"Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu her altı ayda bir değiştirirler." -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Stone şaşırmıştı tabii, biraz açmasını istedi bu benzetmeyi. “Her ikisi de çok çalışmayı gerektiriyor.” diye cevapladı Marquez: “Bir şey yazmak neredeyse bir masa yapmak kadar zor. İkisinde de elinizdeki malzeme gerçektir, ahşap kadar sert, işlemesi zor bir malzeme. Her ikisinde de pratik olmak ve teknik bilmek gerekir. Temelde az bir sihir ve çokça ağır iş gücü vardır. ‘Bu işin yüzde onu ilhamla yüzde doksanıysa alın teriyle’ der Proust.” Burada hemen Faulkner’ın, yetenek ve çalışma konusundaki hesapları altüst ettiğini söylemek gerekir. Zira ‘Ses ve Öfke’nin yazarı, daha toptancıdır ve 1956’da aynı dergi için Jean Stein’e verdiği o söyleşide: “Yüzde doksan dokuz yetenek… yüzde doksan dokuz disiplin… yüzde doksan dokuz çalışmak.” der… Faulkner’in toptancılığı bir yana, Marquez’in ‘masa’ benzetmesi bence muhteşemdir.. Çünkü dikkat edilirse yazmanın önce ‘çalışmayı gerektirdiğinden’ söz eder Marquez, sonra bir masa yapmaktan, bir zanaatkarlıktan söz açarak, ortaya somut bir ‘eser’ çıkarmanın zorluğuna değinir. Elimizde ahşap gibi ‘gerçek’ bir malzeme var ve biz bu kaskatı gerçeği ‘ince’ işçilikle zarif, kullanışlı bir masaya yahut zevkle okunabilir, doğallığından bir şey yitirmemiş romana, denemeye, öyküye dönüştüreceğiz… İnce marangozluk, taş duvar ustalığı veya demircilik deyin siz buna, bu zanaatlar gibi yazı da hiç kuşkusuz derin bir birikim ve alınteri istiyor. Bu işçiliği göze alamayanlara Hemingway’in acımasız bir önerisi var: “İyi yazmayı güç bulduğu için gitsin kendini tavandan assın derim. Sonra da hiç acımadan ipi kesip kendini yazmaya zorlasın. Bu durumda yazmaya başlarken elinde en azından ipe çekilme hikâyesi olur.” der… Hamingway’in bu tavsiyesini hiç kimsenin denemesini asla istemem; ama ustamız iyi yazmak yolunda çilenin her türlüsünü kendisine reva gördüğü için böyle evlerden ırak metotları salık vermek gibi bir hakkı olmalıdır. Onun mükemmele ulaşma inatçılığıyla başa çıkacak yazar sayısı bir elin parmak sayılarını geçmez. Silahlara Veda’nın son bölümünü onlarca kez yazmıştır. Son sayfada bir türlü kıvamı tutturamayınca, tam tamına otuz dokuz defa tekrar yazar. Ustanın yazma işini çoğu zaman ayakta yapıyor oluşunu da hatırdan çıkarmamak gerekir elbette. Marquez de Faulkner da ustalarımızdır, fakat benim ‘yazmak’ konusunda kulağıma küpe ettiğim, Tarkovski’nin Kurban filmindeki ‘ağaç’ mevzusudur. Filmin Türkçede de yayımlanan senaryosunu okuduğumda, yalnız yazmak değil, her eyleminde insana rehber olabilecek bir yöntemi salıkverdiğini görüyorum. Yani; çabada süreklilik, bir nevi ibadet hassasiyeti ve inancı muhteşem işlediğine şahit olurum… Efendim, bir zamanlar Ortodoks manastırında yaşayan Pamwe adında bir keşiş, bir dağın tepesine kurumuş bir ağaç dikmiş ve öğrencisine bu ağacı yeniden yeşerinceye kadar sulamasını söylemiş. Öğrencisi Joann Kolow, hocasının emrine uyarak bir kova su alıp yollara düşmüş. “Bir kova suyu dağa çıkarıp geri dönmesi tam bir gün sürermiş. Tanyerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar bir tam gün… Her sabah bir kova suyla dağa çıkıyor, eğri büğrü ağacı suluyor ve hava kararınca manastıra dönüyormuş. Bu, tam üç yıl sürmüş. Sonra günlerden bir gün, gene dağa çıktığında bir de bakmış ki ne görsün, ağaç çiçekler içinde değil mi?” (Kurban, YKY 1988 Çev: Tuba Tarcan) Bu sadakatin ‘fiili dua’ olduğunu düşünürüm hep. Sabırla ve inatla çalışmak, kuru ağacı pekala yeşertebilir. Tabii ki bir de işin ‘kavli’ duası var. Hani edebiyatımızın unutulmaz isimlerinden Cahit Sıtkı Tarancı daha çocuk yaşlarında, ailesine yazdığı bir mektupta, “Allah’ım şiirimi güzelleştir.” diye yalvarmıştır. Yine Yahya Kemal, teklifsiz istiyordu söz’ün sahibinden: “Allah’ım bana bir ses yaratan kudreti ver!” Ancak ne var ki sanat uzun, hayat kısadır, yetmez sözü tamamlamaya... İbrahim Tenekeci de ne güzel söyler: “Canımı yakıyor dünyanın güzelliği / Yetmiyor o güzel şiire / Rabbim ne olursun / Sözümü kesme.” diye… Sorular çok sevgili okuyucu… Nasıl yazmalıyım, ne yapmalıyım?.. İnanın bu soruların hepsini ne cevaplamak ne de anlatmak mümkün… Her ne ise, ben bu yazı vesilesiyle uzun zamandır yazmasını, resim yapmasını, hatta ve hatta fotoğraf, video gibi hobileriyle ilgilenmesini istediğim can yoldaşımın bir vesileyle matbu bir dergide hikayelerini görünce çok sevindim… İnşallah o güçlü duygulara sahip yarenin kaleminden unutulmaz hikayeler, öyküler kim bilir belki de muhteşem şiirler okuyup bahtiyar oluruz… Diğer taraftan, özellikle “yazmak” isteyen ama nereden başlayacağını bilmeyen veya böyle bir derdi olup mail gönderen okurlara, bu yazının da bir cevap olmasını arzu ediyorum. Şimdilik kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |