"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
H.L Menchken “Gereksiz bilgi de olsa kafasını doldurmalı insan ki kafasını gerçekten bulabilsin.” Böyle bir tezim vardır yıllardan beri söyler dururum fakat önemli bir konu olduğunu maalesef içinde yaşadığım toplumun yadırgayacağını düşünerek tartışmak istemedim. Çünkü kalıp halindeki meşhur sözleri duymanın benim gibi düşünceden midesi ülser olmuş insanlara haksızlık olarak gördüğüm için konuyu kendime yazarak anlatmanın daha sağlıklı olacağına karar verdim. Ekleyerek söyleyeyim ki : “Bilgi’nin de iyisi kötüsü olmaz” tıpkı “reklamın da iyisi kötüsü olmaz” diyenler gibi. Evet, hiç ummadığınız bir anda, bu gereksiz görünen o çirkin, biçimsiz, ne idüğü belirsiz bilgi kırıntılarının hayatınızı yeniden şekillendirmenize vesile olabilecek bir damar olabileceğini hiç düşündünüz mü bilmiyorum… Ben düşündüm.. (Bununla ilgili ilerleyen paragraflarda bir arkadaşımın nasıl memur olduğuna dair hikâyesini anlatacağım. Siz de ister gülersiniz, ister ağlar… ister ölür, ister çatlar…) Bilgi kırıntıları ne için ve neden önemlidir? Anlatayım.. Efendim bendeniz aşağı yukarı 20 yıldır iş hayatında binlerce insanla çeşitli sektörlerde bir arada çalıştım. İçlerinde yaşamlarını kazanmak için fikir üreteninden tutun da, yaşamanın ne demek olduğunu bilmeyenine varıncaya kadar.. Bir hayat felsefesi, yaşam biçimi olanından tutun da, herhangi bir çizgisi olmayanına kadar.. Her şekilde, her kilo ve bedende, her türlü tip ve kişilikle iletişim halinde birebir çalıştım.. Kiminin Uluslararası İlişkiler dalında doktorası olurdu, kimi liseyi bitirmekten bile aciz. Kimisi tertemiz ve sımsıcak sevecen bir ailede yetişmiş, kimisi paramparça olmuş bir ailede yaşamaya tutunmaya çalışan biri.. Tanıştıklarım arasında bazıları gökdelenlerde yaşıyordu, bazıları varoşlarda... Bazılarının kendine ait evi bile yoktu. Çalıştığım tipler arasında eşcinsel olanı da, heteroseksüel olanı da, o.puluğu meslek olarak değil de bir zevk meselesi haline getirmiş bu durumunun birkaç kişinin fark ettiğini düşünerek çalışan, yerine göre namuslu görünen insanlarla da bir arada çalıştım! Evet, bazıları dışadönük, bazıları da içedönük karakter taşıyordu. Öylesine renkli kişilikler var ki çalıştıklarım arasında: Alkolikler, intihara eğilimliler, psikopatlar, aşırı, mütedeyyin insanlar, lightdindarlar, işportacılık yapmış tipler, kamyon, minibüs, taksi şoförleri, kuryeler, makine işçileri, ameleler, meydancılar, yöneticiler, dizgiciler, öğretmenler, memurlar, asker kökenli subay ve astsubaylar, Grafikerler, art direktörler, koordinatörler, zengin iş adamları, zengin ama dindar görünen iş adamları, zengin ama hak hukuk bilen fakat ateist iş adamları, zengin imanlı, izanlı, adaletli, hakkaniyetli, sözünün eri, dindar ve keskin çizgileri olan iş adamları, kimyagerler, matematikçiler, geometriciler, edebiyatçılar, iletişimciler, muhabirler, kameramanlar, inşaat işçileri, dişçi, öğretim görevlisi, tarım işçisi, temizlik işçisi, namuslu ve namussuz kadını, erkeği.. diye listeyi uzatabileceğim toplumun hemen hemen her kesmini temsil eden türlü insanlarla birebir çalıştım.. Bunun bana kattığı çok şey var. Bu deneyimi elde etmek için para bile verir yeri gelirse insan. Biz bunu para kazanarak yaşadık, gördük.. İşte bu insanların hayatımda hepsinin ayrı ayrı bıraktığı bir iz var. Ve bu kadar izleri size anlatmaz, paylaşmazsam bunun yükü beni sokacak! Zira beni, bilen bilir ki ben soframı da, bilgimi de, evimi de, çayımı da paylaşmayı çok severim. Bu halimin doğası gereği, çoğu insanı yadırgamadan çalıştığım için meşhur bir filmde bir artistin repliğinde dediği: “…bak koçum, belli olmuyor ama benim bir tek kulağımın arkası kaldı.” dediği sözü ben de diyebiliyorum… Sizlere yukarıda saydığım meslek ve insan tiplerinin hemen hemen hepsinin hayatımda bıraktığı “iz”i söylemiştim. Şimdi bu insanları özel yapan şeyleri anlatmak isterim. Her ne kadar bazı meslek ve insanları sizler yadırgayacak olsanız da bu insanların hepsinde İKİ TEMEL ORTAK ÖZELLİK vardı diyebilirim.. BİRİNCİSİ: Bu insanların hepsi cesurdular. (İkinci Makale de ele alacağım.) İKİNCİSİ: Hepsi de son derece meraklıydılar. Evet, evet, hayat kadınında bile vardı bu merak istidatı. Yani ondaki şehveti kast etmiyorum! Nesnelerin nasıl çalıştıkları, nasıl yapıldıkları, nereden çıktıklarını, insanlara neyin faydalı ve neyin zarar vereceği konusunda ki tükenmek bilmez “MERAK’larını kastediyorum.. Mesela çalıştığım bir firmada ortalığı temizleyen, toplayan işini mükemmel yapan bir kardeşimiz vardı. Meslek olarak: Meydancılık diyebiliriz.. Bu arkadaşımız, “Napoleon’un Waterloo’da bindiği atın adını biliyordu. Vallahi sizler bile bilemezsiniz bunu ama o meydancı sıfatıyla bir yerde gördüğü şahlanmış bir kır atın üzerindeki General tablosunda ki generali değil de Kırat'ın şahlanışı dikkatini çekmiş nihayetinde atın ismini öğrenmişti.. (Atın ismini söyleyeyim: MARENGO) Mesela bir şoförüm vardı zamparanın önde gideni bu vatandaş başka kadınlarla parasıyla yatmayı (jigololuk) ikinci bir iş edinmiş bu kadar zamansızlığına rağmen: "Yumurta akının çırpıldığında kaç kat büyüdüğünü biliyordu." (Bilmiyorsanız öğrenin: 7 KAT. Bu bilgiyi de seviştiği bir kadından öğrenmiş.) Yine edebiyatçı bir öğretmenimizin söylediğine göre, "Afrika filleri günde 16 kere dışkıladığını bizimle paylaştığında hayretler içinde kalmıştım. Burada söylemek istediğim şey bu bilgilerin çok değerli olduğu değil aslında. Fakat bu merakları sayesinde hayatlarında hep birşeyleri “Bilme Gereği” hissetmeleri benim aklımı başımdan alan bir davranış şeklidir… Zira bu ülkede: “İnsanın başına ne gelirse, ya meraktan, ya …tan geliyor” değil mi? Yani "meraklı olma" diye öğütlüyorlar. Oysa kazın ayağı öyle değil tabi... Anlıyorum ki bu insanların doğasında var bu. Tıpkı polis memuru olmak isteyen bir arkadaşımın 2-3 kez polislik sınavlarında başarısız olduğu halde yılmadan her seferinde sınava başvurduğu ve nihayetinde bildiği basit bir soru yüzünden memurluğu hak ettiği gerçeği gibi.. Hikayesi şöyle: Arkadaşımın boyu memur olmak için istenilen boydan yarım cm kadar kısa olduğu için asgari standartları yakalayamadığı gerekçesiyle sınavdan hep eliyorlardı.. Sanıyorum ya 2, ya da 3. kez başvuru yaptığında sürekli gidip geldiği binanın merdivenlerini can sıkıntısından sayıp rakamı da aklında tutmuş hasbam. O gün yazılı, spor sınavından başarıyla geçen arkadaşımızı bir de sözlü mülakata tabii tutmuşlar. Rütbeli bir amir onun tabiriyle “sırf elemek için” bizimkine söyle bakalım “bu binada kaç tane merdiven var lan?” demiş.. Yuppi! Bizimkinin çalıştığı yerden gelmiş soru tabi.. Hemen cevabı yapıştırmış: 175 merdiven var efendim... 70’i girişte, 90 merdiven binanın filanca filanca yerinde 15’de spor alanına geldiğimiz yerde… Komiser: Gerçekten bu kadar merdiven var mı? Diye sormuş! Cevap: Evet efendim tam olarak 175 tane bu binada merdiven var. Komiser inanmamış tabi bir memurdan merdivenleri saymasını istemiş. Memur: Evet efendim saydım binada toplam olarak "175 merdiven var" deyince komiser bir polis memurunda olması gereken liyakat budur işte diyerekten “Merak ve Araştırma” hissi kuvvetli arkadaşımızın polis olması için her türlü de kefil olmuştu.. İşte böyle insanların meraklı olması belki bir ilahi lütuf, belki de lanettir. Bunu bilemiyorum. Fakat burada onların meraklı olmalarının ilk ağızda fikir üretebilme nedenlerinden biri olduğunu görmek gerektiği inancını taşıyorum.. Kafada biriken bu “yeni ve eski unsurlar”ın beklenmedik bir şekilde ve bir zamanda aniden birleşip akla uygun yepyeni bir fikrin oluşmasına sebep olabilirsiniz. Tıpkı Dali gibi, Newton gibi, Einstein, Darwin, Hutchins, Lipman gibi.. Dali, düş ve sanatı bir araya getirip iki fikri bir geçitte karşılaştırıp “Gerçeküstücülük”ü ortaya çıkarttı. Newton, gel – git olayı ile ağaçtan kafasına düşen bir elmayı geçitte karşılaştırıp “Yer çekimi”ni buldu. Darwin, insan hastalıkları ile türlerin üremesini bir geçitte karşılaştırıp “doğal seçilim yasası”nı çıkarttı. Hutchins, zil ve saati birleştirip, çalar saat icat etti. Lipman, kalem ve silgiyi bir araya getirip, silgili kurşun kalemi buldu. Bir başkası da çıkıp bez parçalarını bir sopayla birleştirip "saplı yer paspası" yaptı. İşte bilgi kırıntılarının, aptalca da olsa gördüğünüz her şey hakkında çocuk gibi meraklı gözler ile baktığınız zaman birşeyler öğrenebilir birşeyler üretebilirsiniz diye düşünüyorum.. Zira bu dünya da daha yapılacak çok iş var.. Düşünün ki ABD'de 1940 yılında tıraş kabı için 94 ayrı patent alınmış. Tıraş kabı için evet gülmeyin! Bu dünyada hala yaşıyorsanız, hala yapılacak birşeyler olduğuna da emin olabilirsiniz. En güzel resmin yapıldığını kim söyleyebilir ki? En büyük oyun henüz yazılmadı. En görkemli şiir okunmadı. Dünyada mükemmel derece bir bir demiryolu bile yok. Bozulmayan saati yapan yok. (Her yeni aldığım saat bozuluyor. Buna da bir çare bulunur belki!) Ne kusursuz bir hükümet, ne de uygulanan evrensel bir yasa yok. Fizik, matematik ve en gelişmiş ve en doğru bilim, bugün temelden değişti. Bugün evet kimya dalındaki periyodik cetvele 4 mü 5 mi yeni element eklendi. Psikoloji, ekonomi, sosyoloji, dalında henüz bir Darwin, Einsteinimiz yok. Okullarımızda zeki çocuklara bunları anlatacak idealist öğretmenlerimiz bile yok. Bilinenleri öğreten öğretmenlerimize bunun hiç bir şey olduğunu söyleyecek bir yetkili de yok… Vesselam.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |