Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides |
|
||||||||||
|
Hakan YOZCU NKL'den Sınıf Arkadaşlarımızla Bir Araya Geldik Facenin gücü bir kez daha etkisini gösterdi bende. Dün hem çocukluk, hem sınıf, hem de asker arkadaşım Ogün Kılıç ile sohbet ediyoruz. "Yarın akşam geliyor musun?" dedi. Nereye? dedim. "Yemeğe" dedi. Ne yemeği dedim. "Tüm sınıf arkadaşları bir araya geliyoruz" dedi. Şaşırmıştım. Çünkü böyle bir şeyden hiç haberim yoktu. Daha önceden düşünülmüş planımız da var. Önceden haberim olsaydı mutlaka giderdim. Bir hal çaresine bakmalıydım. Gitmeyi de o kadar çok istedim ki anlatmaya kelimeler yetmez. Ertesi gün, yine sınıf arkadaşlarımızdan Hülya Tanyeli'ye facede rastladım. Uzun yıllar olmuştu görüşmeyeli. Belki de beni hatırlamaz bile diye düşünüyordum. Mesaj attım. "Hülya Hanım merhaba " deyince ufak yollu sitemini hemen yolladı. "Hanım mı? Biz arkadaşız Hakan, sınıf arkadaşıyız. Hanım da nereden çıktı?" işte şimdi gerçekten mahcup olmuştum. Çünkü temkinli davranmak istemiştim. Ne de olsa uzun yıllar geçmişti aradan. Bırakın unutmayı, O hemen "Hakan" diye hitap etmişti bana. "Bu akşam geliyorsun değil mi" diye sorunca tam net bir cevap veremedim. "Haberim yoktu" dedim. "İşte şimdi var. Akşam mutlaka gel" dedi. Artık bahane kabul etmezdi bu davet. Gitmek elzem olmuştu. Biraz sonra da yine Facede Ferda'ya rastladım. Hemen mesaj attım. 'Sizlere rastlamak ne kadar güzel" O da cevap olarak "akşam yemekte görüşürüz" dedi. Artık hiç kaçar yanı kalmamıştı. Ne olursa olsun bu yemeğe gidecektim. Ve bütün planları iptal edecektim. Eşimi aradım hemen telefonla. "Bırak planı" dedi. "Hemen ertele. Otuz yılda bir ilk oluyor. Kaçıracak mısın?" dedi. Gerçekten de otuz yıldan beri bir ilkti bu. Kaçıramazdım. Tekrar Ogün'ü aradım Geliyorum dedim. "İşte bu güzel. Sohbetin belini kırarız" dedi. "Ahmet Acaroğlu'nu ara. Organizeyi o yapıyor" dedi. Numarayı aldım. Hemen aradım. Telefonun öbür ucundaki ses, tam otuz yıl öncesi bir dosta aitti. NKL'de uzun yıllar aynı sınıfı paylaştığımız, çalışkanlığı ve üretkenliği ile hep taktir ettiğim, aynı tiyatroda rolleri paylaştığımız Ahmet Acaroğlu idi bu. Ahmet "Aslında büyük bir şey düşünmemiştik. Ama facede gören diğer arkadaşlar da gelmek isteyince iş büyüdü." dedi. "İskele'de Osman Ağa Kültür Evi Restaurant'ta olacağız. Bekliyoruz" Artık sabırsızlıkla o anı beklemeye başladım. O, bir kaç saat sanki asırlar gibi gelmiş, geçmek nedir bilmemişti. Akşam üzeri saat 19.00'da yola koyuldum. Yaklaşık yarım saat sonra İskele'ye vardım. Mekan İskele Polis Müdürlüğü'nün hemen arkasındaydı. Buraya ilk defa geliyordum. Mekan olarak çok güzel bir yerdi. Buram buram Kıbrıs Havası esiyordu. Dış kısım tam Kıbrıs motifleri ile süslenmiş ve otantik Kıbrıs havası verilmişti. Doğrusu muhteşem bir manzara ile karşılaştım. Kapıda da çok tanıdık, çok sevecen, güleryüzlü içten bir dost karşıladı. Emine Sütçü'den başkası değildi bu. Şaşırmıştım onu görünce. Hemen yanıma gelip içtenlikle karşıladı beni. "Hoş geldin hocam" dedi. Meğer mekan, oğluna aitmiş. Kendisi de oğluna yardımcı oluyor. Yanlarında da sınıf arkadaşım Öner Canbulat var. Öner, beni görünce her zamanki o güleç yüzüyle "Oooo Hakan, hoş geldin" diye içten bir selamla karşılıyor beni. Sarılıp tokalaşıyoruz Öner ile. Ve hemen beraberce içeri geçiyoruz. İçerde özel masalar, ayrılmış, sahiplerinin gelmesini bekliyorlar. İlk gelenler de sandalyelere oturmuşlar ve derin bir sohbete başlamışlardı. Bunlar, Ogün Kılıç, Ahmet Acaroğlu, Turan Türkdoğan, Hülya Tanyeli,Hürkan Harutoğlu, soyadını hatırlayamadığım ve fakat kendisini çok iyi tanıdığım Hasan (Hakansoy)oturuyordu. Öner'le geçip teker teker bu arkadaşlarla tokalaşıyoruz. Başlıyoruz sohbete. Hülya Tanyeli hala, o yıllardaki gibi, zarif, kibar ve güzel. Hiç unutamadığım ve asla da unutmayacağım bir sınıf arkadaşım. "Hakan, ben Hülya Hanım" diye taşını atıyor. Sarılıp tokalaşıyoruz. Sonrası diğer arkadaşlar gelene kadar derin bir sohbet başlıyor aramızda. Ve diğer arkadaşlar da yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Fen ve Edebiyat sınıflarından arkadaşlar var. Benim şansım, bu, her iki sınıfta da okumuş olmam. Ortaokuldan lise birinci sınıfa kadar, fen grubunun sınıfında, lise ikiden sonra da edebiyat grubunun sınıfında okudum. Dolayısıyla burada bulunan herkesle sınıf arkadaşlığını paylaşıyorum. Hürkan Harutoğlu, Hülya Tanyeli, Ahmet Acaroğlu ve Tijen Derya sınıfta en başarılı kişiler arasındaydı. Ben sınav zamanları mutlaka bunların yanında olur, tartışmalarını dinlerdim. "Şu soru çıkabilir. Cevabı böyle olacak" gibi kendi aralarında konuşurlardı. Ve, yüzde doksan bu sorular da çıkardı sınavda. Ben de aklımda kalanları cevap olarak yazar ve o dersten geçerdim. Biraz sonra, Emine Sezerel, Özcan Boztuna, Çimen Yücetan, Cemile Ersoy, Pembe Öztenay, soyadını hatırlayamadığım Selen geliyor. Hepsi de çok şık ve çok zarif girdiler içeri. Emine Sezer ile dostluğumuz lise yıllarına dayanır. Tam bir tiyatro sevdalısı. Lise döneminde üç yıl aynı sahneyi paylaştık. Karpas'ın Pamuklu Köyünden gelirdi çalışmalara. Vefakar biri. Zorluklara katlanan, hiç bir şeyi yüksünmeyen bir arkadaştı. Onunla lise döneminden sonra ilk öğretmenliğime atandığımda Mehmetçik Ortaokulu'nda da beraber çalıştık. O da tarih öğretmeniydi. Ama okulun hiç bir sosyal etkinliğinden geri kalmazdı. Beraber tiyatro alanında bir.ok başarılara imza attık. Sonra rüzgarın bizleri zamanla savurmasıyla ayrıldık. Hemen arkalarından Tamer Saral ile Mustafa Öztürk giriyor salona. Tamer de sınıfın en sevilen simalarındandı. Herkesle iyi arkadaştı. Mustafa'nın lakabı Bızdık idi. Herkes onu böyle çağırırdı. Onunla bir ara, aynı sırayı paylaşmıştık. Uzun yıllar sonra ilk defa karşılaşıyoruz. Girince tanıyamadım. Siması çok yabancı geldi. Çünkü o zamanlar Mustafa çok küçük, zayıf, küçük bir kişiydi. Şimdi ise tam tersi, koskocaman, bayağı kilo almış bir kişi olmuş. Ama sesi hep aynı kalmış. Hiç değişmemiş. Seslenir seslenmez onun Mustafa olduğunu anladım. Karşıma oturdu. Onu, ben Türkiye'ye gitti ve oraya yerleşti olarak biliyordum. Bildiğim doğruydu. Fakat daha sonra dayanamayıp kesin dönüş yapmış. Karşılıklı olarak geçmişi büyük bir huşu içerisinde yad ettik. Hemen diğer arkadaşları konuştuk. Şemsi Cenk Altuğ'u yad ettik. Ve tabii ki kadim dostum, geçen sene kaybettiğimiz, kalbine yenik düşen, gülen yüzlü dostumuz Cem Kahyaoğlu'nu andık. Onun hatırasını kalbimizde yer ederek yaptıklarını anlattık. Abide Başman geldi. Ve Çimen Varol aldı sırayı. Artık gelenler arka arkaya doluyordu salona. Biraz sonra tüm masalar dolacaktı. Nafiye'yi görür görmez tanıdım. Edebiyat sınıfının unutulmaz simaları arasındaydı o. Bu arada benim gözüm uzun boylu birine gitti. Şöyle bir baktım. Tanır gibiyim bu simayı dedim. Baktım, baktım, hayır dedim tanımıyorum. Geçti arka masaya oturdu. Dönüp baktım. O da bana baktı. Merhaba dedim. o da bana bakıp "Ooo Hakan merhaba" deyince ses hemen kendini ele verdi. Ertaç'tan başkası değildi bu. Ertaç Cüneyt, aynı sınıfta okuduğumuz, Molyer'in Cimri piyesinde veya Hastalık Hastası da olabilir, beraber oynadığımız, hatta çalışma günlerinde evlerinde kaldığımız, aynı yemeği yediğimiz Ertaç'tan başkası değildi bu. Ertaç yıllarca polislik görevini yapmış, terfiler almış ve sonunda emekliye ayrılmıştı. Saçları biraz daha beyazlaşmıştı. Nasıl da tanıyamamıştım onu. Oysa en iyi yakın dostlarımdan biriydi. Demek ki yıllar böyle acımasız oluyordu. O da Edebiyat sınıfının en renkli, en konuşkan, en şakacı arkadaşlarından biriydi. Sonra, Rana Erozan geldi. Arkasından da Vural Coşar ile eşi Tijen geldi. İkisi de sınıfımızın sevilen kişilerindendi. Özellikle Vural, Çok şakacı, konuşkan ve müzisyen biriydi. Okulun bando ve orkestrasında yer alırdı. O geceye de sesi ve şarkılarıyla ayrı bir renk kattı. Ve Fikri Ataoğlu geldi. Fikri, Edebiyat sınıfının hareketli simasıydı. Şimdi ise meclisimizde bir vekil. Ve en son, en ağır arkadaşımız salona geldi: Teberrüken Uluçay. Sınıfın en aktif kişilerinden biriydi. Sevilen ve çok başarılı bir kişilikti. Şimdi ise bir siyaset adamı. ve şu anda meclisimizde kabinede bir bakan. Daha ismini sayamadığım bir çok arkadaşımız geceye katıldı. Her biri ayrı bir renk kattı geceye. Tabii ki gecenin anlam ve önemini belirten konuşmayı, organizeyi gerçekleştiren arkadaşımız Avukat Ahmet Acaroğlu yaptı. Acaroğlu "Böyle bir geceyi gerçekleştirmemizden dolayı çok mutluyum. Otuz yılda bu ilk oldu. Bir çok kişiye ulaşamadık. Duyanlar da faceden öğrendi. Gelen bütün arkadaşlarımıza teşekkür ederim. Bu gece burada bazı kaybettiğimiz hocalarımızı ve arkadaşlarımızı da yad etmek istiyorum. Şefkat Hocamızı ve Şerife Hocamızı özellikle saygıyla anmak istiyorum. Yine Levent arkadaşımızı saygıyla anmak istiyorum." dedi. Ardından Öner Canbulat konuştu. Öner de mutluluğunu dile getirerek, özellikle Levent'in gemi kaptanı olduktan sonra böyle bir toplantıyı gerçekleştirmeye çalıştığını, tüm arkadaşları bir araya getirmek istediğini söyledi. Levent, uzun süre Fen sınıfının sınıf kaptanlığını yapmıştı. O, her seçimde banko başkanlığa getirilirdi. Ama bunu yapamadan aramızdan ayrıldığını dile getirince hemen hemen hepimizi bir hüzün kapladı. Ve sonra yemekler yendi. Yemeğin arkasından müziğin büyülü etkisiyle orada bulunanlar kendinden geçti. Özellikle Vural'ın şarkıları ve daha sonra Rana ile Emine'nin seslendirdiği şarkılar gecenin ayrı tadı oldu ve sonra danslar yapıldı, eğlenildi. Pist, hiç boş kalmadı neredeyse. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar bu büyülü hava sürdü. Vaktin nasıl geçtiğini hiç birimiz anlamadık. Çünkü hepimiz sevginin, dostluğun, samimiyetin verdiği coşku ile sarhoş olmuş sevgi içinde kendimizden geçmiştik. Ben kendi adıma bu geceden büyük keyif aldım. Son ana kadar mutluluğu teneffüs ettim. Arkadaşları görmek, eski günleri konuşmak, nostalji yaşamak ne kadar güzeldi. Böyle güzel bir geceyi yaşatan arkadaşlarıma, özellikle Ahmet Acaroğlu'na, Ogün Kılıç'a ve bana gel diyerek cesaret veren Hülya Tanyeli'ne çok teşekkür ediyorum. Umarım bir sonraki toplantı daha geniş ve daha organize bir şekilde hayat bulur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |