Sevgi en azgın yüreği uysallaştırır, en uysal yüreği azdırır. -Alexis Delp |
|
||||||||||
|
Peri masallarından fırlamışçasına görkemli görünen şatonun bahçesindeki taş yolda el ele yürüyen iki aşık, birbirine aşık suratlarla bakıyorlardı. Asık surat ve aşık surat kelimelerinden espiri çıkarabileceğini farkeden adam davrandı: -Sana hep aşık suratla bakçam. Hiç asık suratla bakmıycam. Kız ansızın irkildi: - Bi ses duydun mu? - Evet! Ben konuştum. Dedim ki sana aşık suratla bak... Amaan neyse... İstersen içeri girip yemeğe başlayalım. Ama rica ederim o walkmen'i kulağından çıkar. - Peki. Ama kalbimdeki "walking man"i çıkaramam. Yani seni... Bu romantik sözler, hemen yanından geçtikleri çınar ağacını hiç etkilemedi. Oldukça yaşlanmış olan ağaç, artık hiçbir sesi duymuyordu. Ya da duymazlıktan geliyordu. Çiftimiz, her medeni Avrupalı'nın yaptığı gibi şatoya girerken ayakkaplarını çıkarmadılar. Oldukça eski bir şatoydu. Hatta şatolar da yıllandıkça güzelleşseydi, bu şato dünyanın en güzel şatosu olacak kadar güzelleşmiş olurdu. Yani epey eskiydi annayacağınız… Yemek salonuna girdiklerinde meşe ağacından yapılmış, uzun yemek masasını gördüler. Meşeden yapılmış uzun yemek masası ise onları görmedi. Çünkü yıllar önce öldürülmüştü. Zaten yaşarken de insanları pek umursamayan bir meşeydi. Hatta kesilirken bile onu kesen baltanın sapıyla konuşmaya çalışmıştı, baltanın sapının da yılla evvel öldüğü gerçeğinin farkına varmadan… Adam, kadının oturacağı, çam ağacından yapılmış, çok kaliteli ve yeni sandalyeyi çekti. Kibarca, kadını yemek boyunca oturacağını umduğu sandalyeye yerleştirdi. Çam ağacından yapılan sandalyenin mucize eseri hala yaşayan birkaç bitki hücresi o sırada su koyuverdi. Artık tamamen bir mobilya olmuştu. Ama marangozdan yeni gelmiş bir kurban olarak son numarasını yaptı. Budağından çıkardığı reçinesiyle, kızın gece elbisesine bir öpücük kondurdu. Yıllar hızla geçiyordu. Tabi küçük saniyeler şeklinde kamufle olduğundan kolay farkedilmiyordu. Gecenin büyüsüne kendini kaptıran aşık çift içinse zamanın bir önemi yoktu. Onlar "anı" yakalamışlardı. Adam reveransla kalkıp, özenle hazırladığı Şatobiryan'ı getirmek üzere mutfağa olan kısa yolculuğuna başladı. Gümüş tepsi içindeki şatobiryan, kestane ağacının yüksek ısı veren odununda pişmişti. Onu pişiren kestane ağacının son sözü "Kestaneyi çizdirdik!" olmuştu. Aslında yanmak onun ailesinin kaderiydi. Tüm çocukları sobaların üzerinde can vermişti. Gerçi bazıları seyyar kestaneci arabalarında son bir şehir turu yapacak kadar şanslıydı. Ama bu teselli olamazdı. Adam, elindeki tepsiyle yemek salonuna döndüğünde, kadının yüzündeki gülümsemeyi gördü. "Ne oldu?" dedi... Kadın gülümsemesini sürdürerek "Yok bişey...Sadece..." diyip duraksadı. Adam "Sadece ne?" diye ısrar edince kadın azındaki baklayı çıkarıp adama attı. Bakla parçası adamın giysisine yapışırken kadın açıklama ihtiyacı duydu bu hareketini... - Eskiden zerafet kursunda yanlış birşey yaptığımızda öğretmenler tarafından mutfakta temizlik yapmakla cezalandırılırdık. Biz de yemek savaşı yaparak vakit geçirirdik. Onu hatırladım. Adam gümüş tepsiyi masaya koyup kapağını kaldırdı. Yemeğin üstündeki sosa bulanmış mantarlardan birini eline alıp, kadının adeta elbisesinden fırlayacakmış gibi duran göğüslerinin birleştiği noktadan içeri attı. "Demek yemek savaşı istiyorsun!" dedi. Dakikalar geçiyor ama savaşta kimse üstünlük sağlayamıyordu. Olan yemeğe olmuştu. Kadın daha kıvraktı fakat adamın da güç üstünlüğü vardı. Birbirlerine gönderdikleri şatobiryan topakları yüzünden yemek salonunun zemini aşırı kayganlaşmıştı. İşte kadının topuklu ayakkabıları o sırada su koyuverdi. Kadın yere yapıştı. Adam da şakanın kaka olduğunu anladı ve sevdiği kadına kötü birşey olmamış olmasını umarak yanına gitti. Kadın çok kötü düşmüştü. Kafatasının en zayıf olan arka kısmını yere gömçürdüğü için beyin kanaması başlamıştı. Son nefesini vermek üzereydi. Yanında diz çökmüş duran adamı, yakasından tutup kendine çekti. Dudaklarından şu pişmanlık sözleri döküldü: "Yemeği mahvettim. Özür dilerim." Adamın,; gözyaşı, salya-sümük ve şatobiryan kaplı yüzünde bir gülümseme belirdi: "Üzülme canım! Sadece şatobiryan... Ama sen özelsin..." The End?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |