"Leyla'nın işi naz ve işve; Mecnun'un gözü yaşı çeşme çeşme..." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Hücresinin önünde uçsuz bucaksız olduğunu tahmin ettiği koridorda çok uzaklardan gelen ayak sesleri... İşte bunlar gerçekti. Bu ayak seslerini duyduğu an hayallerinden sıyrılıyordu Kenan. Ayak seslerini neyin takip edeceğini biliyordu. Tıpkı sonunu bildiği bir filmi izler gibi... Menteşeleri yağlanmamış çok ağır bir kapının büyük bir gıcırtıyla açılışını duydu. Az sonra, beklediği acı haykırış, filmin final sahnesi olarak kulağında yankılandı. Bu sefer bir kadın sesiydi. Çığlık çığlığa bağırıyordu. Kenan bulunduğu yerden kadının ne söylemeye çalıştığını anlayamasa da, sesindeki öfkeyi algılayabiliyordu. Daha önce de duymuştu bu haykırışların benzerini. Sonra –yitirilmiş zaman kavramıyla ne kadar sonra olduğunu kestirmek zordu- ses daha az duyulur oldu. Sesteki isyan ve öfke giderek merhamet dilemeye ve ağıta dönüştü. Kenan, kahramanlarının sürekli değiştiği aynı oyunu bir kez daha dinlemiş oldu. Giderek azalan ağlama sesleri artık duyulmuyordu. Kadın ne için ağlıyordu? O duyduğu ayak seslerinin sahibi, kadına ne söylemişti, ne yapmıştı? Kenan bir dahaki sefere koridorda duyacağı ayak seslerinin kendi odasının önünde sona ermesi halinde neler olacağını düşünmeye çalışırken yeni hayallere dalıp gitti. ** “Peki babam ne zaman geri gelecek anne?” Yasemin dört yaşındaki çocuğa laf anlatmanın zorluğunu bir kez daha hissetmiş halde gözlerini Mert’in gözlerinden kaçırdı. ‘Bir daha hiç geri dönmeyecek’ demek istiyordu, ‘bilmiyorum’ demek istiyordu, bunu Mert’in anlamasını ve daha fazla üstelememesini istiyordu. Daha geçen ay gittiği psikolog dört yaşın çocuklara bir şey anlatmak için yeterli olduğunu ısrarla söylemişti. Ölümü anlatmak da buna dahildi. Ancak Yasemin ölümün çocuğa, bir yetişkine ifade ettiğinden daha farklı duygular ifade ettiğinin farkına vardı. Mert babasının ölümüyle yokluğu arasında bir bağlantı kuramıyordu. Yasemin, oğlunun babasını bir daha göremeyeceğini farklı yollardan birçok kez Mert’e anlatmıştı. Ancak sonu gelmeyen sorular nedeniyle artık o da pes etmişti. Mert’e babasının bir yolculuğa çıktığını, yakında geri geleceğini söyledi. Hayattayken Kenan’ın arkasından bir kez bile ağlamamış Mert, düzenli olarak her akşam ağlıyordu. Yasemin’in aklına Kenan’la aralarındaki şakalar geldi. Mert’e hamileyken kız isteyen Yasemin, oğlan isteyen Kenan olmuştu, ancak Mert sürekli annesiyle zaman geçirmek isteyen bir afacana dönüştüğünde, Kenan rövanşı baba düşkünü bir kızla almayı istediğini Yasemin’e söylemişti. O günleri düşündüğünde Yasemin’in gözleri yaşarıyordu. Bir taraftan ikinci bir çocuk Kenan’ın kısa ömrü için güzel bir son, Kenan’dan kalan hoş bir anı olacaktı ama bir taraftan da Yasemin’in başına babasız büyüyecek iki çocuk kalacaktı. ‘Hayat devam ediyor’ diyor bazıları. Yasemin için hayat yeni yeni devam etmeye başlamıştı. Kenan’dan sonra bir türlü geçmek bilmeyen günler biraz daha hızlanmıştı. ‘Zaman her şeyin ilacı’ diyorlar Kenan. Zaman seni unutmamızı sağlayacak bir ilaçsa eğer; sen bizim hastalığımızmışsın da bilememişiz demek ki. Böyle düşündüğü zamanlar Kenan’ı asla unlutmamaya şartlandırıyordu kendini. ‘Aslında babanın nerede olduğunun önemi yok canım, biz onu unutmadıkça o burada’ demek istedi Mert’e. “Babam ne zaman geri gelecek anne?” ** Evi, bilhassa Mert’in odası sık sık gözünün önüne geliyordu Kenan’ın. Onların yanında olmayı, yakınlarında olmayı o kadar çok istiyordu ki. Yazık ki kontrolünde olmayan hayaller dışında bu hiç mümkün olmuyordu. Olsun, hayaller de güzel. Kenan, bir zamanlar kendi ölümünü gördüğü rüyaların birinin içinde gibiydi. Bir taraftan rüyanın sona ermesini, uykudan bir an önce uyanıp Mert’e masal kitabı okumayı, Mert’in sonu gelmez sorularına sabırla cevap vermeyi, Yasemin’le konuşmayı, sevişmeyi, uzun zamandan beri yapamadıkları her şeyi yapmayı, hatta sıkıcı kıyafet alışverişlerinin birinde zevk alıyormuş gibi dolaşmayı bile istiyor; diğer taraftan rüyayı bitirip kendisini yapayalnız hücresinde bulmasına sebep olacak ayak seslerini duymaktan korkar halde rüyanın sürmesini istiyordu. Gördüğü hayalleri yönlendirebilmeyi, istediği gibi sonlandırmayı çok isterdi. Fakat bu da pek mümkün olmuyordu. Kenan hayallerinde ancak bir izleyici olabiliyordu, olup biteni kayıtsızlıkla izleyen bir seyirci. Hiç değilse, bazen ağlarken gördüğü Mert’e bir kez olsun göz kırpabilmek isterdi. Varlığını, onunla olduğunu Mert’e hissettirebilmeyi isterdi. Koridordan gelen ayak seslerini duyduğunda Mert’in ağlamasının kesilmiş olmasını isterdi. Bazen hayallerinde dünyayı Mert’in gözleriyle gördüğü de oluyordu. Kenan, gördüğü hayalleri istediği gibi bitirebilse bile, Mert’in gözleriyle Yasemin’i gördüğü anki kadar güzel bir hayal kuramayacağını biliyordu. Yasemin’in çocuklarına ne büyük bir sevgi ve acımayla baktığını hissetti. Buradayım Yasemin, demek istedi, buradayım. ** Mert artık -annesinin ona sık sık hatırlattığı gibi- bebek değildi. Altı yaşını doldurmuştu ve birkaç ay sonra okula başlayacaktı. Geceleri babasıyla ilgili rüyalar görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Ancak, bazen annesiyle dedesini ve babaannesini ziyarete gittiğinde gözünün önüne bir zamanlar kendisini çok sevdiğini söyledikleri babasının yüzü geliyordu. Her ölümün sonunda, geride kalanlar ölünün yüzünü ağır ağır unuturlar. Ancak Mert için tam tersi olmuştu. Sık sık babaannesiyle babasının hakkında konuşmasından ve babasının fotoğraflarına bakmasından olacak, Mert’in gözünün önünde çok net bir baba figürü vardı. Hem hiç tanımadığı, hem de çok iyi bildiği mükemmel bir baba. Mert’in dedesini ve babaannesini ziyaretleri üç yıl süresince devam etti. İki ay arayla gelen ölümler ziyaretleri sona erdirdi. Kenan’ın ölümüyle kendi hayatının da sonuna geldiğini, gelmesi gerektiğini hisseden, hayata küskünlüğü her halinden belli olan Yasemin, ani ölümlerin ardından evlendi. Bir daha karşısına hiç çıkmayacağını sandığı aşkla yine karşılaşmıştı. ** Yalnızca adım sesleri, kapı gıcırtısı ve çığlıkların sınırladığı bir zaman kavramı. Kenan, karanlık hücrede geçen süreyi kestiremiyordu. Ancak gördüğü hayaller ‘günden güne’ seyrekleşiyordu ve açık bilinçle daha uzun süreler, kesintisiz, kontrollü düşüncelere dalabiliyordu. Zaman zaman ayağa kalkıp hücrede geziniyor, hücrenin neredeyse pürüzsüz duvarına elini sürüyor, bir müebbet hapis mahkumunun duygularıyla duvarın arkasına ulaşabilmeyi tüm kalbiyle diliyordu. Kenan hayallerden sıyrılıp düşünmeye fırsat bulduğu zaman daha çok kendi vücuduna yöneltiyordu dikkatini. Hiç açlık, susuzluk çekmiyordu burada. Tuvalet, banyo, tıraş ihtiyaçları da sona ermişti. Bazen ayağa kalkıp hücrenin duvarlarına yaslandığında uzun süredir yatıyor olmanın etkisiyle ayaklarında meydana gelmesi gereken uyuşmaları, kendini burada bulduğundan beri hiç yaşamamıştı. Kulaklarının normal algı işlevlerini yerine getirdiğine emindi. Hücresinin bulunduğu koridordaki en hafif ayak sesini bile duyabiliyordu. Ancak gözlerinin durumu şaşırtıcıydı. Hiç ama hiçbir şey göremediğine göre ya kör olmuştu ya da burada en ufak bir ışık huzmesi yoktu. Kimi zaman avuç içiyle göz kapaklarına hafifçe bastırıp gözlerini ovuşturuyor ve o haldeyken gözlerini kırpıştırmaya çalıştığında, gözünün önünde çakan şimşekler, türlü ışık ve renk oyunları, deniz dalgası misali yayılarak hareket eden yay şeklinde beyaz renkli tepeler ona büyük bir zevk veriyordu. Göz oyunu her defasında, bu yapay ışıkların, kör olmadığına dair ipuçları olması dileğiyle sona eriyordu. Hücreye ilk geldiği sıralarda sürekli hayallerle yaşamaktan şikayet eden Kenan, hayallerin azalması ve düşüncelerin artmasıyla hayallerin azlığından şikayet eder oldu. Hayaller onu tanıdığı, bildiği dünyaya bağlayan yegane ögeydi. Görüp görmediğini bilmediği gözlerini tavana dikip, Yasemin’in yüzünü canlandırmaya çalıştı. Gözünün önüne yalnızca hareketsiz, cansız bir imge geldi. Kenan hayallerini istiyordu. Kenan’ın hayalleri özlemesinin altında bir neden daha vardı. Hayal olduğunu bildikten sonra, hayalin insana hiçbir etkisi olmadığını düşünüyordu. Hayal ancak geçici karamsarlıklara neden olabilirdi, oysa düşünce –özellikle isabetli olduğu durumlarda- dayanılmaz acılara yol açabilir. Kenan bir gün kör olup olmadığını düşünmektense, bir yıl sürecek kötü bir rüyada başrolde olmayı tercih ederdi, tek ki rüya sırasında her şeyin geçici olduğunun farkında olsun. ** Babasız geçen çocukluk yılları, Mert’in hiç sevmediği ve asla sevmeyeceği bir adamla evlenmiş olan, her geçen yıl daha az görüştüğü annesiyle arasındaki sorunlu ilişki, okulunu yarım bırakışı, babaannesine verdiği ‘büyük adam olacağım’ sözünün elinden kayışını hissedişi. Bunlar da delikanlılık yıllarını yaşayan Mert’in gerçekten düşündüğü zamanlar aklından geçenlerdi. ** Karmakarışık bir hayaller zinciri... Uyanmak için her şeyini vermeye hazır, hiçbir şeyi olmayan bir adam. Kenan rüyasında bir aracın kapısını zorluyordu. Rüyanın içinde çevreyi süzmeyi de ihmal etmedi. Bilmediği bir yerde gece karanlığının içindeydi. Ancak çevredeki aydınlatma sayesinde gözü açıkken göremediği renkleri görme şansı bulmuştu. Ellerine engel olmayı istedi ama başaramadı sanki bu ellere kendisi hükmetmiyordu. Kapıyı levyeyle açmayı denerken arkasından gelen ayak seslerini duydu. Sonra polisin hızla gelip kendisini arabaya yapıştırması, dayanan silahla belinde hissettiği keskin acı, elindeki levyenin yere düşmesiyle çıkan metalik ses ve arkasında polis olduğu halde dengesini yitirdiği için yere düşerken göz ucuyla aracın aynasından gördüğü kendi buğulu yüzü rüyadan kalan son ayrıntılardandı. Kenan, kabus sonrası, kimi zaman tam olarak ne görüldüğünü hatırlamayan beynin vücudun bitkinliğine, duyguların yıkılmışlığına bir anlam veremediğini biliyordu. Hayatında gördüğü en korkunç kabustan uyanmışçasına bitkin ve umutsuzdu. Kabusu düşündüğünde ana hatlarıyla hatırlayabiliyordu; ancak vücudunda ve duygularında bu denli yıkıma neden olacak bir taraf görmüyordu. Kendini rahatlatmaya çalıştı. Derin nefes alıp veriyor, kafasından önemli bir şey olmadığı düşüncesini geçiriyordu. Çok uzaklardan gelen adım seslerini duyduğunda Kenan uzandığı yatağında adeta bir ceset kadar sessiz ve hareketsizdi. Her nasılsa Kenan bu sefer kendi için gelindiğini biliyordu. Hücrede geçirdiği zamanın onu değiştirdiği, çok sabırlı hale getirdiği gözlerindeki metanetten anlaşılabilirdi. O adeta, kaderine razı olmuş bir idam mahkumuydu. Aslında şu an, adım sesleri gitgide yaklaşırken tek hissettiği meraktı. Tüm bunların nedenini merak ediyordu, nerede olduğunu, bunun nasıl sonlanacağını merak ediyordu. Ancak bu merak hissinin içerisinde en ufak bir umut yoktu. Kenan en kötüyü çoktan kabullenmişti. Beklentisizce bekliyordu ki... Kapının kilidi döndü. Daha önce sayısını hatırlayamacağı kadar fazla duyduğu kapı gıcırtısını tekrar duydu. Kapı ağır ağır açıldı ve... Işığı gördü Kenan. Beyaz ya da sarı olabilir, hemen anlayamadı. Fakat gözü hiç kamaşmamıştı, oysa orada geçen zaman... sonra çok derinlerden bir sevinç duydu, kör değildi, neye yarayacaksa diye düşündü, kendini hazırladığı umutsuzlukla. Kapıdan beyazlar içerisinde bir kadın girdi. Baştan aşağı beyaz kıyafetiyle bir meleği andırıyordu. Ancak yaşı melekten çok bir cezaevi gardiyanına uygundu. Odanın içi koridordan gelen ışık sayesinde artık görülebiliyordu. Dört duvarı ayna kaplı bir odanın tam ortasına yerleştirilmiş bir yatağın üzerindeydi Kenan. Kendi çevresinde bir tur döndü. Neredeyse boynuna zarar verecekti. Gözlerine inanamıyordu. Pürüzsüz dediği yüzeyin ayna olduğunu anlamıştı, ardından odanın tavanının ve tabanının da ayna olduğunu farketti. Çevresinde binlerce Kenan ve kapıda bekleyen kadından görüyordu. Yüksek tavanıyla hücre, bir kaleyi andırıyordu. Kadın henüz ağzını açmadan bir şeyi daha fark etti Kenan. Aynalara bakarken bir anda hatırladı gördüğü kabusun sonunu. Aracın aynasında gördüğü yüz çok net bir şekilde geldi gözünün önüne. Kendi yüzü değildi, o yüz şu an aynalarda gördüğü yüz değildi, o Mert’in yüzüydü. Yere dengesini kaybedip düşmedi Mert, beline isabet eden kurşun düşürdü onu. Kenan Mert’in ölümünü görmüştü kabusunda. Bir araba hırsızına dönüşmüş olan oğlunun ölümünü görmüştü. Sen yaşamalısın Mert, sen yaşamalıydın Mert. Tüm bunlar kafasının içinde dönüp dururken, kadın onun beynini okuyormuşçasına sessizce sanki düşüncelerin sona ermesini bekler gibiydi. Kenan ifadesiz gözlerle aynalara dalıp gitmişken, kadın belirgin biçimde Kenan’ın yüzüne son bir kez baktı, odanın ışıklarını yaktı ve kapıyı kilitleyip dışarı çıktı. Kenan arkasından yetişip bağırmadı, kapıyı yumruklamadı. O, üzüntüsünü sessizce yaşamayı seçti. Kendini hazırladığı tüm hayal kırıklıkları, şu an hissettiğinin yanında çok küçük kalıyordu. Artık Mert yok, ya Yasemin? Yazık ki Yasemin’in aklında Kenan yok. Öylece oturdu. Artık hayallere yer yoktu, ışıkta hayal olmazdı ki. Geride onu düşünecek kimsenin kalmadığını hissetti ve aynalardaki Kenan’a dalıp gitti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Güven Solak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |