Işık verirseniz, karanlık kendiliğinden yitecektir. -Erasmus |
|
||||||||||
|
Genelde bekleyenler yalnızdılar. Seyrek duyulan konuşmalardan sırada, birkaç kişilik arkadaş gruplarının da yer aldığı anlaşılabilirdi. Ama bunların sayısı fazla değildi. Nadiren de olsa sırada bekleyen insanların tanışıp konuşmaya başladıklarından bahsedilebilir; ama bu da buralarda pek sık görülen bir durum değildir. Olsa olsa arada sırada birbirleriyle konuşan muhtemelen yeni evli çiftlerin sesi geliyordur. Bizim buralarda eski çiftler de pek konuşmaz. Herhalde gözlerle anlaşabildiklerinden. Sanki başka boş yer yokmuş gibi iki semtin dolmuşları aynı sokaktan kalkmaktaydı. İki tane bitişik çok uzun dolmuş sırası. Yalnız sıraların baş tarafı, binişi kolaylaştırmak için aynı noktada başlamıyordu. Aralarında yaklaşık yirmi metre mesafe vardı; insanların yarım belki bir saat bekledikten sonra karmaşa olmadan gelen araca binebilmeleri için. Gelen araç yolcusunu –ayakta yolcuya pek müsaade edilmez, on dört kişiden ne bir eksik ne bir fazla yolcu biner araca- doldurup gittikten sonra, sıradakiler arkadaki aracın gelmesini beklerdi. Zaten sonraki araç gelinceye kadar sıra eski uzunluğuna ulaşırdı da. Bu sırada yıllardır bekleyen insanlarda, sıranın hiç bitmediğine dair bir batıl inanç oluşmuştur. Elbet gece saat birden sabaha kadar ulaşım dururdu. Ancak yıllardır yalnızca iş çıkışı hep aynı saatte buraya gelen ve her seferinde aynı sırayla karşılaşan insanlar bu sokağı hiç boş görmemişlerdi ve boş olarak hayal dahi edemiyorlardı ki. Serkan, daha önce birkaç kez gittiği Turgut’un evine gitmek için durağa doğru yürüyordu. Sırtında ağır çantası, az önce yeni durmuş olan yağmur altında şemsiyesiz yürümesi yüzünden iyice ıslanan kıyafetleri ve günün yorgunluğunun getirdiği bezgin yüz ifadesiyle, sıranın sonuna geçmek için çok uygun haldeydi. Dolmuşun kalktığı sokağa adım adım yaklaşırken, uzaktan bir silüet olarak seçtiği karaltının, iyice uzayıp sokağın köşesinde kıvrılan dolmuş sırasına ait olduğunu fark etti. Buradan daha önce de kalabalık saatlerde dolmuşa binmişti ancak o zaman sıra bu kadar fazla değildi. Çevresine şöyle bir göz atan Serkan yakınlarda sıraya doğru yürüyen kimseyi göremediğinden adımlarını seyrekleştirmişti. Nefes nefese kalmaktan hiç hoşlanmazdı. Bu sırada gök gürledi. Küfretti Serkan. Sırtındaki ince montuyla yağmura çok kötü yakalandığını düşündü. Adımlar yeniden hızlandı ve koşuşturmaca durakta sona erdi. Serkan’ın bulunduğu yerden sıranın ön tarafını görmesi mümkün olmadığından, daha önceki bekleyişlerini hatırlamaya çalışıyordu. Sokağın bu kısmında görebildiği kadarıyla otuz kişi kadar vardı Serkan’ın önünde. Ancak bu otuz kişinin önünde, köşeyi döndükten sonra, kaç kişi olduğunu tahmin etmesi mümkün değildi. ‘İki yüz mü olmalı? Hayır iki yüz çok az. Beş yüz olabilir mi? Beş dakika da bir, yeni araç gelse, araç başına on beş kişi desek, düz hesap üç yüz kişi olsun bekleyen, bu durumda üç yüz kişi...’ Montunu çıkardı Serkan. Sırt çantasını aldı yine sırtına. Montunu giymeden başının üzerine yerleştirdi, daha az ıslanmayı umuyordu. ‘Üç yüz kişi, yirmi araç lazım, bu da yüz dakika demek...’ Sırada hiç azalma belirtisi yoktu. Yavaşça arkasına döndü. Bir kişi sıraya doğru yaklaşıyordu. Hemen önüne döndü Serkan, arkadakiyle göz göze gelmemişti. ‘Yüz dakika çok fazla, araçlar daha sık geliyor olmalı. Üç dakikada bir araç geliyor olsa süre iyice iner, ne kadar, neyse. Bir saat beklerim herhalde. Ufff be Turgut, keşke yarın gelseydim, yorgunum dedim sana. İler...’ Gayri ihtiyari hareket eden ayaklar, ayakların ne yaptığını algılayan beyinler. Bir kaç adım ilerledi sıra. ‘Ya ilerlememeli ya da on beş adım ilerlemeli, yarım araç gelmiş olamaz ya.’ Serkan arkasında yeni bir kişinin varlığını hissetti. Arkasını dönmemişti ama her nasılsa oradaki varlığın farkındaydı. Derinlerden gelen bir konuşma, bir soru sorulmakta. ‘Hissettirmeden kulak kabart, duymaya çalış. Konuşanın ağız hareketlerini görememek mi kulak kabartanın duymasını engelliyor; yoksa ses dalgalarının doğrudan kulağının iç kısmına çarpmıyor oluşu mu? ... sırası mı bu? Pardon...... bu?’ Serkan beklediği sıranın A. semtine mi yoksa gitmesi gereken F. semtine mi giden araca ait olduğunu hiç bilmediğini fark etti. ‘Ben de yeni... herhalde..., ama kesin bilmiyorum.’ Hem konuşmaya katılmak istemediğini iyice hissettirerek olabildiğince ilgisiz görünmeye çalışıyor, hem de hafiften yan dönerek sol kulağıyla F. semti dolmuşuyla ilgili ipucu almaya çalışıyordu. ‘Ben neden sormadım ki, belki de boş yere bekliyorum? Gerçi kaç dakika bekledim ki? Adam ne cevap verdi ki? Ne konuştukları da zaten hiç anlaşılmıyor. Galiba bilmiyorum dedi adam. O halde şimdi soru bana sorulacak. Ben aptalmıyım emin olmadan bekliyorum burada. Çık sıradan oğlum, dön sokağın başını, git bak öndeki araca, öğren A.’ya mı gidiyor, F.’ye mi gidiyor? İyiden sıradan çıkınca tekrar sondan girmek gerek. Yanlış sırada da olabilirim. Bekle, arkayı dinle birazdan belli olur, ama onlara iyice sırtımı döneyim, bana sormamalılar, sorarlarsa ne diyeceğim? İyi de arkamdaki de boş yere beklemiş olabilir. O da sormadı kimseye, adamın bir bildiği vardı ki durdu. Sorarlarsa bana, yine de duvara doğru döneyim, hatta duvara yaslanayım da, önümdekine sorsunlar. Ya da ben onlardan önce davranıp önümdekine sorsam? Yeni mi aklına geldi demezler mi? Aptal durumuna düşerim, rezil olurum, tamam benim yanıt hazır. Ben F. diye biliyorum, ama pek emin değilim, sorun isterseniz önde bekleyenlere. Aklıma gelen en iyi çözüm bu mu? Galiba durum için uygun çözüm yok, yaslan ıslak duvara ve bekle. Sana sormayacaklarını um, hala konuşmalar kesilmedi mi?’ Serkan, arkasından gelen birkaç farklı konuşma sesi duyuyordu. ‘Tartışmaya başkaları da eklenmiş olabilir mi? Sıra da ilerlemiş galiba. Ama önümdeki adam niye öyle duruyor, adam ilerlemedi bir türlü. Gerçi olsa olsa iki adım atması gerek. O da benim gibi yaslanmış duvara. Belki sıra daha fazla ilerleyince yürümeye başlayacaktır. O zaman da yürümezse uyarırım. Bu arada ya arkamdakilerden birisi beni uyarmaya kalkarsa, adama ilerlemesini söylemem için. Ne diyeceğim ona? Sana ne, derse ne cevap verebilirim ki? Ya da buyur geç önüme derse? En güzeli bu uyarma işlemini benim yapmamam. Arkadakilerle muhatap olma.’ ‘Bu kadar çok konuşacağına –şu sesi çok çıkan adam, iki arkamdaki- gidip köşeyi dönse ya, herhalde anlar doğru sırayı bekleyip beklemediğini. Gerçi yağmur yine şiddetlendi gibi, hadi yağmurdan sıranın önünü göremedi anlayamadı diyelim, yürüyeceği iki dakikalık yolu geçmez, niye şu eziyeti çektiriyor bize.’ ‘Aaa önümdeki adam ilerledi, bu arada sıra da ilerliyor, bu sefer dört adım atabiliriz gibi. Ne kadardır bekliyorum acaba? Keşke saate baksaydım, şimdi yaklaşık bir hesap yapabilirdim.’ “Afedersiniz, bu F. sırası mı?” ‘Arkadan gelen ses, o çok konuşan adamdan, iki arkamdaki, duyma! Sana demiyor. Omzumda eli var, bana dokunuyor adam, bana soruyor. Dön arkanı Serkan.’ “Bu F. sırası mıydı acaba?” Adam Serkan’ın yüzüne bakıyordu. Çok basit –cevabının çok basit olduğuna inandığı- bir soru sormuştu. Serkan hipnotize olmuş gibi bakıyordu donuk gözlerle adamın yüzüne. Ellerini iki yana açtı, alt dudağını büzdü. Bilmiyorum demek istiyordu. Adam bir öndekine yaklaştı, yine önce sesleniş, sonra omza dokunan bir el. Öndeki adam Serkan’ın hazırladığı cevaplardan birini verdi. “Galiba F. ama emin değilim, isterseniz bir de öndekilere sorun.” Adam sırada ilerlerken, önünde kalanlarda gözle görülür bir heyecan dalgası yaratıyor, arkada kalanlarsa artan kalp atışlarının yavaşlamasıyla önlerinde olup bitenlere dikkat kesiliyorlardı. Bu sokakta bekleyen, Serkan’ın önündeki yirmi kişiden hiçbirinin bilinçli olarak beklemediği ortaya çıktı sonunda. Çoğunluk F. semtine gidecek aracın bu sıranın ucunda olduğuna inansa da, arada A.’ya gitmeyi isteyenler de çıkmıştı. Tatmin edici bir cevap alamayan adam sonunda köşeyi dönüp görünmez oldu. Ortalığa yine bildik bir sessizlik çökmüştü. Birkaç dakika sonra adam geri geldi. Görev bilinciyle insanları uyararak yürüyordu. “A. sırası ilerde, burada boşuna beklemeyin. Bakın şu köşeyi dönün, göreceksiniz sırayı, bu sıra kadar uzun değil o.” ‘Allah kahretsin, aptal adam. Doğru bekliyormuşuz, ne gerek vardı bunlara. Topu topu üç kişi yanlış bekliyormuş. Keşke burası F. sırası deseydim sorduğunda. Şimdi bir de kahramanlık yapıyor. İyi ki de sormamışım önümdekine. Bak kimse bilmiyormuş, boş yere rahatsız edecektim insanları, boş yere konuşmak zorunda kalacaktım. Sana ne herkes beklesin istediği yerde, aptal adam. Sanki sayende biniyoruz. Boşveeer, umursama.’ ‘Sıra yine ilerlemiş galiba, önümdeki de ne kadar ağır kanlı biriymiş, yine ilerlemiyor, onun yüzünden ben muhatap olacağım arkadakiyle...’
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Güven Solak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |