Bilgi sakalla ölçülmez. -Moliere |
|
||||||||||
|
Peki, bu nedir? Ya da bu gidiş nereye? Bunca belge, fotoğraf, videonun serbest bir şekilde dolaşımda olması neyin göstergesi? İnsanların bunları ne için paylaştığını, neden paylaştığını sorgulayacak değilim. Ama o video ve fotoğraflarla birlikte geçmiş yılları öve öve bitirememiş olmalarını ister istemez sorgulamak zorunda kaldım. Örneğin, Facebook da bilgisine saygı duyduğum bir abimizin öğrencilik yıllarına ait fotoğrafının altına ülkenin durumuyla ilgili övgü dolu sözleri dikkatimi çekmişti. Ben de merak ettim. Oturup 1970’li yılların ocak ayından itibaren gazete arşivlerini tek tek taramaya başladım. Yaptığım onca araştırmaya rağmen; iç acıcı, ruh okşayıcı, yenilik adına bir gelişmeye ve ilerlemeye rastlayamadım. Tam tersine 70’li yıllar bu ülkede terörün pik yaptığı, ekonomik krizlerin had safhada olduğu, sosyal çöküntünün tavan yaptığı yıllar olarak karşımıza çıkıyor. Hatta bu durum o yılların sinema filmlerinin, afişlerine bile yansımış. Bin bir çeşit yozlaşmanın yaşandığı bu yılları aklı başında bir insan nasıl övebilir diye düşünmeden edemedim… Hele hele 70’li yılların ikinci yarısına bakınca insanımızın “bunalım çağı”nı yaşadığını görebiliyorsunuz. Ben mi bir şey kaçırıyorum, neresindeymiş o yılların güzelliği diye merak ediyorsunuz… Belki abimiz yayıncı olduğu için yayınlardaki çeşitlilik açısından böyle yazmış olabilir diye hüsnüzan ettim. Ancak öyle bile olsa o sürüklenme içinde yayınlardan kimler ne derece yararlanabiliyordu o da ayrı bir araştırma konusu. Nitekim büyük resme bakınca o yılların hayatımıza birden girmediğini fark ettim. 1960’lı yılların, 70’li yılların uzantısı olarak gördüm ve 80’li yılların hazırlayıcısı… Ama bu akış içindeki en tepe olumsuzluk eğrisinin 70’li yıllara ait olduğu da gün gibi ortadaydı. Arşivleri taradıkça insan, yaşananlar karşısında insanlığından utanıyor… Haksızlıklar, yozlaşmalar, ekonomik, sosyal, kültürel yıkıntıları okudukça soluğunuz kesiliyor, nefesiniz tükeniyor, ömürden ömür gidiyor… Düşünebiliyor musunuz 70’li yıllarda insanlar sokağa bile çıkamamış. Evet, sokağa çıkıp gezmek, evinin önünde oturup bir komşuyla çay içmek, muhabbet etmek veya çocukların liseye, üniversiteye gitmesi bile yürekleri yerinden oynatan durumlar! Abiye bunları belgeleri ile yazınca şöyle dedi: “Evet haklı olabilirsin ama o dönemde çıkarcılık, bencillik yoktu!” Yahu, bakkallar bile karaborsacılık yapmışlar işte. Yağlar, açığa konulmaz, tezgâh altına alınırmış. Bir yerden bir yere yolculuk yapabilmek mümkün değilken zoraki gidenler arabalarının bagajına benzin bidonu koyup öyle gidermiş. Bunlar bencillik, çıkarcılık, değil mi? O yıllarda bencilliğin, çıkarcılığın yok olması için ne yapılmış peki? Gazetelere göre sosyalizm tek çareymiş… Yani tüm olumsuzlukları, çaresizlikleri devletleştirmek; otarşik ve totaliter bir devlet yapısı kurmakla yok edebilirlermiş! Gençlerin hayal ve heyecanı da buymuş! Batı demokrasisi tukaka, burjuva oyunuymuş bu yüzden de tek yol devrimmiş! Petrol bizde çok vardı ama Batı çıkarttırmıyor, kendisi de çıkarmayıp kuyuları körletiyormuş. Gazete arşivlerine göre 70’li yıllar zaten sol aydınların gençler tarafından benimsenip idealize edildiği yıllar olduğunu hatırlatmam gerekiyor. Uzun lafın kısası her dönemin negatifleri, bir sonraki dönemi zehirlemiş geçmiş. 1950’li yılların negatifleri, 1960’lı yılları; 1960’lı yılların negatifleri de 1970’li yılları… İşte negatifin diyalektiği de böyle işler hale gelmiş. Şayet bu durum bilinse o zehirlenmeyi önleyici tedbirleri alabilirsiniz ama o şuurun oluşması ancak 2020 yılından sonraya nasip olmuş. 70’li yılların negatifleri de tepkisel yöntemle bizim kuşağı yani 80 kuşağını zehirlemedi mi? Dönemimizde siyasetçiler, yöneticiler, bürokratlar vs.. verdikleri tepkilerde itidali elden bırakmasaydılar bugün 80’li gençler maymuna dönmezdi herhalde. Burada başka bir önemli husus daha var: Negatifler hem kendi etkileriyle zararlı olmuşlar, hem de kendilerine gösterilen tepkilerle… Zulme uğramak kötüdür de “tepkisel zalim” haline gelmek daha kötüdür; çünkü daha çok şey kaybettirmiş. Bu hakikat en zor anlaşılan hakikatlerden biri; solda da sağda da, tarihte de şimdi de. Mesela “kan davası”nı herkes bilir; fakat nefsaniyet davaları, bilinmeden, sinsi sinsi, derin derin ve en yaygın biçimde işler durur. İtiraf bile edilmez ki, tedavi edilebilsin. Tepkisel zalim olmanın böyle de bir düşük yoğunluklu uzantısı var ne yazık ki! Üstelik tedavi edilmezse sürer gider… Birçok anlamsız ihtilafların kaynağı budur! Bir adam görürsünüz, baştan aşağı değişmiştir; fakat bazı nefsaniyet noktaları ve hatıraları sanki ışıyıp durur. Nefsaniyetin, nefsani tutkuların, öfkelerin takıntıların en büyük zararı düşünceyedir. Diğer zararları çeşitli yönlerden kısmen telafi ve tedavi edilebilir, kişi buna çok direnemez. Ama nefs kalp ile aklın arasına girdiği için, güneş tutulması gibi bir akıl tutulmasına yol açar ve arada irade de işlemez hale gelir. Kalbin ışığını alamayan akıl özeleştirisiz bir akıldır; o tür şeyler gururuna hatta onuruna dokunur. Nefsini, fikrî planda kale gibi savunur; başka yerlerde yumuşak olabilir, burada granit gibidir, çelik gibidir! Zerre kadar etkilenmez özeleştiri davetlerinden. Kalbine bir yol bulsanız da; ulaştırdığınız şey, nefs perdesinin ardında kalan aklına yansıyamaz. Keser onun yolunu. Kalp ile merhamet edebilir; ama kalp ile akletmeye yanaşmaz. Bu yüzden de kendisine özeleştirili, itidalli, basiretli olma tesirlerini ulaştıramazsınız. Böyle olunca kalbin sevgisinde bile “fart-ı muhabbet” benzeri sıhhatsizlikler meydana gelir. İstikamet tutturulamaz, bütünlük sağlanamaz… Aşkta, ilişkilerde bile böyledir bu. Birebir yaşamışlığım bile vakidir yani. Evet, sanıyorum tüm insanlar hatta insanlık, çok bilgiyle övünmek yerine az ve sağlıksız düşünce üretme aczinden şikâyetçi olmalı ama ne yazık ki millet olarak böyle bir şikâyetimiz ve sorunumuz yok. Şahsen bu evrensel mahrumiyetten ben çok sarsıldım… Umarım sizler de sarsılırsınız… Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |