetli bir komutan oluşu da filmin kurgusundaki boşluklardan birini oluşturmaktadır. Bir nalbant’ın iyi kılıç kullanması bir yana, tam anlamıyla bir savaş strateji uzmanı olarak karışımıza çıkıyor. Ayrıca şövalyelik ruhuna yakışır şekilde, halkla içice, hayatı pahasına halkı korumak ve ölmelerini önlemek için az adamıyla Selahattin’in ordusuyla savaşacak kadar gözü pek bir anlayışla bize bir şövalyenin ne demek olduğu öğretilmeye çalışılmaktadır… Bütün bunların ötesinde “dinimi yitirdim, Kudüs’ü yakarım. Kudüs’ün değeri nedir? Hiç!” gibi filme hâkim olan din içerikli temaları aslında filmin dinin değerlerini alt üst etmesi de, dinin yerine hümanizm anlayışını benimsetmekten başka bir şey değildir. Cennetin Krallığı ve Hümanizm Bağlantısı, filmin birçok karesinde bulmak mümkündür. En belirgin olarak, Kudüs’ün kuşatması esnasında yaşanan diyaloglarda mevcuttur. Hümanizm, konumuz dışında yer aldığından konuyu sadece hatırlatma yetinip geçeceğiz. Görselliği ve içeriğinde takılan üslup ne olursa olsun Cennetin Krallığı hala Doğuya ve Müslümanlar olan bakış açısının değişmediğinin somut örneğidir. Bunları görmenin en iyi yolunda ezilmişlik psikolojisinin üzerimizden atılmasıyla olacaktır. Hümanist söylemlerin ve görsel efektlerin arasında kaybolmadan tabii. Osman tatlı osmantatli@gmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman tatlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |