Yaşamdan korkmayın çocuklar. İyi, doğru bir şey yaptınız mı yaşam öyle güzel ki. - Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Kazan’da artık son birkaç günüm. Buraya iyice alıştım. Hiç yabancılık çekmiyorum. Hatta bazı sözcükler öğrendim. Mesela teşekkür etmek için “Rahmat” diyorlar. Bu sözcük, bize, pek yabancı değil. Küçükken iyi bir şey yaptığımda “Babana rahmet” diye çok kez duymuştum büyüklerimizden. Yine “Yok” kelimesi aynı anlamda, aynı seslerle kullanılıyor burada. “Çay” da burada çay olarak söyleniyor. Buna benzer birçok kelime neredeyse aynı… Geldiğim andan itibaren bana bir tercüman verildi: Elvira. 25 yaşında, sarı saçlı, mavi gözlü, yüzü yer yer çil olan, güler yüze sahip, ince ve tatlı bir sesi olan, duygusal ve güzel bir kız. Ruslara çok benziyor ama Rus değil. Tatar kızı. Elvira, neredeyse, her anımda yanımda. Beni bıkmadan takip ediyor. Sanki benim gölgem. Ben, neredeysem o da orada. Geç saatlere kadar bırakmıyor beni. Çünkü öyle talimat almış. İşinde hiç kusur yapmıyor Elvira. Boş zamanlarımda da yanımda oluyor. Bazen beni gezdiriyor. Görülmesi gereken yerlere götürüyor. Kazan Üniversitesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş. Türkçeyi burada öğrenmiş. Güzel konuşuyor. Arada takıldığı da olmuyor değil. Ondan en çok duyduğum söz “Sizde nasıl derlerdi? Nasıl desem?” Ben de “Tercüman sensin.” deyince başlıyor gülmeye. “Özür dilerim” sözü hiç düşmüyor ağzından. Tatlı, sempatik bir hali var. Doğrusu alışıyorum ona. Bu kadar alışmadan sonra ayrılmak zor olacak ondan diye düşünüyorum… Elvira ile eğitimlere, seminerlere ve tiyatrolara gidiyoruz. Konuşulan her şeyi tercüme ediyor. Eğilip başlıyor konuşmaya. Sol tarafımdan konuştuğu zamanlar duymuyorum. Çünkü bu kulağımda yüzde yetmiş oranında ses işitme kaybı var. Tabii bunu O, bilmiyor. Sağ kulağımla idare ediyorum hep. Bazen de öyle kısık sesle konuşuyor ki bu sefer ben, Elvira’nın ağzına girmeye çalışıyorum. “Duymuyorum” deyince başlıyor gülmeye… Elvira izlediğimiz oyunları da bana tercüme ediyor. Aslında burada cihazlar var. Buradakiler için tercüme sorun değil. Rusçadan başka bir dil olursa tercüme ediliyor. Ama Rusçaya çevrildiği için ben, yine anlamıyorum. Bazen de İngilizce tercüme ediliyor ama her oyunda değil. Benim ilgimi çeken şey şu: Oyundan önce 100 Ruble veriyorsunuz ve size bir kulaklık veriyorlar. Siz de tercümeyi dinleyebiliyorsunuz. Oyundan sonra kulaklığı iade edip paranızı geri alıyorsunuz. Herkes bu sisteme alışmış. Seri bir şekilde alıp- veriyorlar… İlk izlediğimiz oyun Saka Akademi Tiyatrosu’nun Sahnelediği, Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un bir oyunuydu. Oyunun adını Gagavuz dostum Mihail Konstanivov “ Beni İsteyen Güzel Deniz Kıyısı” olarak tercüme etti. Oyunu izlediğimde hikaye, hiç de yabancı gelmedi bana. Aytmatov’un “Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek” adlı öyküsünün oyuna uyarlanmış şeklinden başka bir şey değildi. Öyküde denize ilk defa çıkacak olan bir çocuk vardır. Babası, amcası ve köyün en iyi avcısı ile denize çıkarlar. Açıldıklarında sise yakalanırlar. Sis, günlerce sürer. Susuzluk başlar. Herkes yavaş yavaş gemiyi terk eder ve ölür. Sadece çocuk kalır… İşte bu öykünün oyunlaştırılmış şekliydi izlediğmiz… Oyun, bana göre büyük bir başarıyla sahnelendi. Görsel bir sunum yapıldı adeta. Efektler ve deniz dekoru farklıydı. Işıklarla ve bezlerle dile getirdiler bunu. Ortaya bir gemi konulmuş ve iplerle havaya asılmıştı. Alttan çekilen iplerle gemi hareket ettiriliyordu. Sahnenin arkasındaki ve önündeki perdeler de ters orantıyla aşağı yukarı çekilerek dalga görüntüsü oluşturuldu. Tabii mavi ışıkların görevini burada belirtmek gerek. Özellikle ölüm anlarını yönetmen mükemmel bir ışıkla vermiş. Tam ortaya konan kırmızı ışık, gemiyi terk eden oyuncunun atlaması anında tüm ışıkların sönüp hemen ardından kırmızının yanması ve oyuncunun yerden kalkıp ellerini açarak bu ışığa yürümesi çok güzeldi doğrusu. Yine geminin ön tarafının seyircilerden tarafa doğru havaya kaldırılması, oyuncuların kürek çekerken bağırmaları ve şarkı söylemeleri çok ilgi çekiciydi. Son bölümde çocuğun, babasının ve amcasının öldükten sonra arkalarından bağırması kanlarımızı dondurdu. Eminim salonu dolduran herkesin gözü benim gibi dolmuştur. Saka Yakutiye Akademik Tiyatrosu’nun hazırladığı bize göre çok farklı olan başka bir oyun izledik. Ologho Tiyatrosu. İki kız kardeşin başından geçen olayı anlatan oyun sözlerden ziyade hareketler ve şarkılarla verildi. Söz hemen hemen hiç yoktu. Kendilerine özel şarkı biçimi tercih edildi. Ellerinde uzun kamışları aksesuar olarak kullandılar. Oyun, ilginçti. Sıkılmadan ilgiyle izledik. Ve Tatar Tiyatrosu’nun oyunu var sırada. Norveçli Yazar Jon Fosse’nin bir eseri olan “Bir Yaz Günü” adlı oyunu izledik. Oyun Tatar diliyle oynandı. Zaten Kazan’da Ya Rusça ya da Tatar diliyle oynanıyor oyunlar. Tatarlar kendi dillerini unutturmamak için özellikle Tatar dilini kullanıyorlar. Oyuna kendinizi dikkatlice verdiğinizde birçok kelimeyi anlıyorsunuz. Çünkü bizden olan, bize hiç yabancı gelmeyen, günlük olarak kullandığımız o kadar ortak kelime var ki… Tiyatro kültürü sayesinde, uzak olan ama bize hiç yabancı olmayan bu dili, bu oyunu zevkle izledik…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |