Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Kanada göçmeni Joseph’in 2.Dünya Savaşı yıllarında askere alınmadan önce, işinden ayrılmış bir şekilde, karısıyla ve kendini artık çok uzak hissettiği kimi arkadaşlarıyla geçirdiği dönemi anlatıyor roman. En azından bir süre yaşamını geçirmek için çalışmak zorunda olmayan Joseph, kendisiyle nispeten uyumlu görünen karısı Iva’yla birlikte ucuza yaşamanın yolunu bulmuş ve motel odası ile yemek yemek için uğradıkları restoranlar arasında geçen, hatta bazen odasından çıkmadan günlerin geçtiği, gayet sıradan ve sıkıcı bir hayata sahip olmuştur. Yazarın derdi de işte tam bu noktada başlıyor. Boşluğun getirdiği özgürlük bir yanılsama mı? Her fırsatta özgürlüğü yücelten insanoğlu, aslında içten içe bir otoriteye, kurallar silsilesine bağlanmayı neden seçer? Joseph’in yer yer hafif abartıya kaçan muhalif kişiliği, insanların dış görünüşüne verilen gereksiz öneme verdiği tepkinin vurgulandığı aşağıdaki bölümde ortaya çıkıyor: “(...) amaçları için dış görünüşe daha az önem vermesi daha iyi görünmektir.” Görünüşüne verdiği önem arttıkça, dünyayı daha az ciddiye alan bir anti-kahraman, elbet kimsenin önünde kendini ispatlamaya çalışmayacaktır, kimsenin önünde eğilmeyecektir. Bu ve benzeri çatışmaları Joseph’in, zengin bir kadınla evlenen ağabeyi Amos’la ilişkisinde, karısının yazdığı çekleri bozdurmaya çalışırken bankacının karşısında, kaldığı pansiyonda diğer misafirlerle ve pansiyon sahibiyle ilişkilerinde görmek mümkündür. Joseph’in kendi halinde hayatını hiçbir zaman kabullenememiş olan ağabeyi ve ailesi, onu her fırsatta alçaltmak için çaba harcamaktadırlar. Joseph ve Iva’nın, Amos’ın evine davetli oldukları bir akşam Joseph ve yeğeninin, kimin istediği plağın dinleneceğine dair tutuştukları aptalca tartışma sırasında, yeğen Etta’nın ağzından Joseph için dökülen, “Benim istediğim plağı dinle. Dilencilerin seçme hakkı yoktur!” haykırışı, özelde Amos’ların Joseph’e bakışını gösterirken, genelde toplumun, biraz ortalamadan ayrılan bireye aldığı tavrı yansıtıyor. Romanın sonlarına doğru, artık iyiden iyiye bunalmış olan Joseph’in, evine gelen arkadaşı Myron Adler’le görüşmesi de bu tavrı özetliyor. Adler, Joseph’in hayatını niçin bu şekilde yaşamaya zorunlu olduğunu anlayamıyor ve evden ayrılırken ona, maddi olarak zor durumda olduğu düşüncesiyle bir miktar para vermeye çalışıyordu. Tabii ki, Joseph parayı kabul etmeyecekti. Romanın geneline yedirilmiş olan, Joseph’in entelektüel kişiliği, bazen arkadaşlarıyla konuşmalarında, bazen daha içe dönük olarak günlüğüne yazdıklarında görülüyor. Artık bol bol vakti olan Joseph etrafına daha eleştirel gözle bakabilmekte, modern insanın kafasını çevireceği bir çok olumsuzluğu kendince meydan okumaktadır. Yıllar öncesinden kalan, ancak artık kendisini umursamayan ve umursamazlığını Joseph’i görmezden gelerek gösteren bir arkadaşı Joseph’i çok sinirlendirebilmektedir: “Bir insanı bir başkasıyla konuşmaktan men etmek, bir başkasıyla haberleşmekten men etmek o insanın düşünmesini de engellemektir. Çünkü pek çok büyük yazarın da dediği gibi düşünce, bir tür haberleşme yoludur.” Kitap önerileriyle ilişkilerinin başlarında eşi Iva’yı da kültürel yönden geliştirmeye çalışan Joseph, romanda okuduğumuz bölümde artık utangaçlığını atmış, daha dışa dönük bir hayat yaşamaya başlamış olan Iva’nın kendisine yönelttiği eleştirilere bizim kültürümüzde de tanıdık olduğumuz türde tepkiler veriyor: “Yıllaca hükmetmiştim ona, şimdi artık karşı koyacak güçteydi” derken, Iva’nın kazandığı paranın gücüyle kendisine karşı koyduğunu düşünmektedir. Savaş konusu genel olarak arka planda yer alsa da, Joseph, ağabeyinin orduda subay olma önerisini redderken, savaşın bir şanssızlık olduğunu belirtip, bundan yararlanarak yükselmeyi istemediğini vurguyor ve savaş konusundaki olumsuz tavrını ortaya koyuyor. Ancak başka bir bölümde savaşı, dünyanın karşı konulamaz bir gerçeği olarak tariflerken, ölümü öldürmeyi doğal karşıladığını belirtirken, bambaşka bir Joseph olarak görünüyor. Üstelik bu tavrı o kadar net ki, döneminin savaş çığırtkanlarıyla yarışabilir: “(...) savaştan yararlanmaktansa, savaşta ölmeyi yeğ tutarım. (...) ateş edeceğim, hayatlar söndüreceğim. Aynı şekilde bana da ateş edilecek ve belki benim hayatım alınacak. (...) Nedense kendime karşı bunu yanlış olduğunu kabullenemiyorum.” Belki de boşlukta sallanıyor olmak, biraz da kafanın karışık olması, düşüncelerin, duyguların, tavırların net olmaması anlamına geliyor. Tekrar özgürlük konusuna gelirsek, kitabın her tarafına sinen, Joseph’in boşluktan dolayı kapıldığı iç sıkıntısı özgürlüğün bedeli olarak yansıtılıyor sanki. Bu denli birikimli birey, hayatındaki boşluğu, yahut özgürlüğü nasıl değerlendirmiştir? Arkadaşı Steidler sorduğunda Joseph’in verdiği yanıt çok umut verici değildir: “(...) orduya istekli ve gönüllü bir asker olarak gideceğim konusunda kendimi ruhen alıştırmaya çalıştığımı söylemiştim.” Joseph, kafasını kaldırıp yaşanılan hayatın anlamsızlığının, saçmalığının daha bir farkına vardıkça, tek yaptığı günlüğüne dönüp yaşanılanın muhasebesini yapmak oluyor. İnsanoğlunun kendisini ölüme hazırlaması gerektiğiyle ilgili tartışma sırasında, yaşamanın dışında hiçbir değere inanmadığını söylerken, tanrıya yaklaşımı sorguladığı diğer bölümlerle birlikte, içinde yaşadığı dünyayı da yüceltmektedir. Bunca karmaşanın, kirliliğin arasında günler geçmekte, bir aradada yaşamak zorunda olduğu insanlara giderek daha az katlanmaktadır Joseph. Pansiyonda yarattığı gerginlik onu ve Iva’yı zor durumda bırakır ve aniden bir karar vererek askerlik şubesine, askere hemen alınması için bir dilekçe verir. O ana kadar, askere gitmek için doğal bir sürecin sonucunu beklemekte olduğunu sanan biz okurlar için bu biraz beklenmedik bir durumdur. Joseph aylar önce böyle bir dilekçe vererek, kendisini işsiz güçsüz, işe yaramaz, gereksiz bir birey olarak gösteren bu yaşam tarzından vazgeçebilecek durumdayken, bu hayatı yaşamayı seçmiştir. Onun nedensiz bekleyişi, özgürlüğü, iç sıkıntısı bir mecburiyet değil, bir seçimdir. Ancak bu seçime daha fazla katlanamamış ve özgürlüğünü sonlandırmıştır. Kitabın sonunda; askere gidiyor olmasının yakın akrabalarında uyandırdığı sevinç, toplumun çarklarının bir pürüzü daha sessizce yok edişini açık bir şekilde gösteriyor: “Beni, ‘orduya katılan kardeşim’ diye tanıtacaktı yakın arkadaşlarına.” Joseph artık öylesine biri değildi. Sorulduğunda işsizim demeyecekti, askerim diyecekti. Joseph’in rehabilite edilişinin son çığlıklarıyla bitirelim: “Artık kendimden sorumlu değilim; buna çok memnunum. Başkalarının elindeyim artık, kendi kendinden kurtulmuş, özgürlüğüm elimden alınmış durumdayım. Yaşasın düzenli günler, saatler! Ve ruhun zaferi! Yaşasın düzen, disiplin!”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Güven Solak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |