Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
İnanç ve daha spesifik olarak din konusunda sohbet ettiğim birçok kişi bana “Peki sen neye inanıyorsun?” sorusunu sormuştur. Söz konusu soruya; bunun “illa bir şeye inanmak zorundasın” gibi mantıksız bir ön koşuldan yola çıkıldığı için aslında sorulamayacak bir soru olduğunu anlatarak cevap verdim bugüne dek… Ama şimdi gönül rahatlığıyla kendi inandıklarımdan bahsedebiliyorum. Benim dinim: Kendini tekrar etmek... GELİŞME: Her 40 Gigayılda (1) bir kendimi tekrar ederim. Sanırım bir tür alışkanlık. Ya da mecburiyet. Yeni yapılan formülasyonlara dayalı hesaplamalara göre Evren’in toplam ömrünün 40 Gigayıl olduğu ortaya konuldu. Ve şu anda bu 40 gigayıllık ömrün 14-16. yaş aralığında bir yerlerde bulunmaktayız. Evren’in sonu ile ilgili çeşitli teoriler var. Büyük patlama ile ortaya çıkan evrenimizin sonsuza dek genişleyip, sonunda aynen geceyi aydınlatan bir havai fişek gibi tüm enerjisini tüketerek, ebedi karanlığa gömüleceğini ileri süren karamsar yaklaşımların yanı sıra, bir noktadan sonra genişlemesinin duracağı ve ardından kütleçekimin ve gizemli kardeşi karanlık maddenin etkisiyle ilk patladığı noktaya tekrar dönüp yeniden patlayacağı şeklinde çok daha optimist yaklaşımlar da bulunmakta. Bu ikinci yaklaşım da kendi içinde 2’ye ayrılıyor: Her patlamanın ve dolayısıyla her Evrenin bir diğerinden tamamen farklı olduğunu iddia eden görüş ve diğer tarafta tüm varoluşun aslında fasit bir daire olduğunu, evrenin hep aynı şekilde ortaya çıkıp her atomu ve atom altı parçacığıyla tamamen bir öncekiyle aynı şeyleri yaptığını iddia eden ve(eğer haklılarsa) etmeye devam edecek görüş… Şimdi gelin bir mukayese yapalım. Ölümden sonra sonsuza dek sürecek bir “öteki dünya hayatı”na inan kişilerle, her şeyin -Evrenin ölümü veya bireyin ölümü ile- ebedi karanlığa gömüleceğini dolayısıyla bu acı gerçeğin insanoğlunun bu Evrendeki varoluşunu anlamsızlaştırdığını savunan görüşü bir tarafa koyalım. Varoluşumuzun kendini tekrar eden bir “kaotik-düzen” olduğunu, gecenin gündüzü, kışın yazı, kovalamasındakine benzer şekilde sonsuza dek kendini tekrar eden tek bir olay olduğunu savunan görüşü de diğer tarafa… Sanırım öncelikle “öteki dünya fikrine inananlar” ile “ucu nihilizme varacak bir teoriyi varoluşlarını açıklamak için kullananları” neden aynı tarafta değerlendirdiğimi açıklamam gerekecek. Aslında oldukça basit: Her iki düşünce de Dünya hayatına önem vermeme bakımında ikiz kardeşler kadar birbirine benzemektedir. Dolayısıyla birine atacağınız bir tokat diğerinin canını da aynı derecede yakacaktır. Mesela 3 büyük din bakımından ele alırsak ifade ettikleri ortak gerçek; bu dünyanın sadece bir sınav yeri, tanrının sevgisini kazanmak için sahne aldığımız bir tiyatro oyunu olduğunu ve tanrının asla “BİS” istemeyeceğidir. Fakat ister cehennemde ister cennette sürecek “sonsuz” bir yaşam, “insan” denen türe uygun mudur? Yoksa sonsuzluk sadace tanrının başa çıkabileceği bir durum mudur? Sonsuza dek yanmanın anlamsız ve saçma oluşuna değinmeye bile gerek yok sanırım. Ancak aynı şeyin cennet hayatı için de geçerli olduğuna insanlar pek inanmak istememekte nedense? Oysa ki bize anlatıldığı şekliyle bir cennet ancak ondan sıkılana dek cennet olabilir. Hurilerle yapılan seksten, bal ve süt akan nehirlerden bıkmak belki bu dinlerin ilk ortaya çıktığı yerlerde yaşayan zavallı, aç, susamış Araplar-İsrailliler için daha uzun süre alacaktır. Zira adamlar çölde yaşıyorlardı kabul edersiniz. Fakat onlar da belki 100 belki 1000 belki 50.0000 sene sonra aynı gerçekle karşılaşacaklar ki bu da; sonsuz nimetlerle dolu olan sonsuz hayatın, yaşamayı ve/veya var olmayı anlamsızlaştırmak konusunda dünya hayatına fark atacağıdır. Dünyada bir şeyi elde etmenin zorluğu hatta imkansızlığı bizi nasıl yaşamaya motive ediyorsa öteki dünyada bunlara ulaşmanın kolaylığı o denli demotive edici olacaktır. Bir diğer değişle bu dünyada uçabilmek öteki dünyada uçmaktan çok daha eğlencelidir. Kısacası en iyi koşullarda bile sonsuza kadar varolmak bir insanın kaldırabileceğinden çok daha fazla bir yüktür. Gelelim şu andaki hayatın sahip olduğumuz tek hayat olduğunu, ölünce her şeyin sonsuza dek yok olacağını savunan nihilist-pesimist açıklamaya… Öncelikle bu arkadaşlar “hiçbir şey yoktan var olmaz ve var olan şey yok olmaz” şeklindeki termodinamik yasası ve buradan hareketle “Evrenin bir başlangıcı olmalı. Big-Bang’den önce ne vardı? Onu kim veya ne başlattı?” şeklindeki, bizleri tanrının kucağına itecek sorularla baş etmek zorunda kalacaktır. Ki onlar da tanrı kavramından en az benim kadar nefret ederler… Ve yine varoluşu bu şekilde tanımlayan birisi hayat hakkında şöyle düşünecektir: “Bir kerelik, anlamsız derecede kısa bir hayatı neden yaşayayım ki”? Ne kadar mutlu olursam olayım hepsi elimden gidecek. Zengin olsam, bana aşık ve benim de ona aşık olduğum çok güzel bir kadınla evlenip harika çocuklar yapsam, onlar büyüse ve her biri beni gururlandıracak kişiler olsa ve ben eşimle birlikte emekliliğimde tüm Dünya’yı dolaşsam, olağan üstü tecrübeler yaşayıp harika dostluklar kursam sonunda yine ölmeyecek miyim? O zaman daha kolay mı gelecek ya da anlamlı? O halde neden yaşayayım ki en iyisi bile en kötüsüyle aynı şekilde bitecekse? Ve bittiğinde sonsuza dek bitecekse…” SONUÇ: Gelelim benim de tüm kalbimle benimsediğim varoluşsal teoriye… Öncelikle bunun; Tanrının gazabından içten içe korktuğum için uydurduğum veya sonsuza dek yok olma gerçeğinden kaçmak istediğim için sarıldığım bir fikir değil, bilimsel bir teori olduğunu (aynen evrim gibi) hatırlatırım. Öyle bir teori ki varoluşumuzu (evrensel veya şahsi) bundan daha tutarlı açıklayan bir diğeri yok. Çünkü zaman dediğimiz boyut da (ki fizikçiler zaman kavramını tek başına değil zaman-uzam veya zaman-mekan şeklinde kullanır) evrenin ortaya çıkışıyla vücut bulduğu için kendini tekrar eden bir evren modeli: “her şeyin bir başlangıcı ve sonu olmalı o halde “motor” ve “kes” diyen bir tanrı var!” şeklindeki hatalı çıkarımları engellediği gibi kısa süreli-bir defalık varoluş ardından gelen sonsuz yok oluş fikrinin yarattığı psikolojik-felsefi çıkmazları da bertaraf edecektir. Bilimsel olarak tutarlı ve “sonsuza dek yaşayacağın hayatı nasıl yaşamak istersin?” sorusunu sorup insanı yaşama sevinciyle doldurmasıyla psikolojik olarak huzur ve mutluluk veren daha iyi yaşamak konusunda motive eden bu evren-algılayışını hayatımın merkezine yerleştirmekten (ve sonsuza dek yerleştirecek olmaktan) mutluyum. Not: Bazıları “inanç” kavramını kullanmamdan rahatsız olabilir. Ancak buradaki kullanımıyla inanç; korku vb. duyguların histeri seviyesine ulaşıp, akıl ve mantıklı düşünceyi sekteye uğratmasıyla ortaya çıkan bir tür bağnazlığı içermemektedir. Bu daha çok EVRİM TEORİSİ’NİN bilindik bir gerçeğe işaret etmesine rağmen bilimsel temayüller gereği TEORİ olarak adlandırılmasındaki duruma benzer. Gerçek bilim insanları arasında Evrim sürecinin varlığı konusunda bir tartışma yoktur. KENDİNİ TEKRAR EDEN EVREN teorisine olan inancımı da bu bağlamda ele almak gerekir… “Bak işte sen de bir şeylere inanıyorsun?” diye kıvırmaya çalışacakları şimdiden uyarıyorum! Kaynakça (Sadettin) http://arxiv.org/pdf/hep-th/0510003v2 Gigayear.[1] bir Gigayıl 10 üzeri 9 Yıla eşittir
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |