En tatlı sevinçler, en hiddetli kederler sevgidedir. -Pearl Bailey |
|
||||||||||
|
Taksi ana cadde boyunca giderek şehir dışına çıktığında, Fiko, yanında oturduğu şoföre, “Kaledeki çoban kız jandarmayı ayağa kaldırmış, eşgalimiz aranır olmuştur…” dedi. Şoför Şahap, “Yok be baba, yau…” diyerek güldü. “Hamido’nun çetesi peşinde jandarma. senin esaminin bile okunmaz…” “Öyle midir?” “Öyledir!” “Öyledir inşallah…” * Celal Kabaloğlu, atını dörtnala sürerek çiftlik avlusuna girdi. Sertçe durdurduğu attan indi. Hizmetçiler koşarak geldiler ve birisi atın yularından tutarken, diğeri atın üstüne bir battaniye örttü. Kahya Veysel koşturup gelerek, elinde taşıdığı telsiz telefonu uzatıp Celal beye verdi. “Avukat bey telefondadır, ağam..” “Üstümü başımı değiştirip banyo edeceğim. Banyoyu hazır ettir!” “Hazırdır beyim!” “Bir takım iç çamaşırı da bıraksınlar!” “Bırakıldı, beyim!” “Eyi!” Çiftlik evine doğru yürürken telefonla konuşmaya başladı. “He, Şamil Bey, buyur!” “… ” “Ne diyon sen, avukat! Bir yanlışlık olmasın?” “...” Aldığı haberin onu, şok ettiği görülmekteydi.. “Tamam! Senle sonra konuşacam! Tamam!.” Sinirden titremeye başlamıştı.. “Kahya!...” Kahya Veysel, gene telaşlı koşturup geldi. “Emriniz, beyim?” “Sıçırtma emrine! Fıko geldi mi, onu de!” “Gelmedi!” “Gelecek! Gelmese de, getireceksiniz o şerefsizi!... Ölü ya da diri, getireceksiniz!” “Bağışla beyim! Size bu öfkeyi yaşatacak ne etmiştir, Fıko ağam?...” “Ağam deme o köpeğe! Haysiyeti bir köpekten beterdir! Benim soyadımı taşıyan öyle bir köpeği yaşatmam!... Geberteceğim onu, geberteceğim!” “Emrederseniz, öldürürüz!” “Kendi ellerimle öldüreceğim! Kendi ellerimle! Ambara indirin gelince! Git, o herif gelince çağır beni! Hadi, durma!...” Kâhya Veysel geri dönüp uzaklaştı. * Kahya Veysel, sarı damalı taksinin çiftliğe girip, çiftlik evine doğru gitmeye başladığını görünce telaşlanarak yanındaki iki adamını peşinden koşturdu. “Koşun! Fıko, Celal ağanın yanına varmadan bura gelsin!...” İki adam koşturup, taksiyi çiftlik evinin önüne yanaşırken yakaladılar. Fiko, adamların telaşını merak ederek, “Ne var?” diye sordu. “Veysel ağam dedi, Veysel ağamın yanına varmadan ağamın yanına varmayacaksın!” “Nerde Veysel ağan?” “Odasında…” Şahap, olanlara bir anlam veremiyordu. “Celal ağanın yanına girmemen için bir sebep olsa gerek! Yoksa, Celal ağanın öz be öz yeğenini, bir işçinin ayağa çağırması olur mu?” “Herhal öyledir!” Fıko, az ilerde, avlu içinde Kahya Veysel’i gördü ve eve girmeden onun yanına kadar yürüdüler. Fiko, ona çıkışarak, “Ne zaman palazlandın da, bize hükmeder oldun, kahya?” diye söylendi. Kahya Veysel, kinayeli baktı, “Kes ulan, zevzekliği!” diye çıkıştı. Onu kolundan çekiştirerek ambara doğru yönlendirdi. “Celal ağamın emri, onu ambarda beklemendir. Yürü ambara!” Şahap, kâhyanın davranışı karşısında gözleri fal taşı gibi açılarak kâhyanın üzerine yürüdü. “Ulan haddini bilmez deyyus!...” Kâhya, Fıko’yu itip kakarken üzerine gelmekte olan Şahap’ı görünce belindeki silahını çekti. İki adamına, “Ambara götürün Fiko ağamızı!” diye emrederken, bir yandan da silahın ağzına mermi sürdü. İşçiler, direnmeye çalışan Fıko’yu ite çeke ambara doğru götürdüler. Kahya, silahı Şahap’a doğrulttu. Şahap donup kaldı. Kâhya Veysel onu itekleyerek taksiye doğru sürmeye başladı. “De, sen git yoluna! Senle bi’işimiz yoktur!” “Fıko’ya ettiğin nedir?” “Ağanın emridir! Sen karışma!” Şahap, sinirli arabasına bindi, çalıştırdı, hareket ettirdi. Camdan uzanarak; “İnşallah, ağamın emridir! Yoksa bu yaptıkların boyunu aşar, kahya!” diye söylendi. “De, bas git!” Şahap, son sürat gitti. Kâhya, Fıko’yu zapt eden işçilerin yanına geldi. “Ağam gelene kadar salmayın onu!” diyerek oradan ayrılıp çiftlik evine yöneldi. Çiftlik evine girerek doğruca işçi odasına geldi. Odada tek başına Kahya Kadın oturmaktaydı. Kahya Kadın onu, “Ağan da’a banyoda!” diyerek karşıladı. Geçip, masa başına oturdu. “İyi ya, ağam çıkana kadar bir sahan kavurma erit de yiyeyim, he bacım!” Kadın denileni yapmak için kalktı. * Hacer Elmas, Kabaloğlu Kıraathanesinin kapısına gelip de içeriye doğru bakınmaya başladığında, garson merak ederek kapı önüne çıktı. Ona, “Birisine mi bakınmaktasın abla?” diye sordu. “He, Fiko Kabaloğlu’na baktıydım.” Garson, kadının kimliğini merak etmekteyken, “patron şimdi burada değil,” dedi. Hacer Elmas hayal kırıklığına uğrayarak, “Ta Kayaköy’den geldiydim, görebileydim keşke,” diye söylendi. Garsona, “Celal beyle beni görüştürebilecek başka biri var mı bildiğin?” diye sordu. “Celal Kabaloğu’ylan mı?” “He?” Garson, aynı cadde üzerindeki taksi durağını işaret ederek, “orada Fiko ağamın teyzesi oğlu Şahap durur. Fiko ağam hep onun arabasıylan gider çiftliğe neye, bir var istersen ona,” dedi. Hacer Elmas, “Tamam kardeş, sağ ol,” diyerek oradan ayrıldı. Şahap! Hemen hatırladı bu adı. Tam on yedi yıl önceden kara yağız, burma bıyıklı, kirli sakallı bir şoför geldi gözlerinin önüne; Fiko’nun onu kaçırdığı arabayı sürüyordu. Taksi durağına vardığında, Şahap da çiftlikten yeni dönmüş, arabasını sıraya sokuyordu. Hacer Elmas, taksi kulübesine vardığında, ona Şahap’ın taksisini gösterdiler. Gösterilen taksinin başına döndüğünde ise, saçlarına aklar düşmüş, suratında bıyık ve sakalın esemesi okunmayan, sinek kaydı tıraşını olmuş kırk yaşlarında bir adam buldu karşısında. Kendini tanıtmasına bile gerek kalmadan, adam hemen tanıdı onu. Arabadan inerek, “Hacer bacım, bir emrin mi var?” diye sordu. “Ben, Celal beye haber salmaya bir adam ararım. Kahveden Fiko’ya bakmışım, ama yoktur. Sen yardım edebilin belki!” “He, ederim bacım.” “İyi madem… Celal Beye köy yerindeki kocamdan kalma araziyi neyi satmak isterim. Alıcıysa, agam Hasan Topal’ı Yetiştirme Yurdu’nda bulsun, o getirsin bana onu!” Şahap, bu gelişmenin Celal ağa için önemini biliyordu. Kadının dediği gibi Celal ağaya haber verip, üzerine vazife olanı yerine getirmesi icap edecekti. “Ben ulaştırırım haberi ya, gerisini ağam bilir, emi bacı!” “Ben, ararlarsa bir hafta daha agamda misafirim.” “Onu da derim bacı!” “İyi madem, ben gideyim!” Hacer Elmas, oradan ayrılarak cadde boyunca yürüdü, gitti. * Celal Kabaloğlu banyodan çıkmış yeni kıyafetlerini giyinmekteydi. Kahya Veysel oda kapısını tıklattıktan sonra araladığı kapıdan başını uzatarak,“Fiko, ambardadır ağam,” dedi. Yaptığı banyodan sonra sinirleri oldukça yatışmış olan Celal Bey, oldukça sakin görünüyordu. “Gir kahya! Beraber inelim, bekle de.” “Olur ağam,” diyen Kahya Veysel odaya girdi. Celal beyin sakin görüntüsünden cesaret alarak, “Merakımı maruz görün ağam. Fiko, sizi üzecek ne etmiştir, merak etmekteyim?”dedi. Celal Kabaloğlu, “Evvelki gün, gözünü korkutsun diye gönderdiğim adamı öldürmüş namussuz. Adamı korkutup elindeki tarlayı satmaya razı et dedik, o herifi gebertip geldi.” “Keşke yollamayaydınız Fiko’yu ağam. Adamın karısı, Fiko’nun gençlik gözdesiydi, bilirsiniz. Fiko oradan çok kinliydi adama…” “Ne alaka?” “Adamı ortadan kaldırıp, kadını sahiplenmeyi kurmuş olabilir…” Odanın dışındaki telefon sesi onlara kadar geldi. Kahya Kadın, elinde telefonla kapıyı aralayarak, “Taksici Şahap, illa da ağamla konuşmam gerek di’yi,” diyerek telsiz ahizeyi Kahya Veysel’e uzattı. Ahizeyi eline alan Kahya, Celal beyden konuşması için işaret alınca, aleti kulağına kaldırdı. “Ağamla konuşmanı gerektirecek kadar önemli olan neymiş, bana de Şahap!” Şahap, Celal Bey ile doğrudan muhatap olarak, vereceği müjdeli haberle onun gözüne girmek isterken, çiftliğin kahyasıyla muhatap olmayı içine sindiremedi. “Sana niye diyecekmişim ki? Bu, doğrudan ağamı ilgilendiren bir konu… Telefonu ona götür sen!” “Telefon zaten ağamın yanındadır; kendisi benle konuşmanı istedi!” “Sen, ona, Kayaköy’deki araziyle ilgili önemli bir habermiş deyiver hele…” Kahya Veysel, eliyle ahizenin ağzını kapatarak Şahap’ın söylediğini Celal beye yansıtınca, Celal bey bu defa heyecanlanarak ahizeyi eline alıp, kendisi konuşmaya başladı. “Ne vardı, Şahap evladım?” “Ellerinden öperim ağam! Kayaköy’de ölen Ali Elmas’ın karı geldi az evvel yanıma. Celal ağama hürmetlerimi iletiver, köydeki kocamdan kalan araziyi neyi satın almak isterse, ben emirlerine amadeyim, demekte…” “Öyle mi?” “He ağam, kendisi, abisi Topal Hasan’ın yanında kalmaktaymış. Ağam, beni, Yetiştirme Yurdunda çalışmakta olan abim Topal Hasan kanalıylan çağırtırsa, koşa koşa varırım, demiştir.” “Öyle mi?” “He ağam…” Celal bey, “İyi madem, buluruz, konuşuruz kedisiyle. Sağ ol evladım, iyi bir haber verdin,” diyerek telefonu kapattı. Kahya Veysel, Celal beyin telefondaki üstü kapalı konuşmasından iyi haberin detayını öğrenememiş olmanın merakıyla beyefendiye bir şey sormakla sormamak arasında bocalarken, giyinmeyi bitiren Celal bey hareketlendi. “Haydi, ambara inelim de öğrenelim şu serserinin neyi kurup kurmadığını…” * Celal Kabaloğlu, ambardaki masanın başına geçip oturdu. Arpa çuvallarının istifi önünde bir sandalyede oturmakta olan Fiko’nun tepesindeki iki ırgata, “Getirin, oturtun şunu karşıma!” diye emretti. İki adam Fiko’nun birer kolundan çekiştirip ayağa dikerken, silkelenip onlardan kurtulan Fiko, masa önündeki sandalyeye oturdu. Kahya Veysel, diğer iki adama işaret edince, adamlar ambardan çıktılar. Celal bey Fiko’nun suratını seyretti bir an, sonra öfkeyle tısladı. “Ulan ben seni altı tene adam öldür de peşin sıra bırak gel diye mi yolladım Kayaköy’e gavat oğlu gavat! Ali Elmas’ı bi hırpalayıp korkutun, sonra da geri gelin demedim miydi, puşt!” “Amuca…” “Sıçırtma amucana ulen! Herif geberdi gitti. Tarlasının tapusunu kim devredecek şimdi bana? Bekle ki, miras intikali olsun bitsin de, karısı devretsin… E-e! Bir haftaya kalmaz, kamulaştırma kararı çıkar ve de kamulaştırma parası herifin mirasçılarına ödenirse, benim zararım ne olacak, bilin mi? Bilemezsin… Nereden bilecen ki… Puştun oğlu! Senin gibi dangalak bir oğlu olduğundan, o adamcazın da kemikleri sızlıyordur şimdi mezarında. Beceriksiz köpek! Allah belanı versin!” “Amuca…” “Amuca, Amuca… Ne? Ne var soysuz!” “Amuca, adam, iki adamımı öldürdükten sonra, mecbur kalmışım, vurmuşum, o adamı. Ben vurmasaydım, vallah, o bizi vuracak idi… Yoksam ben de bilirdim ki, tapuyu devretmesi için gözünü korkutup dönecek idik…” Celal bey, Ali Elmas’ın tapuyu devretmemekteki inadını hatırlayınca gözü kara birisi olabileceğini düşündü. “İmam efendiyi de öldürmüşün…” “Çünkü, kullandığı traktörü üzerime sürüp ezmek istemiştir beni. Üstelik beni bellemiştir ki, eşkalimi verip şahitlik ederdi.” “Ya kaledeki o çocukla o adam?” “O adam, benim adamımdı. Çocuk, olanları gördüğünden, adamımı peşinden salıp yakala getir dedim ise de, kayalıkların tepesine kaçan çocuğu yakalayıp getirirken, adam da, çocuk ta, ikisi de kayalıklardan yuvarlanıp ölmüşlerdir.” “Bi çuval inciri bok ettin ulan! Şu kepazeliğe bak… Jandarma izini sürüp peşinden gelmeyecek mi, şimdi? Sen enselenince, beni itibarım ne olacak? Katil, Celal Kabaloğlu’nun yegeniymiş, demeyecek mi millet? Ya, Celal Kabaloğlu, tarlasını satmadı diye öldürtmüş adamı, derlerse; ben nasıl cevap veririm onlara?” “Hamido’dan bilinmekte her şey amuca. Jandarma, Hamido’nun peşine düşmüştür…” “Ne Hamido’su ulan? Hamido diye biri mi var ki; Hamido da sensin!” “Kimse bilmez ki beni, amuca. Jandarma hayalet peşine gidecektir…” “Bu anlattıklarını doğru kabul edip, seni bu defalık gebertmeyeceğim; amma velakin, araştırıp soruşturduktan sonra yalan söylediğini öğrenirsem çekeceğin var elimden…” “Vallah doğru söylemekteyim amuca!” Kahya Veysel, dineldiği yerden lafa karıştı. “Fiko’nun yapabileceği bir şey gelir aklıma ağam…” “Nedir o?” “Adamın karısı…” “Ne olmuş adamın karısına? Adam gibi anlatsana şunu kahya!” “Fiko, adamın karısına yanaşır da…” Celal bey onun demek istediğini anlayarak sözünü tamamlamasına fırsat bırakmaksızın, “Afferim len, kahya… Ben nasıl akıl etmedim bunu… Aferin…” dedi. Celal Kabaloğlu masadan kalktı. Fiko’ya dönerek, “Var git şu karıya… Gençlik aşkın değil miydi o senin?” “He amuca…” “Tarla karşılığında bir gecekondu alıp ver, kandır karıyı. Çalışmak isterse, yurda kocasının yerine işe koyalım onu… Tamam mı, anladın mı?” “Anladım amuca.” “Karı, ağabeyi Topal Hasan’ın yanında kalmaktaymış. Araziyi devretmek istediğini söylemiş şoför Şahap’a. Var avukat Şamil’e, karıdan vekaletname alın, tamamlayın devir teslim işlemlerini! Tamam mı, anladın mı ulen?” “Anladım amuca!” “Bu sefer ağzına burnuna bulaştırmadan becer bari…” “Beceririm evvel Allah!” Celal Kabaloğlu, Kâhya Veysel’e, “Tamam, salıverin bu deyyusu!” diye emretti. Ambardan çıktı, gitti. Celal bey gittikten sonra Kahya Veysel, Fiko’nun gönlünü alma çabalarına girişti. “Fiko ağam, yaptıklarım vallah beyimin emri idi. Kusura bakmayasın emi…” Fiko üstünü başını toparlayarak kapıya giderken, “Seninle daha sonra hesaplaşacağım,” diye söylendi. * Topal Hasan, Fiko’yu müstahdem odasında ağırlıyordu. “Şu yediğimiz ekmek senin yüzü suyun hürmetinedir. De bana ağam, emret bana!” “Estağfurullah! Kocasından kalma arazi için, bacın Hacer ile görüşmek isterim.” “Ne demek ağam, emrin olur. Sen çayını içene kadar alır gelirim.” Topal Hasan, yurdun hemen arkasındaki evinden, dediği gibi beş dakikada alıp getirdi Hacer Elmas’ı. Kadın, “Celal beyi beklerdim, sen mi geldin?” diye girdi odaya. Fiko, kadının selamsız sabahsız ters hareketlerinden gocunarak, “Ben, amucamu temsilen gelmişim. Ha o, ha ben…” dedi. “İyi madem! Arazi için Ali’yi sıkıştırıp dururdu amcan. Eğer, almaktan caymadıysa, satıcıyık,” “Caymadık. Alıcıyık.” Topal Hasan, “Çay içer misin ağam?” diye sorunca Fiko, başını sallayarak içeceğini belirtti. O, çay servisi için odadan çıktığında, Fiko da, Hacer de, bir anda arazi pazarlığını unuttular, kendileriyle ilgili konuşmaya başladılar. Fiko, “Daha dün gibi…” dedi. “Hiç değişmemişsin.” Hacer, yumuşak bir sesle, “On yedi sene oldu,” diye karşılık verdi. Topal Hasan’ın dönüşüne kadar konuşacaklarını konuşup bitirmek ister gibi, çabuk çabuk konuşuyorlardı. Fiko, “Hiç aklına getirdin mi beni?” diye sordu. “Hiç görünmedin ki bi’da!” “Görünsem n’olcaktı ki? Bi kocan vardı, çocukların vardı…” “Senin? Çoluk çocuğun var mı?” “Yok! Senlen olmayınca kahredip evlenmedim hiç!” “Ben evlendim… Varacaksın dediklerinde, mecburen…” “Öyle… Mecburiyetten evlendin sen…” “Mecburiyetten… Sen sahıp olamayınca!” “He! Doğrusun vallah! Amucamın karşısına dikelip…” “Dikelsen n’olcaktı sanki? Kızımın namusunu temizle diyerekten babam dikeldi de n’oldu? Öldürülmedi mi? Seni de öldürtürdü.” “Tövbe vallah! Babanı öldüren tıraş ederken suratına ustura kaçırdı diyerekten kavga ettiği bir eşkiyaymış. Yakalanıp hapse konulduydu, hatırlamıyon mu?” Hacer Elmas, kapı kolunun eğildiğini görerek konuşmayı sürdürmek istemedi. “He, öyleydi,” diyerek geçiştirdi. Topal Hasan elinde çay tepsisiyle girdi. Fiko için doldurduğu çay bardağını servis ettikten sonra, Hacer Elmas’a da bir çay götürdü. “Senin için de bir açık çay koydum. İçersin, değil mi?” “He!” Bir kenara geçip oturdu. “Arazi için anlaştınız herhal?” diye sordu. Fiko, “anlaşırız, anlaşırız,” diye tekrar etti. “Anlaşılmayacak bir iş değil ki!” Topal Hasan, “bacım, alacağı paraylan, buradan bir ev alıp göçmek istemekte, emme vereceğiniz paranın ona yetip yetmeyeceğini de bilememekte,” diyerek konuşmaya başladığında Fiko, pazarlık için istediği kozları ele geçirmiş olduğunu fark etti. Hacer Elmas’a hitap ederek, “Taşlık, kıraç bir arazi için alacağın paraylan, şehirden bir ev alınabilir mi ki?” diye sordu. Hacer Elmas, ilk karşılaştıklarında ki tersliğini bürünerek, “neden alınmazmış!” diye çıkıştı. “O arazide taş ocağı açacak imişsiniz; bir eve karşılık bin ev parası kazanmayacak mısınız? İstediğim parayı vermez iseniz, vallah devretmem tapuyu.” Topal Hasan kız kardeşini kayırıp savunmak yerine, Fiko’ya destek olmak için, “vermeyip de ne edeceksin ki, bacım? Taş ocağı açılır da, makineler tozu dumana katmaya başlayınca, oturulacak ev, keçi yayacak arazi mi kalır sanırsın?” Fiko, adamın dalkavukluğunu umursamadan Hacer Elmas ile konuşmayı sürdürdü. “Ne dediğimi yanlış anlama! Demem o ki, amucamın vereceği üç kuruş paraylan ev alamazsın, amma ben amucama değil, sana tarafım bu mevzuda.” “Taraf olsan ne ki? Sanki amcanın sözü dışına çıkabilinmişin gibi!” Fiko, onun on yedi yıl öncesini kakınç yapmayı sürdürdüğünü anlayarak, “çıkarım!” diye diretti. “Bulanık kazan, sen kepçe; gez, dolaş, içine sinecek satılık bir ev bul. Parası ne olursa olsun, düşünme, yeter ki bu evi isterim de bana! O evi hemen satın alacağım sana.” “Essah mı?” “Ne sandın ya?” Topal Hasan, dalkavukluğu sürdürmek isteyerek gene lafa karıştı. “Ağaların elinden tutulmaz elbet! Allah ne muradın var ise versin Fiko ağam!” Fiko, adamın lafından hoşnut oldu. Hacer’e masumca bakarak, “Allah’tan tek bir muradımız oldu, onu da nasip etmedi,” diye söylendi. Onun ne demek istediğini Hacer Elmas da, Topal Hasan da çok iyi anladı. Fiko, aklına birden bire gelivermiş gibi, “kocan Ali’den boşalan, burada ki müstahdemlik işine seni koysam, çalışır mısın?” diye sordu. Hacer Elmas ve Topal Hasan, bu umulmadık teklif karşısında, karşılarındaki adamın, onlarla dalga geçip geçmediğini anlamaya çalışarak bakıp kaldılar. Fiko, lafını sürdürerek, “maaşlı, sigortalı bir iş, iyi olmaz mı? Kimseye muhtaç olmadan geçinir gidersin…” dedi. * Yurt Müdürünün, Ali Elmas’ı ikna etmekte gösterdiği beceriksizliğin, milletvekili Celal Kabaloğlu’nun gözünden düşmesine sebep olmasından sonra, Muş Sosyal İşler Müdürlüğüne atamasını yaptırmak için torpil yaptırabileceği hiçbir imkanı kalmamıştı. Bu yüzden o kadar üzgündü ki, Ali Elmas’ın Kayaköy’deki cenaze namazında, ilçe müftüsü ‘hakkınızı helal ediyor musunuz?’ diye sorduğunda, o, içinden ‘haram zıkkım olsun inşallah!’ diye geçirmişti. Şimdi beyefendi Hacer Elmas’ı kocasından boşalan müstahdemlik işine sokması için haber salmıştı madem, o beceriksizliği telafi edip, beyefendinin gözüne yeniden girmenin bir fırsatını yakalamıştı işte! İl Sosyal İşler Müdürlüğüne de vekaleten bakmakta olan İl Sağlık Müdürünü, aynı zamanda Başhekimliğini yaptığı Devlet Hastanesindeki odasında ziyaret ederek, “Allah gani gani rahmet eylesin! Ali Elmas’tan boşalmış bulunan müstahdemlik vazifesine, merhum şehidin karısı Hacer Elmas’ı başlatmak için onayınızı arz ederim,” deyip, verdiği dilekçeyi onaylattıktan sonra diğer muameleleri de bir çırpıda bitirerek müjdeyi bizzat beyefendinin kendisine verdi. “Beyefendi, emrettiğiniz gibi hanım kızımızı yurt kadrosunda sözleşmeli olarak müstahdemliğe başlatıyoruz, inşallah!” Celal Kabaloğlu, bu haberi memnuniyetle karşıladı. “O garibanın bir iş sahibi olması içimi rahatlattı, sağ olun müdür bey!” diyerek kapattı telefonu. * Avukat Şamil Bey, birkaç gün içinde veraset intikal ve devir teslim işlemlerini tamamlayıp, Ali Elmas’ın sahibi olduğu araziyi de Celal Kabaloğlu’nun üzerine kaydettirdi. Bu süreçte Hacer Elmas köyüne dönmedi. Satılık olduğunu öğrendiği her evi gidip gördü, beğendiklerini de Fiko’ya haber verdi, birlikte gidip yeniden gördüler. Fiko, ev sahipleriyle görüşmelerinde yüksek bulduğu fiyatlarla karşılaştıkça, evin çok kenarda kaldığı, komşuların güvenli olmadığı gibi çeşitli bahaneler ileri sürerek kadını evi alma isteğinden caydırmayı başardı. En son buldukları ev iki odadan ibaret, içinde banyosu bile olmayan bir gecekonduydu, ama hem fiyatı çok uygundu, hem de caddeye çok yakındı. Hacer Elmas, evin kendisine değil, ama koca bir bahçesi oluşuna tav olup satın aldırdı. Bahçede, tam istediği gibi bir kömürlük, iki inek bağlanabilecek kadar küçük bir ahır ve derme çatma bir kümes de vardı. Kayaköy’deki ineğini ve tavuklarını da taşıyabilecekti buraya, ne güzel! Kolları sıvayıp Gülbahar’ın da yardımıyla iki günde temizleyip badanaladığı eve Kayaköy’de ki eşyalarını taşırken, tüm Kayaköylüler hasetle uğurladılar onu. Aslında, hasetlenmelerine gerek yoktu. İyilik sever Celal bey, kendisine devredilmiş olan arazilerden başka eşkıya Hamido’nun el koyduğu paralarından da mahrum kalan Kayaköy köylülerinin tamamını himayesine alarak aç açık bırakmadı, onları topluca sahibi olduğu köylerden birisine yerleştirerek gece gündüz hayır dua ettirdi kendine. Peynir tüccarlarına satmak için değil, ama Celal Kabaloğlu’ndan aldıkları maaşları hak etmek için tulum peyniri üretmeyi sürdürdüler. Hacer Elmas, yetiştirme yurdunda Fiko’nun buluverdiği sözleşmeli müstahdemlik işine de gidip gelerek, Bulanık’ta yaşamını sürdürmeye başlamıştı. Fiko, hemen her fırsatta Yetiştirme Yurdunda Topal Hasan’ı ziyaret ederek bir iki çayını içer olmuştu. Başlarda Hacer Elmas’ı görebilmek için fırsatlar kollamaktayken, son ziyaretlerinde, bu defa Hacer Elmas onun geldiği saatlerde müstahdem odasından çıkmaz olmuştu. Bu yakınlaşmalardan sonra anlamışlardı ki, on yedi yıl önceki aşkları, hala, dimdik ayaktaydı. Ali Elmas’ın kırkı henüz çıkmışken Fiko, Hacer Elmas’ı “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle” abisi Topal Hasan’dan istedi. Aşiret reisi, yedi köyün sahibi, milletvekili Celal Kabaloğlu’nun öz be öz yeğenine kim karı olmak istemezdi ki! Hele ki, on yedi yıl evvelden gelme, hiç küllenmemiş bir aşkın hasretiyle… Fiko’nun niyeti resmi nikah yapmaktı, ama ölen kocasından bağlanan dul maaşının kesileceğini öğrenince, Hacer Elmas, resmi nikaha yanaşmadı, imam nikahıyla evlenmeyi şart koştu. Şartı seve seve kabul edildikten sonra, Fiko da onun yanına taşındı. …/… I.BÖLÜM SONU
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |