Şiir, seçmek ve gizlemek sanatıdır. -Chateaubriand |
|
||||||||||
|
Yine Lefkoşa yolundayım. Ve yine arabam doğruca Yalkın’ın Yeri’ne gidiyor. Burası her sabah buluşup kahve içtiğimiz yer idi. Burayı tercih etmemizin tek nedeni ise buranın sahibi olan Yalkın idi. Çünkü Yalkın, çok esprili, çok şakacı, içten ve samimi biriydi. Oraya gelen herkese takılır, laflar atardı. Kimse ona kızmazdı. Bırakın kızmayı sırf onu konuşturmak için ilişirlerdi. Bazen de basardı küfrü. Ama o küfür ettikçe oradakiler sanki bundan gıda alırlarmış gibi zevk alırlardı. Kahkahalar havada uçuşur stres attıktan sonra giderlerdi. Yalkın’ın elinde bir düdük olurdu. Bunu, yanından hiç ayırmazdı. Yoldan geçen her araca bu düdüğü çıkarır ve gidene kadar çalardı. Araçta kim olursa olsun onun için fark etmezdi. Kendisi “Buradan geçerken, buraya uğramayan, selam vermeyen, bakmayan bu düdüğü yer” derdi. Daha ziyade eski bürokratlardan, emekliye ayrılmış memur kesiminden, yakınlarda çalışan kişilerden gelen olurdu buraya. Özellikle polis memurlarının birçoğu buraya kahve içmeye gelirdi. Ve Yalkın bunların hepsini tanıyor ve hepsine de ilişiyordu. İlişmediği yoktu ki… Yalkın’ı Yalkın yapan işte bu özelliği idi. Yalkın, damga pulu da satardı. Devlet Dairelerinde işi olanlar gelir buradan damga pulu alırdı. Onlar dahi alışmıştı Yalkın’a… Sövmelerine, şakalarına ve özellikle yola çıkıp oradan geçen arabalara düdük çalmasına… Bir sabah açmadı dükkânı. Kapının önünde bekledik. Öksüz çocuklar gibi olduk. Sanki kimsesiz kalmıştık. Yalkın’ın dükkanı açmaması için çok önemli bir durum olması gerekirdi. Oradakilerden biri “Be ölmesin bu adam?” demişti. Gülüşmüştük. “O domuza bir şey olmaz. 9 canlıdır. Bizi öldürür, ona yine bir şey olmaz.” diyen vardı. İş sonradan anlaşıldı. Yalkın, kalbi sıkıştığı için hastaneye kaldırılmış ve anjiyo olmuştu. Kalp damarlarında tıkanıklık olduğundan dolayı ameliyat olacakmış. Dolayısıyla hastaneye alınmıştı. Uzun süre oğlu açtı dükkânı. Biz, yine her sabah oradaydık. Ama onsuz da pek tadı olmuyordu doğrusu. Sohbet kuru kalıyordu. Küfür eden olmuyordu. Sataşan olmuyordu. Konuşurken laf arasına giren olmuyordu. O, illaki araya girer, konuşmayı istediği gibi yönlendirirdi. Karşı gelenlere de basardı küfrü… Kimse alınmaz, kimse küsmezdi. Çünkü küfür etmek onun adeta en büyük özelliği idi. Zaten oraya gelenler de onun küfürleri için geliyordu. “Be, ne yapar acaba şimdi hastanede?”, “Sen de soran ha, elinde düdük doktorlara küfür ediyordur. Geçen hemşirelere düdük çalıyordur” Bir gün su içtim. Bardağı masaya bıraktım. Arkadaşlardan biri, bardağı ters çevirdi. Anlayamamıştım. Biraz sonra Yalkın gelmiş ve bardağı ters görünce bana da küfür etmişti. Oysa o güne kadar bana hiç küfür etmezdi. “Kaşındın be sen da. İsten söveyim sana da” demişti. Meğer bardağı ters çevirmek ona küfür etmek demekmiş. O da bunu görünce boş durur mu? Hemen karşılığını verir tabii… Birkaç ay Yalkın’sız kaldık. Ama onun yokluğunda o yine hep aramızdaydı. Çünkü geçmişte yaptıklarını, küfürlerini ve komik olaylarını anlatıp gülüyorduk. Bir gün sabah hanımı ile geliverdi. Oysa daha tam iyileşmemişti. Dinlenmesi gerekiyordu. Arkadaşlardan biri “Ne geldin be sen? Git evde dinlen.” demişti. “Ne dinlenmesi be, patlaycam evde” Başka biri “Ölecen be sen” dediğinde cevabı hemen yapıştırıverdi. “Merak etme da sana sövmeden ölmem. Sırf buraya size sövmek için geldim. Sövüp hemen gideceğim” Gerçekten de o gün herkese sövdü. Yine cebinden düdüğünü çıkarıp geçen araçlara çaldı. Sonra da yorulunca eşiyle eve gitmek üzere ayrıldı. Sevinmiştik onu orada görünce. Sağlığına kavuşuyordu. “Yırttı” dedi birisi. “Ben size demedim 9 canlıdır. Bizi öldürür ona bir şey olmaz” Şimdi sağlığı çok iyiydi Yalkın’ın.Onu yine görmek, küfürlerini işitmek mutlu etmişti beni. İlaç gibi gelmişti. Eskisinden daha çok ilişiyordu gelenlere. Arkadaşlar da “ Eee artık diline vurdu” diyordu. Yarım saatlik bir sohbetten sonra ayrıldım oradan. Ama Yalkın’ı gerçekten çok özlemiştim. Gerçek bir dosttu. Yalan, dolan, riya hiç yoktu onda. Özü sözü birdi. Neyse oydu. Gerçek bir halk adamıydı. Öyle esnafları seviyoruz. Özlüyoruz… Emniyet Müdürlüğünün oradan geçerken bir düdük çalan adam görürseniz, bilin ki o Dünyanın en tatlı insanı Yalkın’dır. Aracınızı kenara çekip 5 dakika için kahve içmeye gidebilirsiniz yanına. Hem Lefkoşa’nın en güzel kahvesini içmiş olacaksınız, hem de hiç unutamayacağınız bir 5 dakika yaşayacaksınız…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |