..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşam ciddi, sanat neşelidir. -Schiller
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Bilimsel > Dilbilim > Oğuz Düzgün




22 Kasım 2015
Baskıcı Dilsel İktidara Bir Başkaldırı  
Oğuz Düzgün
Öncelikle şunu anlamamız gerekiyor. Dil sadece yaşayan dildir. Gramer kuralları, konuşulan-yazılan yâni yaşayan dilden derlenir. Yoksa dil, belirlenmiş kimi ideal kurallara zorla uydurulmaz. Böyle bir durumda ancak Bâleybelen ve Esperanto gibi yapma diller ortaya çıkabilir. Yoksa doğal dillerin gelişme süreçleri de doğaldır, doğal kalmalıdır.


:BBAC:
Türkçemizde 8 ünlü bulunduğu iddiasını sürekli duyarız. Türkçe kelimelerdeki ünlülerin sıralanışında belli bir düzen olduğunu da mutlaka işitmişizdir.

Ünlülerin sıralamasındaki bu düzen sonucunda oluşan iki kuralımız var. Bu kurallardan birisi Büyük Ünlü Uyumu Kuralı, diğeri de Küçük Ünlü Uyumu Kuralı (K.Ü.U.K) olarak anılıyor.

Büyük Ünlü Uyumu Kuralına göre Türkçe kelimeler ya kalın ünlülerden ya da ince ünlülerden oluşmak zorundadır.

Küçük Ünlü Uyumu Kuralına göre ise, Türkçe kelimeler oluşturulurken düz ünlülerin bulunduğu hecelerden sonra düz ünlülü heceler, yuvarlak ünlülerin bulunduğu hecelerden sonra ya düz-geniş ya da dar-yuvarlak ünlülü heceler gelir.

İlköğretim sıralarından beri duyarız bu tanımlamaları. Hem de öyle bir duyarız ki, yer çekimi kanunundan daha kesin bir gerçeklikten bahsedildiğine ikna oluruz hemen.

En büyük yanılgımız ise bu kurallara uyan kelimelerin Türkçe olduğunu, uymayanların ise Türkçe olmadığını düşünmemizdir.

Aslında bu varsayımı oluştururken, gerçekte var olmayan, muhayyel bir Türkçeden bahsettiğimizi anlamamız gerekiyor. Âdeta Türkçe’nin mevhum bir idealar âlemi vardır ve biz o muhayyel âleme dâhil olan kelimeleri Türkçe, olmayanları ise yabancı olarak kabul ederiz.

Ancak gerçekte böyle saf ve ideal bir Türkçe yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır. Dillerin kuralları, binlerce yıl süren değişimlerle, diğer dillerle gerçekleştirilen etkileşimlerle oluşur ve gelişir.

Yani Göktürkler ya da Uygurlar dönemindeki Türkçe daha gerçek, daha saf Türkçedir gibi bir önermeyi hiçbir zaman savunamayız. Bu durum bütün diller için geçerlidir.

Çünkü çok eski çağlarda da dil, diğer dillerin etkisine açıktır ve bugün öz Türkçe olduğunu düşündüğümüz pek çok kelime o dönemin yabancı kültürleriyle gerçekleştirilen etkileşimler neticesinde oluşmuştur.

Öncelikle şunu anlamamız gerekiyor. Dil sadece yaşayan dildir. Gramer kuralları, konuşulan-yazılan yâni yaşayan dilden derlenir. Yoksa dil, belirlenmiş kimi ideal kurallara zorla uydurulmaz. Böyle bir durumda ancak Bâleybelen ve Esperanto gibi yapma diller ortaya çıkabilir. Yoksa doğal dillerin gelişme süreçleri de doğaldır, doğal kalmalıdır.

Evet, Türkçemizde kalın ve ince ünlülerin uyumuna dayanan bir kuralımız olduğu gibi ünlülerin düzlük, genişlik, darlık ve yuvarlaklığına dayanan bir başka kuralımız da mevcuttur.

Ancak, bu kurallara uymayan kelimelere karşı dil kafatasçılığına girişmemizi gerektirecek hiçbir tözcü kuralımız yoktur.

Mesela, “kitap” kelimesi Büyük Ünlü Uyumu Kuralına (B.Ü.U.K) uymaz. Bu kelime ilgili kurala uymadığı için Türkçe bir kelime olmaktan çıkmış da olmaz. Hatta Arapça bir kökenden gelmiş olması bile bu durumu değiştirmez.

Mesela “kedi” kelimesi, hem B.Ü.U.K’na, hem de K.Ü.U.K’na uyduğu halde Türkçe kökenli bir kelime değildir. Fakat bu durum ilgili kelimenin Türkçe oluşuna hiçbir bir engel teşkil etmez.

Aynen farklı kökenlerden gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kendilerini Türk kabul etmeleri gibi, farklı kökenlerden gelen kelimeler de kendilerini Türkçe kabul etmişlerdir artık.

Türkçe konuşmalarımızın ve Türkçe yazmalarımızın birer ferdi olmayı, şiirlerden romanlara; denemelerden makâlelere çoktan kabul etmişlerdir o kelimeler.

Bu yüzden onları belli bir kuralın kafatası ölçüleriyle sınırlandırmak ve tanımlamak apaçık bir kültür katliâmıdır.

Vaktiyle “uzun ünlülerimizi” katletme fiilini işlediğimiz gibi, sözcüklerimizi katletme suçuna da ellerimiz bulaşmasın diye yazıyorum bu satırları.

Dilimizde sekiz ünlü olduğunu tekrarlar dururuz ama uzun a ünlüsünden, uzun i ünlüsünden, uzun u ve uzun ü ünlülerinden bahsetmeyiz hiçbirzaman.

Hele ince a ünlüsünü kullanmayı öyle bir önemseriz ki, bu ünlüyü kullanamama beceriksizliğine şahit olduğumuzda bunu hemen yadırgarız.

Kâğıt yerine kağıt, kâr yerine kar, rüzgâr yerine rüzgar demek yanlışsa, o kelimeleri oluşturmak için kullandığımız ince a ünlüsünün varlığını inkâr etmek de yanlıştır halbuki.

O halde Türkçemizde sadece sekiz ünlü bulunduğu iddiasından vaz geçmemiz, çocuklarımıza dilimizdeki uzun ve ince ünlüleri de tanıtmamız gerekiyor.

Almanca gibi dillerde olduğu gibi bu ünlülerin alfabede gösterilmesine gerek yok belki ama bu ünlülerin işlek bir şekilde kullanımının teşviki oldukça gerekli.

İsterseniz bu mevzuyu tam da yerinde bırakarak dönelim Küçük Ünlü Uyumu Kuralı meselesine.

Dilciler olarak öyle bir kuralcılık hastalığına kapılmışız ki, kuraldan fazla kuralcı ünvanıyla anılmayı açıkça hak ediyoruz.

Türkçemizdeki kullanımlardan hareketle kurallar oluşturmak ya da o canlı kullanımlar yoluyla varolan kuralları zenginleştirmek yerine, dilimizin o zengin kullanım alanını kuralların kısıtlılığıyla daraltıyoruz.
Örneğin yağmur, çamur, hatun, hamur vb. kelimeler köken olarak da Türkçe oldukları halde, bu sözcüklerin Küçük Ünlü Uyumu kuralına uymadığını söylüyoruz.

Yani kullanılan dilde yaşamakta olan capcanlı bir kuralı yok sayıp, dilin on yıllar önce çekilmiş bir eksik fotoğrafını var kabul ediyoruz.
Önümüzde etiyle kanıyla capcanlı duran dostumuzun çehresine odaklanmak yerine, onun on yıllar önce çekilmiş bir fotoğrafına bakıp efkârlanıyoruz.

Halbuki yaşayan dil önümüzde capcanlı bir şekilde duruyor. Bu yaşayan dilde yağmur, çamur, hamur kullanımları bir sorun teşkil etmiyor.
O halde tek yapmamız gereken Küçük Ünlü Uyumu Kuralına bir madde ilave etmek olacak. Düz geniş ünlülerden sonra dar yuvarlak ünlüler de gelebilir diyeceğiz sadece.

Sırf bu gerçeği söylememek için o kelimelerdeki “u”nun aslında “ı” sesi olduğunu, “m” sesinin yuvarlaklaştırıcı özelliği sayesinde “ı” sesinin “u” sesine dönüştüğünü anlatıp duracağız yoksa.
Bu laf kalabalığıyla meseleyi hallettiğimizi sanarız ama aslında hiçbir şeyi halletmemişizdir.

Çünkü birisi çıkıp da “kaygı” kelimesinin “kadgu”, “iyi” kelimesinin aslında “eygü”, “kayık” kelimesinin aslında “kayguk”, “kazık” kelimesinin “kazguk”, “kadın” kelimesinin ise aslında “hatun” kelimesinden geldiğini söylediğinde ağzımız açık kalıverecektir.
Bu örnekler hayretlerle şunu anlamamıza vesile olacaktır ki, geçmişte Türkçe kelimelerde ikinci hecedeki “u” sesi, “ı” sesi kadar belki ondan daha yaygın kullanılmıştır.

O halde düz-geniş ünlülerden sonra “u” sesinin gelmesi Türkçe’nin çok açık ve asli bir özelliğidir. Bu gerçeğe rağmen hala daha, bu gerçeği yok sayan komik savunmalara girişmek biz dilcilere hiç yakışmıyor.
Küçük Ünlü Uyumu Kuralına uymayan kelimelerin Büyük Ünlü Uyumu Kuralına uyabileceğini söyleyip, Büyük Ünlü Uyumu Kuralına uymayan kelimelerin Küçük Ünlü Uyumu Kuralına uyamayacağını söylemek de başka bir garâbet örneği.

Hâlbuki K.Ü.U.K’nda ünlülerin kalınlık ve inceliklerine dâir herhangi bir vurgu yoktur. Bu kuraldaki vurgu, ünlülerin düz, geniş, dar ve yuvarlak olmalarına yöneliktir.

Yani bu kurala göre “anne” kelimesi K.Ü.U.K’na mükemmel bir âhenkle uymaktadır. Buradaki “e” ünlüsünün ince olması K.Ü.U.K’nın değil, B.Ü.U.K’nın yokluğunu gösterir.

Kuralların çelişmezliği ilkesi gibi bir ilke ise bu noktada geçersizdir. Çünkü “horoz”, “vapur”, “kupon” vb. kelimeler K.Ü.U.K’na uymadıkları halde B.Ü.U.K’ına uyar kabul edilirler. Bu durumda kuralların çelişmemesi gerektiğinden kimse bahsetmez.

Kısaca bendenize göre, “elâlem”, “gitar”, “kalem”, “îlân”, “âdem” kelimeleri B.Ü.U.K’na uymasalar da K.Ü.U.K’na uyarlar. Çünkü kalınlık ve incelik uyumu K.Ü.U.K’nın bir olmazsa olmaz şartı değildir.

Siyâsilerimiz yeni anayasayı oluştururken bu mevzûya da bir el atsınlar diye bahsetmiyorum elbette bu konudan. Bu konu siyâsi iktidârı değil, dilci iktidârı ilgilendiriyor öncelikle.

Ama elbette millî eğitimin müfredâtı da oldukça belirleyici. Çünkü TEOG sınavları gibi genel sınavlardaki sorular hep bu müfredâta göre hazırlanıyor.

Böylece bu öğrenilmiş yanlışlık; hem dikey, hem de yatay bir şekilde artarak, genişleyerek devam ediyor.
Bu yanlışlıklar arttıkça, dilimizde “yumuşak ge” diye bir ses olmadığını açıklamakta bile zorlanıyoruz. Çünkü bize böyle öğretildiyse doğrusu da budur, önermesine sığınıyoruz hemen.

“Yumuşak ge” dediğimiz -öndamakünsüzü- “g” sesinden kopamıyoruz bir türlü. İşte bu yüzden -artdamakünsüzü- “ğ” sesinin gündelik konuşmalarımızdan kayboluşunu da bir türlü engelleyemiyoruz. Çünkü biz “ğ”yi değil, g sesini telaffuzettik “ğ” sesinden bahsederken bile!
Demem o ki, siyâsi alanda bir iktidarın varlığından bahsedebileceğimiz gibi dil alanında da bir üst iktidarın varlığından bahsedebiliriz.

Ve bugün önümüzde duran gramer kuralları, baskıcı ve otoriter iktidar dönemlerinin izlerini taşıyan bir katılığa sahipler maalesef!
Sürekli değiştirilen yazımkurallarının o buyurucu ve normatif dilini hatırlarsanız, insanların sadece yönelimlerine ya da emeklerine değil; düşüncelerine de tahakküm etmeyi amaçlayan bir Big Brother iktidârından bahsettiğimizi anlarsınız.

Çağımızın iktidar anlayışı çoğulculuk, özgürlük gibi kavramları gerektirdiği halde, gramer kurallarının bu anlayıştan uzak, oldukça geçmişte kalan bir monarşik epistemenin diliyle öğretilmesi kadar, karşılıklı iletişim halindeki özneler çağında olmamıza rağmen, doğallığından koparılıp yapaylaştırılmış yani fâilleştirilmiş kuralların nesneleri haline gelmekliğimiz de oldukça düşündürücüdür.

Şuûr, irâde ve hayat sahibi olan insandır; o halde dil, şuûr ve hayatın eseridir. O halde dilin kuralları, şuûr, irâde ve hayat sahibi olan insan fâili tarafından oluşturulmuştur. O halde dilin kuralları, şuûr, irâde ve hayat sahibi insana bağlıdır.

Şuûr, irâde ve hayat sahibi insanın kendi pişirdiği helvayı ilâhlaştırıp tapmasına çokça şahit olmuşuzdur ki, bu yüzden, sürekli değişmekte olan dil kurallarının dondurulup fâil hâle getirilmesinin de böyle bir mutlak iktidar alanı oluşturduğunu hemen anlarız.

Yani özetle dediğimiz şudur. Dil, gramer kurallarına göre değil, gramer kuralları yaşayan dile göre hazırlanmalıdır. Ve bu sözümüz sadece Türkçemiz için değil, bütün dünya dilleri için geçerlidir.

Gramer kitaplarına hâkimolan bu baskıcı iktidar dili, monarşilerin, diktatörlüklerin, darbe dönemlerinin mîrâsıdır ve bu baskıcı dilin amacı istendik, yapay düşünceler oluşturmaktır.

Çünkü Tanrısal iktidar boşluk kabul etmez ve Tanrısal iktidara öykünen bütün mutlak iktidar anlayışları da boşluk kabul etmeksizin, düşünceler dâhil bütün alanlara nüfûzetmek isterler.

Mûsâ’nın Firavunla mücâdelesi de aslında bu, kendini Rabb, hevasını ilâh kabul eden iktidar alanına karşı yapılan bir mücâdeledir.
İşte bugün dar-yuvarlak ünlü olan “u, ü” ünlülerinin mücâdelesi de böyle kutlu bir mücâdeledir. Bu ünlüler, düz-geniş ünlülerden sonra gelebildiklerini binlerce yıldır haykırmaktadırlar ama gramer kitaplarına hâkimolan baskıcı dil onları yok saymaktadır.

Kural, fiili duruma göre kurgulanmamış aksine fiili durum kurala uydurulmaya çalışılmıştır. Aynen darbe döneminin baskıcı anayasalarına uymaya çalışmak için bin bir takla atışımız gibi…

Ve bugün biz, bu özgürlük manifestomuzla gramer kurallarının buyurucu baskılarına karşı direniş bayrağımızı gururla yükseltiyoruz.

Bundan sonra, kuralı dilleştirmeyecek aksine yaşayan dili kurallaştıracağız. Ve bunun ilk örneklerini bugün aşağıdaki maddelerle veriyoruz:

1-     Tanımları dilin doğasından almalıyız. Mesela dilin doğası, dilbilgisi kitaplarının aksine Küçük Ünlü Uyumu Kuralının tanımını bize şöyle veriyor:

“Türkçe bir kelimede düz ünlüden sonra düz (a, e, ı, i), düz-geniş ünlüden sonra dar-yuvarlak (u,ü), yuvarlak ünlüden sonra yuvarlak dar (u, ü) veya düz geniş (a, e) ünlüler bulunur.”

2-     Büyük Ünlü Uyumu Kuralına uymayan kelimeler tanımdaki ünlü uyumunu sağladıklarına göre Küçük Ünlü Uyumu Kuralına uyarlar:

“kitap, kalem, misvak, adet, aziz, âlem…”

3-     Küçük ve Büyük Ünlü Uyumu Kuralları dili oluşturan seslerin doğasına göre şekillenen fizîkî kurallardır ve bu kurallara sadece Türkçe kökenli kelimeler uyacak diye bir önyargı kabul edilemez:

“Kedi, madalya, okul, baraka, ümit, şiir, ödül…”

4-     Yaşayan Türkçemizde uzun ünlüler vardır. Fiîlî olarak var olan bu ünlüleri inkâr etmek dilsel bir faşizm örneğidir. Bu ünlüleri inkâr eden bütün kurumsal çabalar baskıcı dönemlerin kalıntısıdır ve hemen terkedilmelidir. Dil neyse o şekilde kabuledilmeli, dil mühendisliğine soyunulmamalıdır. Bu arada uzun ve incelmiş ünlüler düzeltme işaretiyle gösterilmelidir:

*“â, î, û” ünlüleri gibi ünlüler de Türkçemizin yaşayan unsurlarıdır ve bu ünlülerin inkârından biz artık vaz geçiyoruz.

*“Kâğıt, âlem, millî, resmî, mâcerâ, bâdem, kâr, lâle, âdet, Lâdik, selâm…” örnekleri dilin doğasında yaşayıp durmaktadır.

5-     Dilin gerçekliğinde “yumuşak g” sesi diye bir ünsüz yoktur. Çünkü biz Oğlak kelimesini; O-yumuşakg-lan şeklinde telaffuz etmeyiz. O yüzden bu harfe “yumuşak g” denmesinden vaz geçilmelidir. Diğer ünlü ve ünsüzler gibi bu ünsüz de gerçek telaffuzuyla anılmalıdır.

6-     Bütün birleşik kelimeler hiçbir ayrım gözetilmeksizin adı üstünde “birleşik” yazılacaktır. Bu kelimeler madem birleşik söyleniyorlar o halde elbette birleşik yazılacaklar. Çünkü dilin doğası bunu söylemektedir. Bu genel kural bizi kafa karışıklığından da kurtaracaktır.

“Dolmakalem, aslanağzı, teşekküretmek, ateşbalığı, ağustosböceği, çörekotu, havaküre, Kutupyıldızı, yüzükparmağı, alçıtaşı, toplumbilimi…”

*Bunların dışında kalan yani kaynaşmadıkları için birleşik kelime özelliği taşımayan isim ve sıfat tamlamaları ise ayrı yazılır.

7-      Türkçe dilbilgisi kitaplarında geçen –e yazmak (yaklaşma) fiili genel olarak standart Türkiye Türkçesinde kullanılmayan bir fiildir. Bu fiil yöresel bir kullanımdan alınmış ve bilinçli bir şekilde yaygınlaştırılmak istenmiş, ancak bunda başarılı olunamamıştır. Bu sebeple ya bu yaklaşma fiili dilin doğasına dönülerek dil kitaplarından çıkarılmalı ya da Türkiye’de bulunan bütün yerel kullanımlar dilbilgisi kitaplarına sokulmalıdır.

8-     Türkçemizde oluşan yeni zaman kipleri de Türkçe dilbilgisi kitaplarına girmelidir. Mesela –mekte, -makta ekleri eklendikleri fiillere açık bir şekilde “sürekli şimdiki zaman” anlamı katmaktadır ama dilbilgisi kitaplarında “sürekli şimdiki zaman” bahsi bulunmamaktadır.

9-     Yabancılara yönelik Türkçe öğretiminde Türkçe öğrenimini zorlaştıran katı tutumlar terk edilmelidir. Türkçemizdeki ünlü ve ünsüz uyumları nedeniyle oluşan eklerin tamamını öğretmek yerine, o eklerin kalıplarını öğrettiğimizde dilimizin öğrenimi de kolaylaşacaktır. Örneğin, “görülen geçmiş zaman ekleri” olan “–di, -dı, -du, -dü, -ti, -tı, -tu, -tü” eklerinin tamamını öğretmek yerine bir tek “-di” kalıbını öğretir ve bu kalıpla kelime kurmalarını sağlarız. Zaten dilin doğası gereği, zamanı gelince –ti, -tu gibi ek türevlerini onlar kendileri keşfedip oluşturacaklardır.

“Oku-di, gel-di, yaz-di, bak-di, kaç-di, gör-di…”

10-      Kurumsal erkler yazım ve imlâ kurallarına keyfi bir şekilde müdâhale etmeyi artık bırakmalıdır. Yazım ve imlâ kuralları “de” bağlacı örneğinde olduğu gibi dilin doğasına en uygun hâlde bırakılmalıdır. Örneğin, uzun ünlülerin gösterilip gösterilmeyeceğine dilsel iktidarlar değil, dilin kendi doğası karar vermelidir. Kısacası dilde var olan her özellik olabildiğince gösterilmeli, olmayan hiçbir özellik ise gösterilmemelidir.

11-     Yeni kelime türetme çalışmalarında “Öztürkçecilik” kaygısıyla değil, yaşayan ve kullanılan dilin doğasına uygunluk kaygısıyla hareket edilmelidir. Kelime türetiminde, halkın hoşuna gitmesi şartıyla, farklı kökenlerden dilimize girmiş bütün kelimeler kullanılabilir. Çünkü o kelimeler de Türkçedir artık. Yaşayan dilin yapısını ve mevcut sistemini değiştirmeye yönelik her türlü tahakkümcü tasarruftan kaçınılmalı, dilin mevcut mûsikîsini ve ses dokusunu zenginleştirecek kelime yapıları oluşturulmalıdır. Bu noktada, o yeni kavrama karşılık olarak halkın aklına gelen ve dudaklarından dökülen ilk kullanım bizim için yol göstericidir ve o doğal türetim, dilin doğasına en uygun türetimdir.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın dilbilim kümesinde bulunan diğer yazıları...
Eston Dili ve Türkçe
Fince Türkçe Benzerliği
İbranice - Hintçe Kardeşliği
Türkçe'nin Şifresi - Türkçe'nin Üstünlüğü - 2
Adem ve Havva Dili
Esperanto ve Türkçe
Türkçe'mizin Ermenice'ye Etkileri
Türkçe'nin Şifresi - Türkçe'nin Üstünlüğü - 1
Türkçe'nin Yitik Kardeşi; Kızılderilice!
Sümer'e Farklı Bir Bakış

Yazarın bilimsel ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Atomda Dna Var mı?
Tebbet Suresindeki Mucizeler
Çoklu Hücre Modeli
İslam Bilim Müzesi
Nasreddin Hoca Yazar Oldu
Hangi Tanrı?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sen Var Ya Sen! [Şiir]
Çakkıdı Çakkıdı [Şiir]
Bâlibilen Dilinde Şiir [Şiir]
Üç Boyutlu Şiir [Şiir]
Miraciye [Şiir]
Sağanak Sen Yağıyor [Şiir]
Bülbüller Şehri İstanbul [Şiir]
Türkçe Hamile Beyanlara [Şiir]
Burası Sessiz Biraz [Şiir]
New Orleans'lı Siyahi Kirpiklerin [Şiir]


Oğuz Düzgün kimdir?

Yazar edebiyatın her alanında çalışmalar yapıyor.

Etkilendiği Yazarlar:
Bütün yazarlardan az çok etkilendi. Zaten insanoğlunun özelliği değil midir iletişimde bulunduğu varlıklardan etkilenmek?


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.