Önemsiz bedenimi gezdiriyorum oradan oraya. Hayatın anlamını aramaktan henüz bulamamışken vazgeçmiş olmanın rahatlığı ve sıkıntısı arasında, tıpkı bir metronomun hareketleri gibi bir o yana, bir bu yana gidip geliyorum. Metronomdan tek farkım gidiş gelişlerimin eşit ve senkronize olmayışı. Zaten hayatımın hiçbir dönemi ve alanında senkronize ya da düzenli olmayı seçmedim ki ben. Eminin başka biri olsa seçmedim yerine “başaramadım ki” derdi bu durumda. Ama ben iyi kötü , doğru yanlış , başarı , başarısızlık ,galibiyet mağlûbiyet, günah sevap gibi kavramları kendimce ve gerekliliğine tüm kalbimle inanarak yeni baştan şekillendirdiğim için olsa gerek bu durumun hayatımdaki karşılığı seçim ya da ret şeklinde vuku buluyor hep.
Neyse konumuza dönelim bu aralar düşünce dünyam biraz karışık. Halbuki eskiden daha yoğun olmasına karşın bu kadar karışık ve problemli değildi. .Eskiden nedenini bilmeden sıkılıp dert ettiğim mefhumlar şimdi kafamı daha bir bilinçli kurcalayıp kafamdaki tilkilerin sayısını ve hareketliliğini artırıyorlar. Hayattan öğrendiklerime yeni bir şeyler eklendi bu günlerde. Bildiğim her şey aleyhime. Adeta bir savcı gibi her gün aleyhime delil toplamakla geçiyor günlerim. Yeni bir takım şeyler öğrendikçe hayatla aramdaki mesafe kocaman bir yarık olmaya başlıyor. Gene hayattan öğrendiğim ama biraz hırstan yoksun felsefem gereği yarık büyüdükçe onu aşma, karşıya geçme isteğim artıyor gibi görünse de; onu aşma konusundaki gerekliliği sorgular oldum bu günlerde.
Nedenler kafamı kurcalarken felsefe, sosyoloji ve bilim gibi kavramların hazır çözüm diye sunduğu kalıplar gittikçe silinmeye dolayısıyla yanlış yaptığımı bile bile bu kabil kavramları daha az önemsememe yol açıyor. Gene bu duruma çare olacak şey bence problemin kendisinden geçiyor ya ; oda problemin doğru teşhisini gerektirmekte. Ben sanırım o teşhisten yana yapmıyorum tercihimi. Ve yine aynı doğrultuda harcamak yaşamsal enerjimi nedense bana zül gelmeye başladı bu günlerde. İtiraf etmek gerekirse bu hoşlandığım ve pekte alışık olduğum bir ruh hali değil.
Eskiden beridir hakkında söz söylemek istediğim konular, favori kavramlarım hatta ideolojimin temel olmasa da üst yapıdaki bir takım yaptırımları bile, yaptırım olmaktan ziyade eski birer anı gibiler hafızamda. Yapılan eksik, gedik işlerin ah-ı, vah ı yerine tam dediğim ve hatta bazı gurur duymuş olduğum işleri bile yeniden gözden geçirme isteği ; ve sonra bunan harcanan zamana ve enerjiye acınarak geçen kısa bir değerlendirme süreci.
Hayatımdaki olması gereken yada olmayan şeyin aslında bir eksiklik yada boşluk olduğu kanısında değilim. Daha çok olanların dozunda bir problem var sanıyorum. Yokluğun çoğu bir tek aşkta vardır zaten. Yoksa yoktur ; varsa vardır. Ama mevcudun azlığı sıkıntı yaratabilir pekalada. Kaybedilmişlerden daha acı olan kazanılamamışlar var hayatımda hep. Ve belki de ömrümde sadece bu dönemde en az; hatta neredeyse hiç istemiyorum büyük sözler etmeyi. Zaman zaman iddiacı yapımın bir takım altyapı eksiklikleri sonucu bazı konularda beni soktuğu sıkıntı hallerinin bir neticesi de değil bu durum. Ama bildiklerimin ışığında bu durumda ya eskisi gibi bir yadsıma veya bilmiyorum işte yahu diyememek sorumluluğunu yüklemesi bildiklerimin ; bir yığın gibi çullanıp ruhumun üzerine düşüncelerimin bir kekemenin cümlelerine benzemesini sağlıyorlar.
Neticesinde eskiden koyu gri bir şafağa gebe diye kendimi avuttuğum sıkıntılı akşamlarım ve gecelerim şimdi daha bir düşünceli. Ama neticesinde fikren daha bir verimsiz geçmekte. Otuz ikinci baharımın sonlarına doğru geldiğim yer; henüz bir yer düşlememiş olsam da ,olmayı düşleyeceğim hatta gelmiş olmaya razı bile olabileceğim bir yer gibi görünmüyor bana hiç. Yol göstereni beğenmeyecek kadar biliyor olmak, ama yolu tek başına bulamayacak kadarda cahilce davranmak kurgusunu kafamdan geçirirken ; ne içtiğim sigaranın markasını değiştirmek ne de eşin dostun tavsiyesi yaramıyor bana bir türlü.
Geçen gün, galiba sıkıntı kelimesinin anlamını öğreniyor hayat bana diye geçti içimden. Ama değildi, zira bilirdim eskiden beri anlamını o kelimenin ben. On altıncı yaşımın kış ortasın da tıpkı pencereden her baktığımda gözüme biraz daha azametli görünen bir dağ gibi ;her akşam eve dönen babam daha kırk dördünde, üçüncü kalp enfarktüsüne yenik düşmemişimiydi. Ve ben Erkin babanın “Yoldan geçenler var da her akşam gelenler nerede “ nakaratını o gün gerçekten anlamış mıydım. Daha onu bir babanın dışında bir insan olarak gerçekten tanıyamadan, sevemeden, uzlaşamadan; daha gerçek bir fikir ayrılığı yada kuşak çatışması bile yaşayamadan göçüp gitmemiş miydi. Ve gidişinden, olmayışından ve artık asla olamayacağından çok bunlara üzülmemiş miydim ben. Peşi sıra gelen dönemde bin bir türlü sıkıntının, hem de göğüs germe gereğinden bihaber biçimde tam ortasında bulmamış mıydım kendimi.
On yedi yaşımın problemlerine yirmi üçümde vakıf olup yirmi beşimde zaman aşımıyla kurtulmamış mıydım onlardan. Yaşantım tıpkı okul öncesi okuma yazma öğrenmiş bir çocuğun birinci sınıf sıkıntı ve ilgisizliğine benzer bir durum arz ediyor hep. Erken demek için çok erken oluyor ya ;yada geç demek için artık çok geç. Halbuki diğer konularda zamanlama problemi yaşamazken; neden tercihler, atılımlar, kararlar yada aşk ta hep bunu yaşıyorum ? Gerçi zamanlama gösterilecek bunun dışında ne kaldı ki dediğinizi duyar gibiyim. Ama var bir şeyler daha inanın bana. Yada ben varolduğuna inanıyorum. Hayatımı futbolla kıyasladığımda ki bence bu çok benzeş olacak; hep doksanıncı dakika golleriyle kazandım maçı ya da beraberliği. Ama artık yeter . Devre arasına en azından bir sıfır önde girmek istiyorum bundan böyle. Bunun için gereken ne mi ? İnanın bilmiyorum ama inanın bulacağım .
Gültekin BAYIR
17.Haziran.2000
03:49:16
:: 32. bahar |
Gönderen: April Bahar / istanbul
|
14 Aralık 2003 |
|
| BAHAR GELME ÜSTÜME!..
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi, sevdanın suç ortağısın.
Yapma bunu bana!..
Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini, aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme!..
Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idiğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben...
Tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
Yoldan çıkarma!..
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana!..
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden...
Yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
|
:: merhaba |
Gönderen: tahirkalender / almanya
|
29 Eylül 2003 |
|
| yazinizi az önce okudum. sanki beni yazmisisiniz. sizi tebrik ederim. ne diyecegimi bilemiyorum su anda cok yogun bir ruh halim var. size bekli sorunlarim olmadigi bir zaman bir seyler yazarim. basarilar dilerim.sevgiyle kalin |
:: direniş |
Gönderen: nedime / isyanbul
|
8 Haziran 2003 |
|
| Direnişin sınırlarını zorluyoruz durmaksızın. Zaman zaman yorgun düştüğümüz olsa da pes etmek geçmiyor aklımızdan. Oysa ki ‘yaşam’ın yalnızca bir yaşam, ‘günler’in ise birbirini izleyen zaman dilimleri olduğunu bir kabullenebilsek dinecek bu karmaşa, bitecek ‘her anı anlamlandırma’ çabamız, kapanacak ‘hayatla aramızdaki yarık’.
Ne acıdır ki ‘bilgi’ kaltediyor heyecanı. Artık saf ve meraklı gözlerle süzmüyoruz dünyayı. ‘Dün’ bizi nelere tanık etti ise, ‘yarın’ da sürecek benzerlerinin tanıklığı. Henüz hiçbir şey bulamamışken tükettik bir şey bulabilme beklentimizi. Yaşamın sırları ifşa oldu birbiri ardı sıra. Hiçbir ‘yeni’ bizim için yeni değil artık. Her objenin kendine ait bir adı, her hissedişin bir tanımı var ve öğrettik sabırla bunları kendimize bir bir.
Asıl tuzak burada işte:
· direniş
· beklentisizlik
Bu buluşmada başlıyor tıkanıklık. Bu noktada düğüm oluyor tüm formüller. İki şıktan birinin tersine çevrilmemesi halinde, yok bu cehennem kıskacından bir çıkış.
Sıkıntıdır bir başka adı bu kıskacın....
Otuz küsür yıl sürüklerip durduk bedenlerimizle zihinlerimizi oradan oraya. Yorduk, yorulduk, çabaladık, isyan ettik, boyun eğdik, acı çektik.... Mutlu bile olmuşuzdur bazı bazı. Peki ne kaldı tüm bu eziyetlerden geriye? Bedelini peşin ödedik de kazancımız ne oldu adına ‘yaşam’ denen bu süreçten?
Kum saati misali dikildi durdu önümüzde yaşam. Biz doldurduk, o boşalttı durdu öte yandan. Değil kimseye, kendimize bile tahammül edemez hale geldik sonunda. Ne yetişecek bir yer kaldı bize, ne de kaçacak bir kuytu... Kaçsak, önümüz uçurum, ardımızda yıkık dökük kent... Yetişsek, toprakla kemikle arasında eriyecek etimiz...
Birkaç aydır okumaya koyulduğum tüm kitapları yarım bırakıyordum. Tüm yazılanları sanki önceden okumuşum gibi bir his kaplıyordu içimi. Öyle ki, bazen sırf yeni bir şeyler okuyabilmek adına kendim yazıp oyalıyordum kendimi.... Ta ki dün gece senin iki denemeni okuyana dek Gültekin.
Fazla söze gerek yok sanırım.
|
:: Fakirleştirilmiş bi iç zenginlik. |
Gönderen: Hakan UYSAL / İstanbul
|
9 Mayıs 2003 |
|
| Seni anlıyorum sanırım ama bu sana ne kadar inandırıcı gelir onu bilemem işte. Bıktıkların varya hayatta inan onlar seni asla terketmeyekler. Keyif alıp arzuladıklarınsa hep uzakta durup nadiren seninle vakit geçircekler. |
:: no topic |
Gönderen: Vampire Of The Sun / istanbul
|
26 Nisan 2003 |
|
| cahillik mutluluk getirir derler,doğru.mutlu olamadım,beceremedim.eskiden hayranlık duyardım ama saygı bile duymuyorum artık... sen bunu iyi dile getirmişsin.belki bir gün oturup fikir paylaşımı yaparız...... |
:: Klasikler... |
Gönderen: Serdar ALTAN / İstanbul
|
26 Nisan 2003 |
|
| Gültekin selam.. Yine bir klasiği gerçekleştirmiş ve ilgi odağı olmayı başarabilmişsin. Tebrikler. Kumandanın pilinin ve nescafenin beraberce bitmeyi planladığı bir başka yazının bir başka paragrafında görüşmek üzere...Harika...
Mail ile.. |
:: güzel. |
Gönderen: DiLeQ / Dünyadan.
|
25 Nisan 2003 |
|
| Yazinizi büyük bir begeniyle okudum...
Bi kac kisminda kendimi buldum sanki
"Kaybedilmişlerden daha acı olan kazanılamamışlar var hayatımda hep. Ve belki de ömrümde sadece bu dönemde en az; hatta neredeyse hiç istemiyorum büyük sözler etmeyi"
özellikle bu kisimda..
Sevgiler..DiLeQ |
:: bu kadar karamsar diilsin sen anacığımm |
Gönderen: güneşin kızı / boğaza doğru :)
|
23 Nisan 2003 |
|
| ama bayıldım
hayran kaldım
hani eller çok şey anlatır ya :)
eminim senin ellerinde o ellerdendir
devam et yazmaya |
:: 32. bahar |
Gönderen: April Bahar / istanbul
|
23 Nisan 2003 |
|
| Geçer Gültekin.. Geçirir ve kurtulursun, 32. baharı.. Arkada 35 gelir, onu da atlatırsın.. Bir de 40 la 50 yi savuşturdun mu... ohhh gel keyfim gel.. O zaman verimsizlik falan düşünmez "yeni yetmelerin ne kadar da işe yaramaz olduğunu" anlatır durursun..Sevgiler.. |
:: benim için bir keyifti... |
Gönderen: naz / bursa
|
23 Nisan 2003 |
|
| İlk okudugumda da acayıp keyıf almıstım ama simdi daha çok keyif alıyorum. Boyle olduğun içinn seni cok sevıyorum. Daha nice yazılara.. |
:: ........ |
Gönderen: LadyElera / Istanbul
|
23 Nisan 2003 |
|
| bu adam var ya,hem hayata herkesle bakar,hem herkesten biraz uzak yada biraz yakın...:)hem herkestir,hem hiçkimse...yazısı da öyle birşey işte...hayatı yaşarken,yükselip taa "oralardan" bakıyor...orası neresi mi...belki sizin durduğunuz yer... |
:: Net bir anlatım gibi ama bir çok şey flu aslında.. |
Gönderen: Nurten YAMAN / Adana
|
22 Nisan 2003 |
|
| Başarılar diler diğer yazılarınızıda beklerim ...
Nurten |
:: Biraz da olsa açma olur mu? |
Gönderen: Esra Baykal / İstanbul
|
22 Nisan 2003 |
|
| Birazcık bile olsa açma olur mu? Bırak dağınık kalsın...Ve aslında her gün yaşadığımız, monoton ve bir o kadar da sorgulama dolu hayatı o kadar bildik kelimelerle ve o kadar sade bir dille anlatmışsın ki, cehennemde bile böyle ağır cezalar yok :) İnsana özgür irade verildiğinde, şeytan ne çok kıskanmıştı, ve fakat insan, iradesi dışında yaşanması istenen bir inanca nasıl bağlandı? Sen anormalsin ve mümkünse öyle kal, çünkü normal kötü birşeydir :) |
:: Biraz açar mısınız? |
Gönderen: Kâmuran Esen / Bolu / Mudurnu
|
19 Nisan 2003 |
|
| Merhaba Gültekin Bayır;
Neyi denediğinizi,neye karşı olduğunuzu tam olarak anlayamadım.Keşke konuya, biraz daha açıklık getirseydiniz.
Sevgiler......Kâmuran Esen |
|