Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
her Cuma imam efendinin arkasında kılınan farz esnasında dinlediğimiz “Doğu ve Batı klasiklerinden karışık cep konçertosu”na suç ortağı olmamak için telefonumu kapatmaya davrandığımda mesajı gördüm;.. “cumanız mübarek olsun.Gazze ve Filistin,Irak’taki mazlumları zalimlerin zulmünden Rabbim korusun,ordumuzu muhafaza etsin,dua edelim…Ahmet…” diye başlayan ve biten bir mesajdı… Son zamanların moda tabiriyle camiye girip çıkıncaya kadar olağanüstü bir “metamorfoz” yaşadım,diğer ifadeyle halden hale girdim,zaman tünelinde yolculuk ettim!.. Kah duvar diplerinde İsrail askerlerinin tank ve top mermilerinden korunmaya çalışan, sevdiklerini ve toprağını korumak adına kendini kurşunların önüne atan Filistinli,.. Kah yıllardır beynelmilel güçlerin çıkar çatışmalarında “koz ve kobay olan”,huzur ve sükuna hasret olan Iraklı oldum.. Sonra -25,30 derece dondurucu soğuğun beyaz örtüyle donattığı 3000-4000 metre rakımda kendi toprağında beraber büyüdüğü ve çoğu yaşça akranı olan aldatılmış beyinlerin peşinde acımasız pusu ve tuzaklara göğüs gererek sath-ı müdafaa yapan genç yüreklerin yerine koydum kendimi… Ve sonra yine kendi gerçeğime döndüm ve “Ben” oldum!.. Onlara ulaşabileceğim tek vasıta yahut onlarla benim aramdaki tek iletişim yolu “Dua” idi… Nasıl dua etmeliydim veya ben duası makbul olacak,icabete layık bir beşer-i aciz miydim?.. Bir anda zaman zembereği geriye sardı,mekan değişti!.. Onlarca insan bir Abd-i Aciz’in kapısını çalıyorlardı… O Abd-i Aciz Mısır’ın yüz akı,Musa(a.s) ve Harun(a.s)’un bıraktığı nurdan mirasın sahibi, ruhunu özünden akan gözyaşlarıyla yıkayan bir Zat.. Kimden bahsettiğimi hemen anladınız; Zunnnun-el Mısri’den elbette!.. Müslümanlar çaresiz,umutsuz ve korku içinde.Diyorlar ki,.. -Efendim,biliyorsunuz aylardır kuraklık hüküm sürüyor,erzak ve hayvanlarımız telef olmaya başladı,mahsuller çıkmaz oldu(demek ta o zamanlardan geliyor bu küresel ısınma,kimbilir…) Bizler dua ediyoruz ama duamız kabul olmuyor,siz ki bu toprakların medar-ı iftiharı Allah’ın seçkin ve sevgili kulusunuz,teveccüh buyurun da bir dua edin,Rabbimiz sizin duanızı geri çevirmez!!.. O İlham Devi kısa bir müddet durakladıktan sonra;.. -sizler gidebilirsiniz,merak buyurmayın ben Rabbime rahmet için dua edeceğim ama yalnız olarak!,der.. İnsanlar gittikten sonra ıssız bir mağaraya girer ve kısa bir namaz kıldıktan sonra secdeye kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başlar,.. -Allah’ım,biliyorum ki bu insanların suçları ve günahları yoktur ve biliyorum ki o insanların arasında benim gibi günahı ve kusuru çok olan bir aciz olduğu için bu cezaya düçar oldular!.. Artık bu günahkar beden bundan sonra onların arasında olmayacak,hicret edecek,Sen onları rahmet hazinenden mahrum etme Allah’ım! Diyerek Mısır’dan hicret eder ve arkasından günlerce aralıksız yağmur yağar!.. Sonra evet sonra Asr-ı Saadet’e uzandım… Bir adam vardı,yaşlı bedeni ayaklarını taşımakta zorlansa,kulakları ağır işitse ve gözleri ferini kaybetse de o kendini dinç ve sağlıklı hissediyordu!..Belki de yaşlı ve son demlerinde “Ebedi Lezzet” ile tanışmanın verdiği geç kalmış saadeti doyasıya yaşamak,tatmak istiyordu… Abdullah Bin Cahş idi bu “İhtiyar Delikanlı”,İslam Peygamberi’nin halazadesi… Uhud savaşına hazırlık yapıyordu Müslümanlar,o esnada Amr bin As(r.a)’ı yakalıyor ve ona bir talebi olduğunu iletiyordu.Yaşına hürmeten Amr onu dinliyordu,dedi ki,.. -Savaşa gireceğiz ey Amr,senden bir şey istiyorum,bunu yerine getireceğine dair bana söz vereceksin!.. Amr,onun hatırını kıramıyor ve kabul ediyordu. -Şimdi dinle,sen dua edeceksin ben “amin” diyeceğim sonra ben dua edeceğim sen “amin” diyeceksin… Amr memnuniyetle kabul ediyordu bu nazik ve anlamlı talebi… Önce kendisi dua etti,cihadın büyüklük ve ehemmiyetine binaen zafer ve Allah katında mükafat diledi,Abdullah Bin Cahş yürekten “amiiiinnn!!” diyordu… Sıra onu gelmişti,ellerini kaldırarak yakarışına başlamıştı,.. -Allah’ım,yarın Sen’in rızan için cihada çıkıyoruz.Ben ki ömrümü günah deryasında geçirdim,huzuruna çıkacak yüzüm yok.Ellerim,ayaklarım,gözlerim,kulaklarım bütün bu günahkar uzuvlarla Huzur-i İlahi’ye çıkmak istemiyorum,bana öyle bir şahadet nasip et ki,ellerim,ayaklarım,kulaklarım,gözlerim olmasın ve o günahkar uzuvlar olmadan huzuruna çıkayım!.. Bu dua bitince Amr diyordu,.. -İçimden hiç de “amin” demek gelmiyordu ama bir defa söz vermiş bulundum ve istemeden de olsa “amin” demek zorunda kaldım… Ertesi gün savaşın ardından sıra şehitleri defnetmeye gelmişti ama bir şehit vardı ki tanınmayacak haldeydi;ne elleri ne ayakları ve gözleri,ne de kulakları vardı ve kimse de tanıyamıyordu!..Birden Amr’ın aklına Abdullah Bin Cahş ve duası geliverdi,şahadetin sır perdesi açıldı;Abdullah Bin Cahş’ın duası Makam-ı İlahi’de kabul edilmişti… “Ben” kimim Ahmet?.. “Bana günahların ulaşamayacağı bir belde” söylesen de şu günahkar bedenimle oraya “hicret” etsem!.. “Bana kötülüklerin dokunmayacağı zamanlar” söylesen de orada kaybolsam!.. Hangi eller ve gözler,hangi ayaklar ve uzuvlardan bahsediyorsun günaha dalmamış;”duygularımı” koruyamadım ki günahlardan,onları bile kirlettim!.. Yüreğimizi sattık dünya denilen mezbelelikte,ruhlarımız bit pazarının işportalarına düştü!.. Adamlar gitti,insanlarla paylaşmaya başladık kirlenmiş mekanları,sadakat gitti ihaneti beslemeye başladık sinelerimizde!.. Yağmurları küstürdük,yıldırımların öfkesini üzerimize çektik;.. Güneş sanki gökten yere indi,gölgeleri kendimizden kaçırdık!.. Maviyle bizi kucaklayan cömert denizler içlerindeki öfkelerini kıyılara kusmaya başladılar… Yusuf’a yol gösteren Ay ve yıldızların dostluğunu karanlıkta kaybettik… Yırtıcı hayvanlar bile yaşamak istemiyor bu günahkar bedenlerle,onlar bile bizden kaçıyorlar artık!.. Şeytan mı dedin?.. O diyor ki;.. “Ben bile bu kadarını hesap edip düşünememiştim ey Adem oğlu,pes!!” “Şeytan’ı utandıran zamanlar”a imza attık!.. Dua et diyorsun,utanıyorum… Dua,”Ben-merkez”den ötelere uzanan ve iletilen Zat’a münhasır bir itirafnameydi,değil mi?.. O zaman bu acziyet ve günahımızı itiraf edersek Kadir-i Mutlak perdeyi aralar da Nuru’nu gönderir mi,ulaştırır mı bizlere?.. Olur mu dersin Ahmet?.. Ve ellerimi kaldırıyorum,abd-i aciz olarak!!... Selam ve dua ile,.. Lütfi AKARÇAY
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © lütfi akarçay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |