"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
“İnsene kızım!”diyerek azarladı kızı. Ümmühan’ın umurunda değildi. Arabayı stop ettirdi, el frenini çekti, indi, dolaşıp, kızın ineceği kapıyı açtı, “Buyurunuz, hanım efendi!” dedi. Ümmühan, “Teşekkür ederim!” diyerek indi. Halil, yeniden şoför mahalline doğru hareketlendiği an, kız çevik bir hareketle önüne geçti. Vücutları birbirine temas ederek, burun buruna geldiler. Halil, “Ne o? Şimdi de veda öpücüğü mü isteyeceksin?” diye sordu. Ümmühan da, “Nereye?” diye sordu. Halil, “elbette ki, evime!” diye çıkışınca, kız elinden tuttu onu, çekiştirmeye başladı. Burada itişerek, komşulara rezil olmak istemiyordu Halil, “Bırak şu elimi yahu!” dedi. Ümmühan, “Olmaz! Bize gireceğiz. Sana yemek hazırlayacağım!” diyerek daha çok çekiştirmeye başladı. Komşu evlerden birisinde, tülün kenarından başını uzatan kadın, kızın çekiştirirken, oğlanın da direnirken ki komik hallerini görerek güldü. Gülen kadın, içerden kocasının sesi, “Neye gülüyorsun?” diye sorunca, “Ayşe hanımın kızıyla damadı…” dedi. (Halil’in Soylu ailesinin damadı olacağını bütün dünya biliyordu ama, Halil bir türlü öğrenememişti!) “…şimdi birbirlerini çekiştirirken düşürecekler!” Gerçekten de, Halil asılırken, asılırken, kız, onu birdenbire bırakıverince ‘laaap!’ diye kıçının üstüne düşüp oturmaz mı? Gülen kadın, kahkahalarla gülen kadın oldu. Ümmühan da kahkahalarla gülen sadist kız olmuştu… Halil, ağlasın mı, gülsün mü, bilemez halde, oturduğu yerde kala kaldı. “O kadar çok nefret ediyorum ki, senden! Bu nefretle değil evlenmek, seni sadece boğmak istiyorum!” diye bağırdı. Ümmühan, “Büyük aşklar, büyük nefretlerden doğarmış,” diyerek gülmeyi sürdürdü. * Ümmühan, ısıtmış olduğu çorbayı ve ‘salçalı yeşil fasulye’ yemeğini, yemek masasına götürdü. Halil’in önünde ki çorba kasesine kepçeyle çorba doldurdu. Halil, “Buzdolabında ki yemekleri ısıtıp önüme koyacağını söylememiştin bana! Yemek hazırlayacağım, demiştin…” dedi. Ümmühan, kendisi için de çorba doldururken, ona, “Laf olsun, torba dolsun!” diyerek cevap verdi. Halil, bu tekerlemeden hiçbir şey anlamadı. Ne demek istemişti şimdi bu cadı? “Yani fuzuli konuşuyorsun mu, demek istiyorsun bana?” diye sordu. Ümmühan, “Bilmiyorsun. Bu yemekleri de ben hazırlamıştım, yiyen olmadığı için, on gündür buzdolabında duruyorlardı…” diyerek kıkırdadı. Halil, çorbayla doldurduğu kaşığı bir an ağzının önünde tutarak tereddüt yaşadı, sonra şöyle bir tadarak ağzına değdirdi. Ayşe Hanım geldi mutfağa, gençlerin önündeki yemeklere baktı, “Kızım, niye yoğurt da koymadın?” diye sorarak, buzdolabından çıkarttığı yoğurttan birer tabak içinde önlerine koydu. Halil, elindeki çorba kaşığı ile yoğurttan alıp, onu yemeğe başladı. Ayşe Hanım, “Bu deli kız sabah giderken, Halil’i öğlen yemeğine getireceğim, yemek hazırlamayı ihmal etme, diye tembih edip, gitmişti. Ben de, senin, salçalı taze fasulye yemeğini sevdiğini bildiğim için…” Halil, kadının konuşurken, bir taraftan da üstündeki kıyafetlere takıldığını hissediyordu. Kadın, oğlunun kıyafetlerini tanımış olmalıydı. Ümmühan da fark etmişti annesinin bu takıntısını. “Anneciğim, Halil’in yazlık pantolon ile tişörtünü beğendin mi? “diye sordu. Ayşe Hanım, “yeni mi aldınız?” diye soruyla karşılık verdi. Halil, tam olanları anlatmak üzereydi ki, Ümmühan, “Hani sahil yolunda ki işportacı tezgahlarında ne alırsan üç lira, beş lira diye satış yapıyorlar ya? Oralardan, ben seçtim…” deyince, Kadın, “Daha şimdiden kurmuşlar mı o tezgahları? Demek, sezon başlamış bile. Ben, daha yazın geldiğinin farkında değilmişim…” diye mırıldandı. Halil, karşısında pişmiş kelle gibi sırıtmakta olan kıza sempatiyle baktı. Kafasının içinde, Sarımsaklı’daki çay bahçesindeyken kızın söylediği sözler yankılandı : “Sen de beni seversin, nasıl olsa!… Bak… bugün azıcık azıcık başladın bile!…” Galiba, daha bu ikinci görüşmelerinde bile bu kızı azıcık azıcık sevmeye başlamıştı… Çorbadan da yemeğe başladı. “Eline sağlık, Ayşe teyze! Çok lezzetli olmuş,” dedi. * Halil, kapıdan çıkarken, defalarca teşekkür etmişti. Sokağa çıktığında döndü, bir baktı eve doğru. Ümmühan, pencereye yapışmış, onun gidişini seyrediyor, bir yandan da işaretlerle bir şeyler anlatıyordu. Halil, onun işaretlerinin, işaret literatüründe (Ümmühan’a göre,‘anlatımbilim’de) “Yarın sabah erkenden tependeyim, haaa!…” demek olduğunu çok iyi anlıyordu. Arabasına binip çalıştırdıktan sonra, fark etti ki, o da gözlerini kızın baktığı pencereden alamıyordu. Hatta, arabayı hareket ettirdikten sonra da beş-on metre kadar, yola hiç bakmadığını, sürekli o pencereye baktığını fark edip birden irkildi. “İyi ki, bu arada önüme bir canlı çıkmadı,” diye düşünerek şükretti! Arabası ile hemen bir ev ötedeki kendi evlerinin önüne yanaştı, park edip indi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |