Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir.
-Cervantes |
|
||||||||||
|
Trenin sondan bir önceki vagonuna bindi. Deneyimleri en tenha vagonun bu olacağını söylüyordu. Nedense uzun süredir durakta bekleyenler yüzünden orta vagonlar ve son anda bilet alıp yetişenler nedeniyle son vagon daha kalabalık oluyordu. Tren hareket ettikten sonra, koca vagonda beş kişiyle birlikte olduğunu fark ettiğinde yüzüne acı bir tebessüm yerleşti Memur Alpar’ın. Arkasına yaslandı ve bir saat sürecek yolculuğa hazırladı kendini yavaşça gözlerini kapatarak... ..Esmer olanı, geçen haftakine ne kadar da çok benziyor, beyaz süt gibi teni. Dokunma isteği.. Buna hiç engel olamazdı Alpar. İsterdi, hep dokunmak isterdi, ama hiç sevdiğine dokunamadı, hep beğendiğine dokundu, parasını ödediklerine dokundu, ödeyeceklerine dokundu. Bu gelişinde, geçen sefer anlamlı anlamlı süzdüğü kumralı göndermişti yatağına Rezzan Hanım. Herkes hanım diye hitap ettiğinden Alpar da alışmıştı, bu fahişeden bozma kadına hanım demeye. Rezzan Hanım’ın kumral kızı yusyuvarlak hatları, buğday renkli yumuşacık teni, yüksek topuklu ayakkabılarının içinden seçilen narin ayakları ve pürüzsüz olduğu her halinden belli güzel bacaklarıyla Alpar’ı hemen etkiledi. Ne kadar sürdüğü belli olmayan sevişme sonrasında kız onu yatakta öylece bırakıp gidecek, Alpar’ın aklındaysa yine yalnızca vücuda ait detaylar kalacaktı. Bu kızların yüzünü, hafızasını ne kadar zorlarsa zorlasın hatırlayamıyordu Alpar. Yatakta uyanık halde tembel tembel yatarken saat çaldı, uyan Alpar yeni gün başlıyor.. Gözlerini açtığında ani bir refleksle önce saatine baktı: Daha var eve. Nerde olduğunu hatırlamasıyla dikkati çevresine yöneldi. Vagonun ön tarafında kapının hemen yanında oturmuş olan iyi giyimli kıza bakıyordu. Kızın yanında ona heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatan bir çocuk vardı. Arkasını döndüğünde başka kimseyi göremedi. Üç kişi yalnızdılar vagonda. Kızla çocuğun konuşması tuhaf bir hal almaya başlamıştı. Kızın rahatsız olduğu yüzünden belliydi. Önceden tanışmadıklarını düşündü Alpar. Çocuğun üstü başı rezaletti, tozlu çamurlu pantolonuyla, kömür karası yüzüyle kızın kardeşi olması mümkün değildi. Bir şeyler satmaya mı çalışıyordu acaba? Kalkıp kızı bu sıkıntıdan kurtarmayı düşündü, belki polis olmasaydı kalkardı da; ama şu an kendini çok yorgun, çaresiz ve güçsüz hissediyordu. Herkesin her an bana ihtiyacı yok ya. Yeniden kendi içine çekildiği sırada kızın ayağa kalktığını gördü. Boşandığından beri hayatına Rezzan’ınkiler dışında kadın girmemişti. Şimdi göz ucuyla izlediği kızın kendisine bu kadar çekici gelmesinin nedeni kadınsızlık mıydı, yazık. Aniden vagonun kapısı açıldı ve kız, çocuğu aşağı iteledi. Ardından hiçbir şey olmamış gibi vagonun kapısını kapattı, vagonun içine hızlıca göz attı. Bu sırada Alpar’la göz göze geldiler. Alpar hiçbir şey konuşamıyor, düşünemiyor, hissedemiyordu. Sadece bakıyordu. Bir ara yerinden kalkmak istedi ama onu da başaramadı. Kız ağır adımlarla Alpar’a doğru ilerledi ve Alpar’ın arkasındaki koltuğa oturdu. Alpar için bu gerçeküstü rüya inmesi gereken durağa geldiğini anlamasıyla sona erdi. Ne yaptığını bilmeden indi hızla trenden. Polisti, bir cinayete engel olamamış, olmamış, hatta katilden kaçan bir polisti. Çocuk öldüyse... ya da ölmediyse... Sıklaştırdı adımlarını Alpar, bugünü hiç yaşamamış olmayı diledi. Arkasından, derinlerden gelen ayak seslerini duyduğunda mesleki içgüdüyle dönüverdi geriye: Karanlıklar içinden beyaz penyesiyle trendeki kızı seçti hemen mesafeye rağmen. Ürperdi, ama hareket etmedi. Donuk gözlerle kızı beklemeye başladı. Kız adımlarını hiç değiştirmeden aynı kendine güvenle Alpar’a doğru yürüyordu. Ne söylemesi, ne yapması gerektiğini düşünürken ağzından dökülen sözcüklere kendi de şaştı Alpar: “Neden peşimdesin?” Kaşlarını çatmış haldeydi, ürkekliğini gizlercesine. Kız durdu, gözlerinin içine baktı Alpar’ın. “Seninle gelmek istedim.” Alpar, kızın alkollü olduğuna dair bir ipucu aradı yüzünde, nefesinde. Hayır alkol almamıştı, hatta kendisinden daha uyanıktı. Dilinin ucuna kadar geldi trendeki çocuk. “Tren...” diyecek oldu, ama kızın yüzüne baktığında gördüğü masum ifade susturdu Alpar’ı. Kıza hiç bakmadan yürümeye başladı. Eliyle ceketinin cebine koyduğu silahını kontrol etti eve iyice yaklaştığında. Kapıyı anahtarıyla açtıktan sonra arkasına bakmadan içeri girdi Alpar, kısa bir süre sonra da kapının kapanma sesini duydu. Hala ne yaptığını bilmiyordu, neden getirmişti onu buraya? Sessizliği Alpar bozdu: “Anlatmayacak mısın?” “Neyi?” “Trendeki çocuğu” “Tinerciyi mi soruyorsun. Bu denli vurdumduymaz olmayı nasıl beceriyor, diye düşündü Alpar. “Evet aşağı attığın çocuğu soruyorum!” “Çünkü çok rahatsız etti beni.” “Beş yaşında yoktu çocuk, bir tokat atsaydın.” “İteledim ama çekilip gitmedi.” “Bir daha iteleseydin... anlamıyorum neden?” “Canım çok sıkılıyordu.” “Canın mı sıkılıyordu? Bunun için mi aşağı iteledin?” “Çok sıkılıyordu, Pazartesileri böyle olurum hep.” Kızın sakinliği deli ediyordu Alpar’ı. “Neden, Allah kahretsin!, neden?” “Çünkü Pazartesileri sevmiyorum.” “Ben de ordaydım, rahatsız ediyor beni diye bağırsaydın ya, neden seslenmedin bana?” “Gerek var mıydı? Zaten gözünün önündeydik.” Kız burada haklıydı. Ama hala anlayamıyordu onu Alpar. “Ölmüş olabilir” dedi. “Umarım.” “Nasıl böyle konuşabiliyorsun? Tinerci de olsa...” Cümleyi tamamlamak anlamsızdı, kız daha tinerci lafını duyarken yüzünü buruşturmuştu bile. “Bana zarar verebilirdi, cebinde belki de bıçağı vardı, hala anlamıyor musun?” Ayak üstü devam ediyordu tartışmaları. Alpar kendini çok yorgun ve susuz hissetti. İki bardak sudan sonra kızı salonda otururken buldu, o da karşısına oturdu. Kız hala eşsiz özgüveniyle Alpar’ın gözlerinin içine bakıyordu. “Doğruyu söyle, buraya neden geldin? Çocuğu gördüğüm için mi? Cebinden tabancasını çıkardı. Kızın gözlerine dikkatle baktı, şaşkınlık ya da korku belirtisi görebilmek için; ama yüz hala ifadesizdi. Devam etti: “Ben polisim, beni aşağı itelemen daha zor olacaktır.” “Madem polissin neden beni tutuklamadın?” “...” “Şimdi neden tutuklamıyorsun?” “...” Sessiz geçen dakikalar sonrasında kızın dikkati Alpar’ın gözünden salona kaydı. Ayağa kalkıp vitrindeki fotoğrafları incelemeye başladı. Bu rahatlığından nefret ediyordu Alpar. “Bu kim?” diye sordu kız, eline aldığı fotoğraftaki karalanmış yüzü gösteriyordu, “karın mı?” “Ayrıldık.” “Kızın güzelmiş.” “Öyle.” Alpar sessizce yerinde oturmuş, kızın sorularının bitmesini bekler gibiydi. “Adı ne?” “Senin adın ne?” “Gül.” Alpar ayağa kalktı, yatak odasına giderken arkasından seslendi Gül: “Bana kendi adını söylemedin?” “Alpar.” Gül’ün Alparın ne anlama geldiğiyle ilgili sorduğu soru kapı örtülme sesine karıştı. ** Sabah her zamanki gibi aceleyle giyindi Alpar. Evden çıkmadan açık olan salon kapısından kafasını içeri uzatmış ve uyuyan gülü görmüştü. Dışarı adımını atarken evde değerli bir şey olmadığını düşünerek kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Akşam eve döndüğünde beklemediği bir görüntüyle karşılaştı. Gül evi çekip çevirmişti. Deterjan ve yemek kokuları birbirine karışıyordu. “Mutfakta kavanoz vardı, oradan biraz para aldım, dolap boştu.” Gül’ü dinlerken bir taraftan evdeki değişiklikleri görmeye çalışıyor, bir taraftan da Gül’e artık gitmesi gerektiğini nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. “Sağol... Gül.” Yemekte Alpar düne göre daha konuşkandı. Ailesinden bahsetti Gül’e, eski karısı Naz’dan, kızı Buse’den. Gül yemekten sonra Alpar’ı salona gönderdi, “yorulmuşsundur ben toplarım” teklifini reddedemedi Alpar, gidip televizyonun karşısına kuruldu. Gül işini bitirip geldiğinde Alpar’ın karşısına, televizyonun yanındaki koltuğa oturmuştu. Alpar televizyonu, Gül Alpar’ı izliyordu. “Karından sonra başkası oldu mu?” Alpar, bu ne cüret! bakışı fırlattı Gül’e, çatık kaşlarla “ne demek istiyorsun?” dedi. “Yalnız mısın, yıllardır yalnız mıydın, kadınsız mıydın?” diye soruyorum. Gül ağır ağır dikene dönüşüyordu. Alpar öfkesine hakim olmaya çalışarak: “Kadın mı bulacaksın bana?” “Kadının olacağım. Gözlerini kaçırma, bana nasıl baktığını biliyorum, hoşlandın benden.” “Kadınsız olduğumu nereden biliyorsun?” “Bacaklarıma kaçamak bakışlarından.” Eteği yukarı doğru kaymıştı. İradesiyle savaşıyor, aynı zamanda içinde uyanan arzu yüzünden kendinden iğreniyordu Alpar, yalnızlığından utanıyordu. Devam etti diken: “Kimden çekiniyorsun, sen nasıl bir erkeksin böyle?” “Ya sen nasıl bir insansın?” Küfretmemek için kendini zor tuttu, “yatar mısın altına böyle her gördüğünün?” “Senin deminki bakışlarını hatırladım şimdi, Mehmet Abi de böyle bakardı, yurttaki hademe. İlk onun altına yattım. Biliyor musun, hep merak ederim, erkekler niye etek görünce dayanamaz, ellerini eteğin altına atmak isterler?” Az daha yukarı çekti eteğini. “Çekinme bak, ben sadece ne hissettiğini merak ediyorum, ne geçiyor aklından? Mehmet Abi’yi mi düşünüyorsun? Herhalde tecavüz diyorlar bana yaptığına? Ben o zamanlar bir şey hissetmemiştim, yetiştirme yurdundaydık biz, orada güzelsen de çirkinsen de eninde sonunda birileri çıkar üstüne. Ama sen farklısın, seni tanıyorum artık, gel gerçekten hoşlandım senden.” Alpar hışımla ayağa kalktı, yatak odasına gitti. Kapısını kapattıktan sonra kilit sesi duyuldu. Sabahın aydınlığına dek uyuyamadı. Evden çıkarken mutfaktaki kavanoza para bırakmayı unutmadı uykulu gözlerle. ** Ertesi gün işten çıkınca içmeye gitti Alpar. Eve girmeyi istememişti, Gül’ün onu beklediğine emindi. Sonra ucuz bir otele gitti. Aklında Rezzan’a gitmek de vardı ama bir fahişeyle yatmayı bugün kendine yediremedi. Sonraki gün Gül’ün gitmiş olacağını umarak kapıya anahtarını soktu ve çevirdi, açılır açılmaz yemek ve deterjan kokusu yüzüne çarpmıştı yine. İstemeye istemeye yüz buruşturularak girilen düzenli ev: Garipti ama evliyken de böyle hissederdi. Evlilikten tek farkı, Naz’ı evde bulamama düşüncesinin onu hiç rahatsız etmemesiydi, oysa Gül’ü evde bulmak Alpar’ı hem rahatsız ediyor, hem de memnun ediyor, heyecanlandırıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi yediler akşam yemeğini. Dargınlığa, küskünlüğe dair tek iz sessizlikti. Kimse bozmaya çalışmadı bu sessizliği. Havanın soğuğuna aldırmadan balkona çıktı yemekten sonra Alpar, peşinden de Gül. “Gül, nerede yaşıyorsun sen?” “Yurttan bir iki arkadaş var, onların yanında oyalanıyorum. Evlendi onlar, ben işimden sıkıldıkça bana yeni iş bulurlar, parasızken kalacak yer verirler.” “Ne iyi, dostların var.” “Birlikte kaçtık yurttan, kaçtıktan sonra iyice bağlandık birbirimize. Senin var mı yakın arkadaşın?” “Pek yok... Yetiştirme yurdundan ne zaman kaçtın?” “Yedi-sekiz yıl oluyor, on yedi yaşındaydım, Mehmet Abi’den sonra oldu kaçış, o pazartesiden sonra oldu. Naz’la neden ayrıldınız?” “Başkasına gitti, sıkılmış.” Manalı manalı Gül’e baktı Alpar, ancak yine pişmanlığa ya da hüzüne dair bir ipucu göremedi. ** Alpar ertesi sabah evden çıkarken kavanoza para yerine küçük bir not bıraktı. Gül’den akşama bir şey hazırlamamasını istiyor, akşam yemeğini dışarda yiyeceklerini söylüyordu. Akşam eve döndüğünde karşısında güzel bir hanımefendi buldu Alpar. Gül’ün beklenmedik patavatsızlıkları hariç, nerede nasıl davranacağını gayet iyi bilen biri olduğunu düşünüyordu. Önceki gece boyu bu davetin ayrıntılarıyla uğraşmıştı kafasının içinde. Gidecek bütçesine uygun güzel bir lokanta bulmuş, hatta kendince menüyü bile seçmişti. Ama bir türlü Gül’e ne söyleyeceğini bilemiyordu, öyle ya ne için gerçekleşiyordu bu davet? Sonunda oluruna bıraktı her şeyi, kapıda ona biraz şaşkın bir yüzle bakan Gül’e, “gezeriz diye düşündüm” dedi yalnızca. Gece boyu Alpar’ın kafası tamamen boşalmış gibiydi, gülümsüyordu hep, Gül’e baktığında ifadesiz yüzünde bir tebessüm görür gibi oluyordu, o da memnundu herhalde halinden. Yemekte birkaç kez Gül’ün dalıp gittiğini fark ettiği oldu Alpar’ın, ama ona hiç ne düşündüğünü sormadı. Gece yatağına yalnız girdi Alpar. Üzerinde düşünmek istemese de bu yalnız gecelerin çok uzun sürmeyeceğini biliyordu, onu trende ilk gördüğü geceden beri biliyordu, bir taraftan da bu düşünceden kaçıyordu. Gül’ün yalnızca yalnızlığını alıp götürmeye yaradığına inandırmaya çalışıyordu kendini, ah bir de o ifadesiz belli belirsiz tebessüm eden yüz gözünün önüne gelmese, şimdiye uyumuştu bile. Ah bir de aşağı düşen çocuk gelmese aklına... Cumartesi günü başından sonuna işle geçti. Eve geldiğinde saat on bir olmuştu. Alpar, Gül’ün varlığına o kadar alışmıştı ki zili çaldı çekinmeden. Evde onu bekleyen birinin varlığı, yıllardır unuttuğu ama şimdi hatırladıktan sonra bir daha hiç kaybetmek istemediği bir mutluluk nedeni olmuştu. Açmadı Gül kapıyı. İçeri girerken, çoktan uykuya dalmış olmalı, diye düşünüyordu Alpar. ** “Günaydın?” diyen sesin sahibini görecek durumda değildi. Başı ağrıyordu. Gözünü açtı ve onu gördü, gülüyordu gözleri. Gülümsediğini fark etmesiyle uyanmak için müthiş bir çaba harcadı. Uyursa sanki her şey yok olacak, büyü bozulacaktı. “Kahvaltını getirmemi ister misin?” Konuşamıyordu, yorgun bedenini tüm gücüyle kaldırdı, yüzünü yıkayıp mutfağa gitti. Gül’le ilk defa başbaşa kahvaltı yaptılar. “Burda kal,” derken gözlerini masaya dikmişti Alpar. “Bunu gerçekten istemezsin.” Yine ifadesiz yüze dönüş... Devam etti Gül: “Sen istiyor musun?” Gül’e bakmadan yavaşça onayladı başıyla Alpar. Gül’e ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Bir taraftan onu kendisine çok yakın hissederken, bir taraftan da çok uzak olduklarını, birbirlerinin ne istediklerini anlamayacak kadar uzak olduklarını düşünüyordu. Bazen iki dostun, bazen iki sevgilinin, bazen de iki ev arkadaşının birlikteliği geceye kadar sürdü. İkisi de birbirine teklif etmemişlerdi, kendiliğinden bir araya geldi iki beden Alpar’ın odasında. Alpar, Mehmet Abi ve diğerleri düşüncesini aklından kovmaya çalıştı sevişirken.Gül’ü tek başına istiyordu yanında. Tüm umursamazlığıyla, duygusuzluğuyla istiyordu onu. Gül’e sarılarak uykuya daldı, hiçbir şey düşünmeden. ** Yine bir Pazartesi sabahı başlıyordu. Alpar haftanın ilk gününe koca yatakta yalnız başlamanın şaşkınlığı içindeydi. Gül’e dair bir iz aradı evde. Bir iki günden yok olacak, çok hafif bir deterjan kokusu ve küçük bir nottan başka bir şey bulamadı. Gül ansızın hayatından çıkmasını kendine göre açıklamaya çalışmıştı: “Alpar, bugün canım çok sıkılıyor.” Telefona gitti eli, ezbere çevirdi numarayı: “Alo, Rezzan Hanım...” Tekrar yatağına döndü ve yorganı başına çekti Alpar. İşe gitmek istemiyordu: Pazartesileri sevmiyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Güven Solak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |