Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin davranışlı ve tatlı sözlü idi. -Fuzuli, Leyla ve Mecnun |
|
||||||||||
|
Geçen hafta pazar günü sabah erken yarı uykulu bir şekilde yatağımda debelenirken, salondaki televizyondan hiç alışık olmadığım bir kadının acı dolu sesiyle uyandım. -Zaten nerede bir keder, elem varsa ya o gelir beni bulur, ya da ben onu- Hiç halim olmadığı halde kalkıp beni kendine çeken bu sese doğru solana gittim ve televizyonun karşısına geçip programı seyretmeye başladım. Tam da beklediğim gibi konuşan yaşlı kadın, Enderun terbiyesi görmüş gerçek bir Osmanlı hanımefendisi edasıyla öylesine güzel ve düzgün konuşuyordu ki şaşırıp kaldım. Kadın, bir köy evinin avlusunda bir tabureye oturmuş; “…rüzgâr gibi geçip gitti ömrüm.” diyordu. Yıllar önce vefat etmiş eşini anlatıyor bir taraftan da çocuklarının arayıp sormadığından dert yanıyordu. Vücudundaki ağrılarından bahsediyordu. Bazen kendi anlattıklarına duygulanıp gözleri nemleniyordu. Ara sıra duruyor, düşünür gibi yapıyor, sonra yine yüksek perdeden; “Düşmez kalkmaz bir Allah!” diyordu. “Çoluk, çocuk… herkes çalışıyor ya, sağlıkları yerinde ya ne isterim ki Allah’tan!” diyordu. Sonra bir dem durup zamanını nasıl geçirdiğinden söz ediyordu. Kedisini, çiçeklerini, avluyu silip süpürdüğünü, şimdilik elinin ayağının tuttuğunu kimseye muhtaç olmadığını anlatıyordu. Ama o nasıl bir anlatış şeklidir dinlemeniz gerekir… Bir metin yazarı olarak ben böyle düzgün bir konuşma metni yazamamam inanın. Yaşlı kadının bu kadar akıcı ve güzel konuşmasına hayran kaldım. Konuşurken öyle güçlü bir hitabeti vardı ki ne bir kekeleme, ne de bir duraksama… Her şeyi yerli yerinde ve dört dörtlük bir konuşma metnini promterden okuyor gibi bir hal… Kim bilir bu yaşlı kadının belki de okuma yazması da yoktu. Hayatın ona sunduklarıyla yaşadıklarını dile getirirken acısını siz de iliklerinize kadar hissedip gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz. Ne zaman böyle bir kadın görsem gözyaşlarıma ben de engel olamıyorum. İhtiyar insanların bu hallerine hiç mi hiç dayanamıyorum… Bu arada TRT de rastladığım bu programın adı “Ömür Dedikleri” imiş. Pazar sabahları televizyonlarda yapılan bu programın çoğunu YouTube kanalından bulup izledim. Programda Anadolu’dan gelmiş, her birinde yakın akrabalıklar sezdiğim ihtiyar insanların anlattıklarını dinliyorum. Görüp geçirmiş, kanaatkâr, yoksulluğu şükre dönüştürmeyi başarmış bu insanların hayatı bende, yazılmamış bir hikâyeyi okuyor duygusu uyandırıyor. Ve gariptir, onları dinlerken iyilikler denizine açıldığımı, arındığımı, hafiflediğimi fark ediyorum. Nedir beni böyle hafifleten; onların o yalın, riyasız konuşmalarında ne buluyorum, bunu da size anlatabileceğimi hiç mi hiç sanmıyorum… Doğrusunu isterseniz, çocukluğumdan beri ihtiyarların arasında çok fazla zaman geçirdim. Özellikle yaşlıların bulunduğu köy odalarında onların çaylarını doldurma, ikramda bulunma işlerini fahri olarak en çok ben yapardım. Tabii evin en küçük erkek çocuğu olma özelliğimin de etkisi vardır bu durumda ama ben daha çok onlara hürmet edince kendimi iyi hissettiğim için hürmet ederdim. Bazen onların ağızlarından çıkan bir dua, bir güzel kelam, bir iltifat büyük keyif verirdi bana. Belki anlattıklarının bir yerine dâhil oluvermemden. Belki yüzlerindeki duruluğun, riyasızlığın kışkırtıcı davetinden, kim bilir çok severim yaşlıları… Her neyse bu sebep, büyük kentlerin caddelerinde yahut bir pazar yerinde, bir parkta, cami avlusunda, bir hastane bahçesinde, onlardan biriyle karşılaştığımda, ailemden birini görmüş gibi sevinir, duygulanır, hasretlenirim. Kimi zaman acıma hissiyle, kimi de şefkat ihtiyacıyla gidip ellerine sarılmak ve öpüp hayır dualarını almak isteğim çok olmuştur. Hepsinin kederli hikâyelerindeki o akış beni hep peşlerinden sürükler işte. Asıl kederli olan, Anadolu kasabalarından, köylerinden hatta yaylalarından çıkıp gelmiş ihtiyarların vaziyetidir ki çok sarsıcıdır. Buralı değildir onlar. Yanlış yerde bitmiş bir ağaç gibi huzursuz, iğreti yaşarlar hayatı. Kendileri de farkındadır bu yabansılığın, ne çare ki kader böyle imiş!.. Şehrin ruhuyla hiç mi hiç uyuşmayan eşkâlleriyle, ellerinde baston, vücutlarını bir o yana bir bu yana sürükler dururlar zoraki. Eminim ki gönülleri, akıllarından geçenler, ayaklarının bastığı kaldırıma hiç uğramaz. Kim bilir hangi bahçenin çardağında, hangi evlerin taraçasında, hangi yayla yollarında gezinmektedir? Bir bıraksanız hemen kelebek gibi uçup giderler… Onca tanıdığım insan, okuduğum onca kitap beni huzurlu bir emniyet duygusuyla kuşatamazken, uzaktan gördüğüm bir ihtiyar kadına, beli bükülmüş bir pîri faniye yakınlık duyuverişimi yadırgamayın lütfen… Çok yakın bir zamanda bizim de onlar gibi olacağımız kuşku götürmez bir gerçekken hem. Evet, televizyonda konuşan o kadının sesinde olduğu gibi, insanı kendine çeken hatta davet eden yaşanmışlıkların varlığını, bizim şu en ala aristokrat ortamlarda bulamadığımız, okuduğumuz kitaplarda yazmayan birçok şeyi yüzlerindeki çizgilerde bulabilirsiniz. Onlarda büyülü bir güzellik, tanımlanamayan bir iyilik ve köklü bir hüzün var… Bana öyle geliyor ki, insan en güzel bizim topraklarımızda yaşlanıyor sanki. Dünyanın en güzel ihtiyarlarının Anadolu’da yaşadığına yaptığım motosiklet seyahatlerinde çok şahit oldum. Onlar, ait oldukları bu topraklarda dipdiri bir azimle gezinip, iğreti durdukları şehirlerde bile bizleri daima şu boş ve anlamsız günlerimizin, şu bencil hayatımızın dışına, sonsuz iyiliklere çağırırlar her fırsatta. Ve ben, bir gün onları yitireceğimizden, gün gelip bu insan tiplerinin yok olacağından endişe duyarım. Bu yönüyle bakıldığında bile bir film ismine de atıf yaparak; “ihtiyarlara yer yok” değil, “var” dememiz gerektiğini düşünüyorum. En azından karşılaştığımızda onlardan Allah’ın bir selamını esirgemeyelim…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |