Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Peki neden böyledir? Herhalde bugünü tanımlarken evin kuşatıcılığını çok sonradan fark ettiğimiz içindir. Yani içinden geçilen her mekân, her toprak “ev” olabilmek için bizden uzun süreçler ve yoğun emekler talep eder. Bu sebeple bir yerin ev olabilmesi için tarafımızdan ona atfedilen o anlamı kuşanması ve bazı tanımlamalarla anılması gerekir. Bugün tanıdığım insanların çoğu kendi evlerinde değil artık.. Çünkü hepsi farklı kültürlerden, başkaca dünya görüşlerinden insanlarla bir arada, iç içe yaşam sürerek benzer gayeler uğruna hayata tutunmaya çalışıyorlar… Ve hepimiz zamana, mekâna öylesine tapıyoruz ki bazı değerleri korumak, yeni bazı değerlere kucak açmak da imkânsız hâle geliyor. Nihayetinde insan, yaşanan bu değişimleri ölçüp tartarken her zaman en doğru tartıyı bulamayabiliyor. Evet, işte bu kuşbakışı tabloda kendimi hep aynı yerde konumlandırabiliyorum. Çünkü geçmişe ait ev diyebileceğim bir mekânım yok. Geriye dönüp gözyaşıyla yâd edebileceğim bir aile ocağımda olamadı. Buna mukabil önümde hâlâ uzun bir yol olduğunu düşünüyorum. Hicretlerimi ve miraçlarımı daima kendi üzerinde karşılayan bu yolun bugün yaşadığım Menekşe Yolu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Benim zaman ve mekândan bağımsız evim tam olarak burasıdır. Ömrünün 17 yılını aynı semtte geçirmiş biri olmak, herkesin paralellerle meridyenlerini defalarca arşınladığı bu global dünyada demode kaçıyor olabilir. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki hızla değişen dünyaya hep aynı yerden bakmak, değişimleri görebilmek ve tartabilmek için ideal bir durumun ortaya çıkmasını sağlıyor. Görüyorsunuz ki değişime hiç birimiz gitmiyoruz. Ayrıca onun açık pencerelerinizden içeriye esintilerle girmesine, cereyanlarla sizi sersemletmesine de fırsat vermiyoruz… Bu yüzden değişime giden siz olduğunuzda değişmeyen kriterlerinize zamanla şaşırıyorsunuz. Yeni olan her şeyi makbul görmeye, başkalarına ait her hayatı yaşanabilir buluyorsunuz. Değişime siz gittiğinizde, ona adapte olmanız tek şart olarak karşınızda arz-ı endam ediveriyor. Burada sizi diğerlerinden ayıran ölçü; ne kadarına olup ne kadarına olamayacağınızdır elbette. Belki başkalarıyla aranızda fark oluşabilmesi için; değişimin, sizi kendi değişmezleri arasında başkalarıyla yeni bir örnek kılana kadar tüm farklılıkların dişlileri arasında çiğnenmenizi sağlayabiliyor. Değişimin dişlileri sizi öyle içine alıp öğütüyor ki, girdabın dışında kalan, değişmeyen veya hiç tanımlayamayan her şeyi algılayamaz duruma geliyorsunuz. Bu tam bir statükodur. Çünkü değişen her şeyle birlikte siz de sıkıntılar çekip durursunuz. Ve bu bir süre sonra sizin için değişmeyen, hep istikrarlı kalan neyse o durum karşınıza çıkar. Böylece insan durduğu yerde, ayağını bastığı zeminde, değişen hayatın detayları tarafından; satır araları, alt başlıklarınca nereye sürüklendiğini görmeye başlıyor. Değişim size tüm sahiciliğiyle geliyor. Yorum ve gözlemleriniz değişimle birlikte ama ondan bağımsız kalabiliyor. Tabii bu kadar da değil. Kendi değişimlerimi izleyebilmem ve hayatın benden aldıkları ve bana verdikleriyle yüzleşebilmem için Menekşe Yolu her seferinde ara sokaklara, gizli saklı köşelere açılmıştır benim için. Dünyanın görünmez dehlizlerinden dört yol ağızlarına da çıkarmıştır kuşkusuz. Gençken evimin penceresinden hayata bakarken; dünyaya, caddeye, kalabalığa ve sokağın bilinmezliklerine açılan bir avluydu benim için yaşadığım ev.. Buradan yola çıkmaksa hicretin ilk adımıydı. Çok uzaklara açılan en yakındaki ilk uzaktı… Daha ilerdeki cami avlusunun öte yanına geçmeyi başarıp, yolun öbür yakasına geçmişsem, ben de artık mazinin ambalajında özenle saklayacağım bir “ev”e sahip olacağımı düşünürdüm.. Hayalini kurduğum “yeni hayat”ı başka yollarda, yolculuklarda da aradım. Hatta defalarca taşınmaya bile kalkıştım. Kimi zaman kolilere sokmayı denedim Menekşe Yolu’nu… Bazen artık oturulmayan bir evin duvarındaki çerçeve izleri gibi yere düşmüş bir fotoğraf, unutulmuş bir anı gibi davrandım ona. Bazen de burayı fazla beyaz ve seçkinci bularak kem düşüncelerimle hırpalamaya çalıştım beton kaldırımlarını… Ben onu bırakmaya ant içtikçe o bana daha çok bağlandı. Ahtapot gibi sarıp sarmaladı bütün kollarıyla beni… Bırakmadı. Otuzlarımın başında ve ortasındaki iki hicretimi de hayretler içerisinde burada gerçekleştirdim. Ve anladım ki, dünyaya ne kadar yayılırsak yayılalım, asıl hicretin insanın kendi içine doğru olduğunu gördüm. Kişisel miraç misali, dikey bir izlekte… İçimizdeki yolculukların kilometreleri ölçülemeyecek kadar sınırsız… Bazen de milimetrelerle bile ayırt edilmeyecek kadar derinde ama ufku delip geçecek kadar uzak yollar açılıyordu derinlerimizde. Dünyanın arzından arşa doğru ya da tam tersi istikamete.. Bu dünyada sayısız mülteci, mübadil, evsiz var… Onların çektiklerini anlayabilmek ve yansıtabilmek için, bir yazar olarak dünyaya bir toz zerresi kıvamındaki Menekşe Yolu’ndan bakıyorum bu hayata.. Karşı konulamaz bir yazgı bu. Ve artık biliyorum: Tek yapmam gereken net bir görüş sağlamak. Uçuşarak önünüzden geçip giden bir toz zerresine yoğunlaşmanızın yolu, sağa sola fazla kıpırdamadan durmak değil midir ki zaten… Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |