..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Sinema ve Televizyon > Kâmuran Esen




1 Eylül 2001
Konumuz Televizyon  
Ben televizyon izleyemiyorum. Evet, yanlış okumadınız. Ben televizyon iz-le-ye-mi-yo-rum

Kâmuran Esen


Diyeceksiniz ki:” Televizyon izlemeye mecbur değilsin. İstemiyorsan izleme.” Keşke o kadar basit olsa. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Aile fertlerinden biriyle hiç yüzyüze gelmemeye, onunla konuşmamaya benziyor. Hem aynı evi paylaşaca


:CIJI:
Son zamanlarda sık sık kendime sorduğum bir soru var: “Acaba ben normal miyim? Yoksa bende bir gariplik, bir acayiplik mi var?” Ne zaman normal biri olmadığım endişesine kapılıyorum, biliyor musunuz? Televizyon izlerken, sadece televizyon izlerken. Daha doğrusu, normal bir insan gibi televizyon seyretmeye gayret ederken. Diğer zamanlar bu soru aklıma bile gelmiyor. Normal bir vatandaş olarak günlük yaşantımı sürdürüyorum.

Ama, ben televizyon izleyemiyorum. Evet, yanlış okumadınız. Ben televizyon iz-le-ye-mi-yo-rum. Başkaları gibi televizyondaki Brezilya dizilerini, özellikle öğle üzeri yapılan –deyim yerindeyse- geyik muhabbetlerini, “yarışma” adı altında yayımlanan programları, otuz sene önce çekilmiş Türk filmlerini, aslında birçok elektrikli mutfak âletlerinin reklâmının yapıldığı, yemek tariflerinin verildiği programları izlemek istiyorum. Ama izleyemiyorum. İzlemek için gayret sarfettiğim halde, izleyemiyorum. İnsanlar yarışmalara ilgi gösteriyorlar. Yarışmacı olabilmek için, verilen telefonları her gün onlarca defa aradıklarını söylüyorlar. Hatta bunu, bir iş haline getirmiş olanlar bile var. Bazı programlara çekilen fakslar metreleri buluyor. Yani milyonlarca kişi televizyon programlarını ilgi ile izliyor. Peki ben niye bu kişilerden biri değilim? Televizyonum mu bozuk? Hayır. Televizyonum bozuk falan değil. Televizyonun kumandası evde hep başkalarının elinde olduğu için mi, istediğim programı izleyemiyorum?Hayır. Kumandanın bir başkasının elinde olması da hiç umurumda değil. Televizyon izlerken sinirlerim bozuluyor. Kendimi bir tuhaf hissediyorum. Bilmem size de oluyor mu. Bu bir hastalık mı dersiniz? Bana hitabeden bir program bulabilmek için kanal kanal geziyorum. Nafile! Demek ki bende bir acayiplik var. O kadar kanalın içinde insan, kendisine hitabeden bir program bulamaz mı? Ben bulamıyorum genelde. Acaba ben normal biri değil miyim?

Diyeceksiniz ki:” Televizyon izlemeye mecbur değilsin. İstemiyorsan izleme.” Keşke o kadar basit olsa. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Aile fertlerinden biriyle hiç yüzyüze gelmemeye, onunla konuşmamaya benziyor. Hem aynı evi paylaşacaksın, hem onunla hiç muhatap olmayacaksın. Bu mümkün değil. Çünkü televizyon, ailemizin bir ferdi gibi. Evde ,akşamdan sonraları açık olan televizyonu, istemeyerek de olsa seyretmek zorunda kalıyorum. Eni konu televizyonun karşısına geçmesem de; ister istemez kulak misafiri oluyorum. Ya da gözüm gidiyor.

Bir de kırk yılda bir seyredeceğim program buluyorum. TV dergisinden ya da gazeteden TV programına bakıyorum. İzleyeceğim programın saati geldiğinde, televizyonun karşısına geçiyorum. Nihayet seyredeceğim bir program bulmuş olmanın sevinciyle, programın başlamasını bekliyorum. Ama başlamıyor. Olabilir. On-onbeş dakikalık gecikme normaldir diye düşünüyorum. Yarım saat geçiyor, bazen daha da fazla. “Ha şimdi başlayacak, ha birazdan” diye diye mevcut programı izlemek zorunda kalıyorum. Derken araya reklâm giriyor. Programı kaçırırım korkusuyla, reklâmları izliyorum. Bu arada beklediğim programın başlaması, bir saat sarkmış oluyor. Sonra araya TV programı giriyor. Verilen programa göre, şu anda izlediğim programın çoktan bitmiş, beklediğim programın başlamış olması gerekiyor. Diyelim ki saat yirmi üç. Programda ise, beklediğim programın yirmi ikide yayına gireceğini yazıyor.

İşte o zaman sinirlenmeye başlıyorum. Acaba bunların saati mi yok? Ya da biz izleyicilerin, saatimize bakıp, beklediğimiz programın saatinin çoktan geçmiş olduğunu anlayacağımızı düşünemiyorlar mı? Diye söyleniyorum. Yoksa bu kadarcık basit bir şeyi düşünemeyecek kadar bizi saf mı zannediyorlar televizyoncular? Bu soruları kendi kendime sorarken dakikalar ilerliyor. Bitmesini beklediğim program bitiyor. Bir reklâm dizisi daha giriyor. Reklâmlar o kadar uzun sürüyor ki; bazen neyi beklediğimi unutuyorum. Reklâm bitiyor, tanıtım giriyor. Yarın akşamın, çarşambanın, perşembenin tanıtımı derken, bir on dakika daha gidiyor. Tam sabrım taşmak üzereyken, tanıtım bitiyor. Derinden bir “ohhhhh” çekiyorum. Beklediğim programı izlemek için, rahat bir pozisyon alıyorum televizyonun karşısında. Bir saat gecikmeyle seyredeceğim ama, olsun. Kırk yılda bir de olsa, seyredeceğim bir programa rastlamak mümkünmüş demek ki.

Neyse, program başlıyor.....O da ne? Program başlıyor ama, beklediğim program değil. Bu kadar büyük bir saygısızlığı yapmayacaklarına inanmak istemediğim için; “ Galiba ben başka bir günün programına baktım. Ya da televizyonda verilen programı yanlış okudum. Yoksa o verilen program yarının mıydı?” diyorum. TV dergisinden veya gazeteden günün programına yeniden bakıyorum. Dergideki program başka, şu an yayındaki program başka. O anda hafife alındığımı, benimle dalga geçildiğini düşünüyorum. İzleyicilerden, bu program değişikliği için özür dilemelerini bekliyorum. Ama nafile. Böylece sinirlerim biraz daha geriliyor.

Televizyonun sinirlerimi nasıl bozduğunu bilmem anlatabildim mi? Sade bu kadarcık olsa iyi. Ama bu kadarla bitmiyor. Televizyonun, sinirlerimi bozması için, o kadar çok sebep var ki. Alıyorum kumanda âletini elime, kanal kanal geziyorum. Her geçtiğim kanalda izlediklerim,sinirlerimi daha da bozuyor. Neden mi? İzleyelim birlikte, nedenini anlarsınız. Gelin ,sizinle televizyon kanallarını şöyle bir dolaşalım. Eğer sinirlenen yalnız bensem, suç bende. Normal biri olmadığımı kabul edeceğim. Yok eğer sizin de sinirleriniz bozulursa, inanın çok mutlu olacağım. Ve normal bir insan olduğuma karar vereceğim. Ben, normal biri olduğuma inanmak istiyorum. Şimdi başlayalım kanalları gezmeye:

İşte bir kanal: Henüz taşınılmış, ama tam yerleşilmemiş ev görünümünde bir dekor. Göze çok kötü görünen bir renkte koltuk. Koltukta ünlü bir sanatçı. Diyelim ki daha bir hafta önce kaset çıkarmış. Kasetteki bir şarkısıyla meşhur olmuş. Siz adını duymamış olabilirsiniz. Kabahat sizde(!) İşte iki gün televizyon izlemezseniz olacağı bu. Gündemi takip etmemenin cezasını çekiyorsunuz. Çünkü hemen her gün yeni bir sanatçı meşhur oluyor. O sanatçı(!) sizin TV izlemediğiniz o birkaç günde meşhur olmuş. Sizin dünyadan haberiniz yok. Kasetini çıkarmak için nasıl ölümüne çalıştığını, klip çekmek için taaaaa Mısırlara kadar gittiğini, klibinde oynayacak mankeni bulmak için nasıl seçici davrandığını anlatıyor. ( Televizyonda bizler klibin görüntüleriyle meşgul olurken, sanatçının şarkıyı nasıl söylediğini bile farketmiyoruz. Onun sesi de, şarkının sözleri de arada kaynayıp, gidiyor. Bence klip bunun için çok önemli. Sanırım o nedenle Mısır’a, Avusturalya’ya, Almanya’ya gidiyorlar.)

Sonra izleyici telefonları başlıyor. Sunucunun söylediğine göre ,çok arayan olduğu için telefonlar kitleniyor. Siz “ Bu sanatçı,bir şarkıyla bir haftada nasıl meşhur olmuş?” diye cevap arayadurun. Telefondakiler, sizin daha sesini dinleme mutluluğuna erişemediğiniz sanatçıya hayranlıklarını belirtiyorlar. Çizgisini hiç bozmamasını söylüyorlar. Onu memleketlerine davet ediyorlar.”Sanatçının çizgisi nasıl acaba?” diye düşünün durun siz. Bir haftada meşhur olan bir sanatçının ne çizgisi olabilir ki! Demek ki var da, siz bunu anlayamıyorsunuz. Doğrusu ben de anlayamıyorum. O çizgi, “akşam klip çekip yatmak, sabahleyin meşhur biri olarak uyanmak” olabilir. Hiç tanımadığınız bu meşhur sanatçı ile edilen sohbet sizi tatmin etmiyor. Olsun canım. Başka kanal mı yok? Geçeriz başka kanala.

İşte ikinci kanal:Bilmem ne kazası geçirmiş bir vatandaşımız yerde yatıyor. Durumu çok kötü görünüyor. Kan revan içinde. Siz “Zavallı, öldü mü yoksa? Niye ilkyardım gelmiyor?” diye düşünüyorsunuz. Yaralının ağzında üç ,dört mikrofon. İlk soruyu soran kendileri olmak için muhabirler birbirlerini itip kakıyorlar. Nihayet içlerinden biri bunu başarıyor. Muhabir; “ Efendim kaza nasıl oldu? Bize anlatır mısınız?” diye soruyor. Yaralı belki ölmek üzere. Zavallının konuşacak, kazayı anlatacak mecali yok. Ama kimin umurunda? “Keçi can derdinde, kasap et derdinde.” Bu arada yerde birikmiş kana çevriliyor kamera. Mideniz bulanıyor. Kanal kıtlığı yok ya. Hadi başka kanala geçelim. Elbette izleyebileceğimiz bir program buluruz. En azından bulabileceğimizi zannederiz.

Geldik üçüncü kanala: Bir Türk filmi. Gözleri görmeyen bir kızın gözleri ameliyat edilmiş. Şimdi sargıları açılacak. Aynı zamanda bu kızın şarkıcı olduğunu hemen tahmin ediyorsunuz. Ayrıca ameliyat parasını veren delikanlı, kızın gururunu incitmemek için, sudan bir bahaneyle ayrılmıştır kızdan. Kız da sevgilisi tarafından terkedildiğine kahretmektedir.( Sanki filmin senaristi sizmişsiniz gibi, olayların akışını bilirsiniz.) Kızın göz sargıları açılıyor. Sargının altından rimelli kirpikler, kömürlük penceresi gibi boyalı gözler çıkıyor. Ameliyat olmuş gözle uzaktan yakından ilgisi yok. ”Biraz gerçekçi olamaz mısınız?” Diye sinirleniyorsunuz. ....Ya da bir delikanlı bir yerde baygın bulunmuştur. Birkaç gündür aç, susuz yarı ölü bir halde yaşamıştır. Ama sinek kaydı tıraşı dikkatinizi çeker. Bıyık altından güldürür sizi. Başlarsınız “Bunlar hiç mi yabancı film izlemiyor?” diye söylenmeye. Sinirlenmeye ne gerek var? Başka kanal mı yok? Hadi başka kanala geçelim.

Bu da dördüncü kanal:Bir dedikodu programı. Hangi manken hangi mankene ne demiş? Sonra ne cevap almış? Kameraların önünde nasıl kapışmışlar?... Bilmem kimden “Türkiye’yi sarsacak açıklamalar” varmış. Türkiye’mizin sarsıla sarsıla , sarsılacak hali mi kaldı? Her akşam bir ünlünün açıklamalarıyla sarsılıyoruz zaten.( Aslında hiçbir yerin sarsıldığı falan yok da, bu programı hazırlayan zavallılara öyle geliyor.) Doğrusu ben, hiçbir haberle sarsılmıyorum. Duyduğum, gördüğüm hiçbir şeye şaşırmıyorum. Çünkü çirkinliklere, saçmalıklara, her konuda yapılan yanlışlıklara öylesine alıştık ki.

Neyse , program başlıyor. Hangi sanatçı hangi mankenle tatile çıkmış? Falanca sanatçı estetik yaptırmış mı, yoksa güzelliği Allah vergisi mi? Falanca hanım sanatçının ( Onların sanatçı dediği sadece günümüzün şarkıcıları. Bazılarını tanımazsınız bile. Onların sanatçılığı o kadardır işte.) göğüsleri silikonlu mu, değil mi?Falanca sanatçı, tatile hangi sanatçıyla gitmiş? Filanca sanatçının kızının düğünü nerede olmuş, nikâhını kim kıymış? “Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor.” Diye düşünüyorsanız, zararı yok. Seyretmeyiz efendim. Başka kanal mı yok? Geçeriz başka kanala.

Geldik beşinci kanala. Artık bu kanalda kendimize uygun bir program buluruz. Bulmalıyız. Vardır, bizim gibi düşünenler için yapılmış bir program mutlaka vardır. Haydi bu kanalı izleyelim: Burada da bir yarışma programı. Yarışmadan başka her şeye benziyor da sadece yarışmaya benzemiyor. Ama her nedense, adı “ Yarışma Programı” Bir sürü şaklabanlıklar, argo konuşmalar, acayip giysili yarışmacılar. Yarışmacılarla dalga geçen, hatta onlar hakaret eden sunucular. Ve kendileriyle dalga geçilmesinden hiç rahatsız olmayan yarışmacılar ve izleyiciler. Bu yarışma programları sayesinde,bir çok argo kelime dilimize iyice yerleşiyor. “Lan! “ diye hitabediliyor insanlara. Argo konuşmak sanki biz sevecenlik, samimilik gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu da olmadı, değil mi? Hadi bir başka kanala geçelim.
Şimdi de altıncı kanaldayız. Bir güldürü programı. Hani o koca koca adamların,kadınların komiklik olsun diye ağızlarını, burunlarını yamulttukları, komiklik yapacağız diye gülünç duruma düştükleri programlar var ya, işte onlardan biri. Hepimizin çok iyi bildiğimiz fıkralardan uyarlanmış. Arada efekt: Kahkaha sesleri. İşte tam burada gülmemiz gerekiyor. Nerede güleyim diye düşünmenize, kendinizi yormanıza gerek yok. Bırakın da, nerede güleceğimize biz karar verelim. Kahkaha sesleri gelince gülüneceğini anlıyorsunuz. Hatta fondaki kahkahalara bakılırsa, gülmekten katılmanız gerekiyor. Ama sizde tık yok, değil mi? Allah Allah! Bir espri var da, biz mi anlamadık? Gülmek şöyle dursun, sinirleriniz bozuluyor. Güldürülere neden gülemediğinizi anlayamıyorsunuz. Burası da olmadı . Başka kanala geçmeye ne dersiniz? İşte geçtik bile. Allahtan kumanda âletleri var da, işimiz kolay.

Geldik yedinci kanala. Burada ne var dersiniz? Ne olacak? Diğer kanalların benzeri. Sizi güldürmek şöyle dursun, sinirlendiren güldürü programları. Sizi ağlatması gerekirken güldüren acıklı Türk filmleri. Özel televizyon kanallarının kancayı taktıkları bir siyasinin yerden yere vurulduğu programlar. Dedikodu programları. Bodrum barlarında eğlenen(!) ünlüler.En iyisi kapatın gitsin. Yoksa sinirleriniz laçka olacak.

Şimdi söyleyin lütfen . Siz bu programları beğeniyor musunuz? N’olur “Beğeniyorum” demeyin. Yoksa aklımdan iyice şüphe edeceğim. Ve üzülerek, normal olmadığıma karar vereceğim......Çok seyrek de olsa, seyredebilecek programlar buluyorum. Onlar da hiçbir zaman saatinde başlamadığı için, bir türlü yakalayamıyorum. Ya da gecenin bir yarısında yayımlıyorlar benim izleyeceğim programları. Tam benim uyuyacağım saatte, bana hitabeden programlar başlıyor. Gecenin ikisine ,üçüne kadar da oturamadığım için, bunları da seyredemiyorum. Bu programları neden gece yarısı yayımlıyorlar diye düşünüyorum ama hiç cevap bulamıyorum. Bazen de, vatandaşların uyanmaması, bir şeyler öğrenmemesi için acaba özellikle mi yapıyorlar diye düşünüyorum. En sonunda; sanatçı diye geçinenlerin özel hayatlarının işlendiği programları, dedikodu programlarını, beni hiç güldürmeyen, aksine sinirlendiren komedi programlarını izlemekten neden zevk almadığımı anlayamıyorum(!) Bunun için kendime kızıyorum. Birileri bu programlar için çaba sarfediyor, uğraşıp didiniyor. Ben ise , bu programları izlemiyorum. Olacak şey değil .Demek ki ben normal biri değilim(!) Birileri bana yanıldığımı söylesin. Ben normal biri olduğuma inanmak istiyorum.....Benim gibi düşünenler! Lütfen beni arayın(!)


1998

.Eleştiriler & Yorumlar

:: bakıs farklı
Gönderen: barış akçay / Bursa/Türkiye
17 Mart 2006
cok uzun zaman once tv ızlerdım ve elımde kumanda kanal zapınklerdım ben boyle tv ızlerdım bır flım veya bır program beklemezdım sadece gezerdım..yazın guzel aa senın derdınde tv den sıkayetın ıstedıgın flımi veya her neyse ızleyememen...suanda ben tv ızlemıyorum cunku yok gıbı davranıyorum eger mutlaka dunyada en olup bıtenlerı bılmek ıstıyorsamda gazete okuyorum.... sunu soyleyebılırım cogu ınsan senın gıbı sen canını sıkma

:: :)
Gönderen: Mustafa SAVAŞ / Ankara/Türkiye
26 Ocak 2006
Televizyon, ailenizin sinir bozucu bir ferdi anlaşılan :) Zevkle okudum, hızlı hızlı, sanki yazılar kaçacakmış gibi. Yedi kanal gezdik değil mi? Yedi herhalde, değilse de yedi olsun. Yedi olsun ki sekizinci kanalı ben açayım; Bu kanalda, dünyanın en mühim işini konuşmak hatta dünyanın seyrini, yörüngesini ne bileyim içinde bulunduğu galaktik sistemi değiştirmeye karar vermek üzere bir araya gelmiş gibi ağır tavırlarla çok ışıklı stüdyo masasının etrafında toplanan, takım elbiseli adamların bağıra çağıra sunup, tartıştığı futbul programı olsun. Üzerinde hiçbir hükümleri olmayan, çok daha evvelden verilmiş hakem kararlarını eleştirsinler. İşte böyle programları görünce ben kendimden şüpheleniyorum, bu çok mühim mevzu hakkında neden benim tek bir bilgim yok diye. Olsa da o bağırış çağırışa tahammül edemem herhalde. Uzunun kısası, televizyon izlemek de, yok sayıp izlememek de zor iş. Teşekkürler güzel yazınız için. Hoşçakalın...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın sinema ve televizyon kümesinde bulunan diğer yazıları...
Televole Yüzünden Bu Çocuklar Bu Hale Geldi
İşte Trt Farkı / Eleştiri
Canı Sıkılana İşte Eğlence!

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Toplumumuzun Kadına Verdiği Değer
Kâmuran Esen Shov (!)
Kitap, Sehpa Olarak Nasıl Kullanılır!
Atatürk'ü Anlatabilmek
Şarkı Sözü Yazarı Olmaya Karar Verdim
Kütüphanelerimizin Hazin Durumu
Ahilik ve Düşündürdükleri
Evli Çiftler Nasıl Piknik Yapar
Bir Köşe Yazarının Özellikleri
Bir İzedebiyat Yıllığı Alır Mıydınız?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Dönüşü Olmayan Gidiş [Şiir]
Seni Özlemenin Kitabını Yazabilirim [Şiir]
Bensiz Yaşamaya Alışacaksın [Şiir]
İşte Gidiyorsun [Şiir]
Gelseydin Eğer [Şiir]
Ne Zaman Seni Düşünsem [Şiir]
O Beklenen Hiç Gelmeyecek [Şiir]
Çek Beni İçine Bir Nefeste [Şiir]
Sığınacağım Başka Yürek Yok [Şiir]
Uykularında Sev Beni [Şiir]


Kâmuran Esen kimdir?

Okumak ve yazmak bir tutkudur benim için. Yazdıklarımı okuyucularla paylaşmak amacıyla buraya gönderiyorum. Yıllardır, yerel bir gazeteye haftalık köşe yazıyorum. Mudurnu Belediyesinde gönüllü kültür müdürü olarak çalışıyorum. Yayımlanmış Kitaplarım: -Şiirlerle Öyküler - şiir / Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yazarlar Dizisi ( 1988). . . . . . . . -Sevgi Yumağı - şiir ( 1997 ). . . . . . . . . -K. Esen'in Kaleminden Mudurnu - derleme / Mudurnu Kaymakamlığı Kültür Hizmetleri Dizisi ( 2002 ). . . . . . . . . . . -Oynatmayalım Uğurcuğum- deneme , anı / --Senfoni Yayınları ( Haziran / 2004 ) -Mudurnulu Fatma Nine'nin Günlüğü - Baskıya hazırlanıyor

Etkilendiği Yazarlar:
Okuduğum her yazardan veya yazıdan etkilenirim. Bende bir etki bırakmayacak, herhangi bir şey öğretmeyecek bir yazı düşünemiyorum.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.