"İşimden büyük tat aldığımı söylemeliyim." -John Steinbeck |
|
||||||||||
|
İlkokul yıllarımda Aziz isminde sınıf arkadaşımdan bir günlüğüne ödünç bir kitap almıştım. Aldığım kitabı büyük bir hevesle eve getirip, evde kimsenin girmediği -hatta girmeye cesaret edemediği- misafir odasında okurken, anacığımın beni çağıran sesiyle irkilmiştim. Annem beni çağırıyordu çağırmasına ama okuduğum kitaptan kopamıyor, beri taraftan duyduğum sese de kayıtsız kalamıyordum. Hâl böyle olunca ne okuduğumdan bir şey anlıyor ne de “lütfen beni rahatsız etmeyin” diye sitem edebiliyordum. Zira çağıran kişi annemdi! Ve annem içimizden birine seslenmişse, o sese aile fertlerinden birinin kayıtsız kalma lüksü olamazdı. Hatta içimizden biri annemin gölgesine bilerek bassa ya da onun istediği bir şeyin tersi yapılsa akşamına divan kurulur, babam tüm kardeşlere büyükten başlayıp en küçüğe kadar hesap sormaya başlardı… Tabii ki bu sadece bizim aileye has bir durum değildi. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde her aile de aynı şeyler yaşanıyordu. Uzun lafın kısası Doğu’da anneler çocuklarından bir şeyi yapması için seslendiğinde, o sesin buyruğuna kayıtsız şartsız itaat edilmesi ve yapılması gerekenin hemen yapılması için gerekli olan kodlar daha onun karnındayken genetiğimize işlenivermişti… Evet, anacığımın sesini duyduğum o an biraz gecikmiş olsam da nihayetinde; “efendim” demiştim. Anam: “oğlum hadi fırından ekmek al gel” deyince suratım ‘mahkeme duvarı’na dönmüştü! Garibim yüzümün asıldığını görünce engin merhametiyle; “bir dahakine Mustafa abini gönderecem söz” deyip beni yumuşatmaya çalışmış, bir taraftan da ekmek parasını çaktırmadan avucuma sıkıştırıvermişti. Ben de mecburen yola çıkmak için hazırlanmaya başlamıştım. Tabii öfkemden, dişlerimi sıka sıka ayakkabılarımı giymeye çalışıyor bir taraftan da anneme: “niye o kadar kişi varken hep beni fırına gönderiyorsun” diye sitem ediyordum. Ben bu adaletsizliğe kendimce kahrolurken en büyük abim: “Hazır ayağında ayakkabı varken sana zahmet akan çatımızı da tamir et edesi (“abisi” demek)” demez mi! Abimin bu gıcık tavrı karşısında iyice çileden çıkmış; “keşke büyük olaydım da sen de karşımda böyle konuşsaydın…” diye iç geçirmiş, büyümek için her gün Allah’a dua etmeye başlamıştım… Nihayetinde o gün sinirimden ağlaya ağlaya fırına gidip, ağlaya ağlaya fırından ekmeği getirip, ağlaya ağlaya diğer kardeşlerimle hep birlikte aynı sofrada yemeğimizi yemiş, günü böylece bitirmiştik… O günden bugüne yıllar su gibi aktı geçti ve bendeniz şu an 41 yaşındayım. Fakat yılın başında 42. yaşıma girmiş olacağım… Acaba diyorum, şimdiki aklımla o gün büyümek için gözyaşları içinde tekrar Allah’a dua etmek ister miydim? Evet isterdim! İsterdim, çünkü ben o yaşlarda bile insanın başıboş bir varlık olmadığını; sıkıntıların insan için var olduğunu idrak edebilmiştim. Yaşlılığa doğru yaş aldığımız bugünlerde bile hâlâ sorunlarla, sıkıntılarla uğraşmaya ve yaşamaya devam ediyoruz… Bu dünyaya; ne gülmeye, ne eğlenmeye, ne de gününü gün etmeye gelmedik değil mi? Zengine bakıyorsunuz, bilinmez bir hastalığa yakalanmış hastane koridorlarında bir gıdım nefesi rahat çekebilmek için servetini ortaya döküyor, fakire bakıyorsunuz sırf zengin olma uğruna yemediği nane, çekmediği çile kalmıyor, hatta tam “zengin oldum” dediği an ‘tahtalı köy’ü boyluyor. Sanıyorum insanın mutlu günler ve güzel anılar biriktirmesi herkese nasip olmuyor… İşte o nasipsizlerden biri de benim. Anlıyorum ki hayatın içinde sorumluluklar yüklenmeye, sorunlarla, sıkıntılarla, dertlerle, yaralanıp daha büyük darbelerle karşı olgunlaşa olgunlaşa yaşamaya devam etmek gibi bir zorunluluğumuz var hepimizin… Bugün böyle düşünüyorum ama bu düşüncem küçük yaşlarımda da böyleydi benim. Hatta o yaşlarda beni yerden yere vuran, içimi kor ateşler gibi yakan, hiçbir aşk deneyimini de yaşamamıştım. Büyüdükçe böyle bir derdin olduğunu da öğrenmiş oluyorsunuz nasibiniz varsa… Bugün, küçükken; biçimlendirdiğim, düşlediğim, özendiğim, hayatın tüm renklerinin en alacalısını kullandığım o resmimin aslında benim kalemimle şekillenemeyeceğini öngörebilseydim hiçbir şeye o kadar kızmaz, düş kurmaz, öfkelenmez, susar geçerdim… Bugün ben de susuyorum. Bir taraftan susuyor, bir taraftan susuyor’um… Aslında ne var biliyor musunuz ister bir kız çocuğu, isterse bir erkek çocuğu olsun şayet taşıdığı o kalbe daha o yaşlarda hassas davranabiliyor, yaklaşabiliyorsanız, elinize aldığınız kalemle; çizerek ve yazarak derdinizi anlatabiliyorsunuz. Ben de o yaşlarımda yazmayı tercih etmiştim. Evet yazıyordum, hem de deli gibi. Çünkü yazmak benim zamanımda zordu! Ben de hep zor olanı sever, imkansız olanı daha o yaşlarımda tercih etmeye başlamıştım. Düşünsenize kurşun kaleme; yeşili nasıl anlattırırsınız? Ben onu yazarak belletmeye çalışırdım kaleme. Bu yüzden de hep zor olanın cazibesine kapıldım, gittim. Hani karşımda duran bir kapıdan değil de gözükmeyen ama var olduğuna emin olduğum başka bir kapıdan girmeyi veya çıkmayı seçtim hep. Ve giremeyince de kendimi suçlamak yerine çocukken küçüklüğüme, büyüdüğümde de yazgıma bağırdım çağırdım… Şimdi gülüyorum halime. Çünkü düştüğüm bu tuzakların hepsini kendi ellerimle hazırlayan da bendim! O zamanlar hiçbir şey gibi gelen yenilmişliği bu yaşlarımda tekrar yaşayınca hayal kırıklığını iliklerime kadar hissediyorum. Artık ne elimdeki kaleme güveniyorum ne düşündüklerime, ne de canımdan çok sevdiğim insanların; sevgisine, aşkına, merhametine, muhabbetine… Evet, onunla göz göze ilk geldiğimizde ve bir süre sonra “olmaz” dediğim ama nihayetinde âşık olmaktan kurtulamadığım zaman da ruh halim tam olarak böyleydi benim. Kapkara bir deliğe bakarak, görmezlikten geldim yıllarca yüreğimde hissettiklerimi. Hadi küçüktüm, bilmiyordum siyahın değil, yeşilin yakıştığını kendime; ama yıllar sonra bile siyah diye diretmem neyin kafasıdır dersiniz? İnsan yıllar sonra anlıyor ki: suçlu ne kurşun kalem ne de renkler… Suçlu, renkleri kullanmasını bilmeyen ve artık büyüdüğünü gecikmiş bir farkındalıkla görebilen bu adamda! İlla sabahı sabah etmek gerekiyormuş acısını kabullenebilmesi için insanın… Yaşaması şart mıymış bu kadar abartılısını bilemiyorum; ama abartmak da kendi seçimimmiş. Evet, çok abarttım. Onun da dediği gibi: “bu abartılı hislerin seninle ilgili biliyorsun değil mi?!” O kadar ki şimdi neye içimin yandığını bile unuttum, kendimi kaybettiğim dakikalarda… Artık durdum ve duruldum. İçim hiç yanmıyor mu? Elbette yanıyor! Ancak sebeplerimi artık olgunlaştırdım… 42 yaşına girmek üzere olan bu çocuğun bu zamana kadar, hayatında kocaman yer edinmiş, intihara teşebbüs ettirmiş, hiç bitmeyeceğini sandığı o aşk ve onun aşkına giden tüm yolları nihayet kapattım. Bu öyle bir kapatma ki aşk bile benim gibi tuzağa düşmeye hevesli bir avın kaçıp gitmekte olduğunu fark ettiğinde şaşırıp kalacak, biliyorum. Ey beni yerden yere vuran, halden hale sokan aşk! Nedir bu kaprisin bilmiyor, anlamıyorum. Ancak artık oynadığın usta taktikli oyunu görüyor ve biliyorum. Ne var ki bunu bilmek benim sana karşı taarruza geçmemi sağlamayacak! Zira sen! Beni her defasında küçümseyen ustalığınla, yine üzecek, yine yaralayacaksın! Almış olduğum bunca yaraya, çektiğim bunca sıkıntıya, üzüntüye, vefasızlığa rağmen istemekten, hayal etmekten vaz mı geçeceğim? Elbette hayır! Ben yine imkansızı istemekten, imkansızı hayal etmekten bu can bu tenden ayrılana kadar yüz çevirmeyeceğim... Sabahattin Ali'nin dediği gibi: “Perişan bir haldeyim. Fakat içimde kendimden bile sakladığım bir ümit var…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |