Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
İnsanlar, “sağcı” ve “solcu” diye iki kutba bölünmüşlerdi ve sürekli birbirlerini öldürüyorlardı. Ölüm riskinden, bu bölünmenin dışında yer almak da korumuyordu. Tam tersine tarafsızlık, karşı grupta yer almaktan daha büyük ihanet kabul ediliyordu. Korunmak için bir tarafın koruyucu kanatlarına sığınmak ve tarafı olduğun grubun çoğunlukta olduğu bölgelerde yaşamak zorundaydın. Bu yaşam alanları, “kurtarılmış bölge” olarak adlandırılıyordu. * Bora Kavak, sokağa çıkmak için giyinmişti. Anne Oya Hanım oğlu Bora Kavak ile tatlı sert bir tartışma halindeydi. “Bu hafta sonunu da o pis kokulu kahvehanelerde geçirmesen olmaz mı?...” “Neyi tartışıyoruz seninle, anne? Bir haftadır, okulda bir sürü sıkıntı çektikten sonra, bırak da iki gün de kafama göre takılayım.” “Elbette ki takılırsın. Ben, o iki günü kahvehanede oyun oynayarak geçirme diyorum... Gez, golaş biraz.” “Sonra, sonra…” “Ben de sıkıntını dağıtırsın diye söylüyorum zaten.” “Kahvehanede arkadaşlarım da takılıyorlar. Onların yanında daha iyi oyalanıyorum.” “Arkadaşların! O anarşistlere mi diyorsun, arkadaş diye? Bir sürü çatışma yaratarak, masum bir çok insanın ölmesine sebep oluyorlar. Benim gözümde hepsi katil onların…” “Onlar ne anarşist, ne de katil… Sadece arkadaş, hepsi…” “Bir tek doktora yapan o arkadaşın, biraz elle tutulur gibi. Onun dışındakilerin niyeti bu memleketi kana bulamak.” “Ötekilerinin de öyle bir niyeti yok anne...” Kapı çalındığında tartışmayı kestiler. Bora Kavak, “Ben bakarım...” diyerek dış kapıyı açmak için fırladı, gitti. Cemal kapıya, “Hadi, kahveye gitmiyor muyuz?” diyerek gelmişti. Bora Kavak, onu içeri çağırdı. “Hülya’dan telefon bekliyorum. Gel de, telefondan sonra gideriz.” “Beş dakikalığına gireyim madem…” Birlikte eve girdiler. Oya hanımın yanına geldiklerinde Cemal, gidip kadının elini öptü. “Nasılsınız Oya teyze?” “Sağ ol oğlum. Hoş geldin.” Bora, annesini ihbar ederek, “Annem de, sen gelmeden az önce sizin anarşist olduğunuzu söylüyordu bana…” dedi. Cemal, Bora’ya, “Oya teyze doğru söylemiş,” dedi. “Hepimiz için geçerli olan bir gerçek var ki, elle tutulur bir arkadaş kalmadı çevrede. Herkes, sapıkça idoller peşinde koşmakla meşgul. Allah bu memleketin sonunu hayır eylesin…” Oya Hanım onu memnun ifadelerle onayladı. “Aferin oğlum, ne kadar da doğru söylüyorsun, aferin…” Bora Kavak, “tamam anne, bunların doğruluğuna oğlun da inanıyor, merak etme sen… Biz, müsaade edersen odama geçelim mi?” diyerek, Cemal’i odasına doğru çekiştirdi. “Yürü yalaka…” Odaya girdiler. Cemal kendini Bora Kavak’ın yatağı üstüne attı. “Kahveye gitmeyelim… Uyuyayım şurada...” Bora Kavak, “Hülya ev arkadaşlarıyla pek anlaşamıyor. Ya sen çık, ya biz çıkalım, diyorlarmış. Halil gidince, onun odasına Hülya taşınsın mı?” diye sordu. Cemal bir anlık şaşkınlıkla doğrularak, onun sorusundaki anlamı çözemedi; “ne yani? Nasıl yani?” diye geveleyerek, onun ne demek istediğini anlamaya çalıştı. “Hülya ile aynı evde mi kalacağım?” “Evet.” “Hülya kabul eder mi?” “Sen olur dersen, ona da söyleyeceğim. Eder herhalde…” “Dedikodudan çekinmezseniz, benim için hava hoş…” “Aynı yatakta yatacak değilsiniz ya, be oğlum? Senin odan başka, onun odası başka... Ben bişey demiyorsam, elaleme ne? Benim sevgilimle kalacaksın.” Cemal, “Senin sevgilinse, bizim bacımız...” diyerek gülümsedi. “Her halde, yani... Dur, konuşalım bu işi hep beraber…” Kalkarken, Cemal’in kolunda üç hilal dövmesi olduğunu fark ederek, kolunu tutup baktı. “Bunu ne zaman yaptırdın?” “Bir hafta oluyor. Sinan götürdü, onunla yaptırdık.” Bora Kavak, şaşkınlıkla, “Sinan’la mı?” diye sordu. Cemal, ne varmış bunda der gibiydi: “Evet...” Bora Kavak, inanamayarak, “Bunu o mu yaptırttı?” diye sordu. Cemal, onun ısrarlı sorgulaması karşısında sıkılarak, “Hmmm... Evet...” diye tekrarladı. Bora Kavak’ın hayal kırıklığı ile baktığını görerek, “Hey, ne oluyorsun yahu? Taktın dövmeye...” diyerek sitem etti. Bora Kavak, Cemal’in kolunu bırakıp hayal kırıklığını sürdürerek, “Sinan...” diye mırıldandı. “Ne olmuş Sinan’a?” Bora Kavak, “Bak, gakkoş.. Sinan benim bebeklikten beri arkadaşım olan birisi. Sen ise, daha dün tanıdın sayılır onu. Onu benim tanıdığım kadar tanıyamazsın, değil mi?” dedi. Cemal, “Onunla beni tanıştıran sensin be oğlum,” diye itiraz etti. Bora Kavak, “Kahvehanede... Kahvehaneye çıktığın zaman oturacağın bir masan olsun diye tanıştırmıştım,” diye açıkladı. “İyi işte...” Bora Kavak, “Seni, siyasi faaliyetlerine bulaştıracağını düşünememiştim it oğlunun!” diyerek öfkeyle söylendi. Cemal, “Siyasi görüşlerimiz örtüşüyor. Kafamız barışıyor yani... Ne var bunda?” diyerek ona karşı geldi. Bora Kavak, üzüntülü, “Yahu gakkoş ben insanlara saldırmaktan söz ediyorum. Bu paylaşılacak, örtüşecek bir siyasililik değil, terör... İşin o yanına bulaştırmamalıydı seni!” diye söylenmeyi sürdürdü. Cemal, “O da gerekiyor bazen ama... Her yerimizi solcular sarmış... Bizi, bizim mahallemizde taciz ediyorlar!” dedi. Bora Kavak, şaşırarak, “Senin mahallen mi?... “ diye çıkıştı. Azarlayarak, “Sen burada bile oturmuyorsun!...” dedi. Cemal, “Bu mahalleli olmak için kırk yıldır bu mahallede oturmak şart değil. Sen oturuyorsun, Sinan oturuyor, üstelik takıldığım kahvehane burada. Hem, karşıdakilerin yaptıkları eylemlere karşı koymak için ille de bu mahalleli olmak şart değil. İnsani açıdan...” diye mırın kırın ederken; Bora Kavak, onun sözünü keserek, “Yahu zarar verdiğiniz insanlar da bu mahallenin insanları,” diye kızdı. “Evet, bu mahallenin... Ama, hepsi bu mahallenin masum, namuslu insanlarını kaçırtıp mahalleyi işgal ederek yerleşmişler buraya.” “İşte şimdi, tıpkı Sinan gibi konuştun. O, bir papağan gibi, hep bunları söyler... Mağdur olan varsa polisi var, mahkemesi var; size ne?” Cemal, “Polisler, mahkemeler ne yapıyor?” diye çıkıştı. “Daha geçen hafta Sakarya caddesinde barikat kurup, polisi taşa tutmadılar mı? Kaçını yakalayabildiler? O polis taşlayanlardan tanıdığım birçoğu, daha dün Bahçeli kahvede okey oynuyorlardı böbürlene böbürlene... Bir sürü serseri ortalığı kırıp döküyor, ateşe veriyor. Neden? Güçsüz insanlar, yılsınlar, dükkanlarını, evlerini yok pahasına satıp bu mahalleden kaçıp gitsinler diye. Neymiş, yasalarmış... Yasalar...” Bora Kavak, iyice kızarak, “Yahu benim gözlerim de en az senin gibi görüyor her şeyi, ama ben yine de uzak durmaya çalışıyorum bu işlerden. “ dedi. “Hah! Şimdi de sen, renksizler gibi konuştun işte... Onlar da, ne sağa, ne sola bulaşmadan idare ederiz biz diyerek duyarsız kalıyorlar her şeye… Bu saçmalık... Aptallık... Bu olayların temelinde hep bu hoşgörülülük var, bu tip laflardan, sloganlardan nefret ediyorum. Adamlar suç işliyor, suç! Her yeri kurtarılmış bölge ilan etme peşindeki o serserilere kim karşı çıkacak, peki?” Bora Kavak, “Yasalar...” diye tekrarladı. Cemal, “Gene başa dönmeyelim,” dedi. “Sen dişe diş mücadeleni yapmadığın zaman, senin adına yasalar hiçbir şey yapamaz. Polise gidip, şu adam beni öldürecek dediğin zaman, öldürsün de bakarız demekte!” Bora Kavak, Cemal’in bir aşiret reisinin oğlu olduğunu biliyordu ve doğudaki aşiret düzenini belki yüzlerce defa tartışmışlardı kendi aralarında. Şimdi o konulara yeniden girmek istemiyordu, ama onun bir aşiret reisi olan babasının da bu bozuk düzenden nemalanan birisi olduğuna ve Cemal’in de günü geldiğinde şimdiki düşüncelerinin aksine o düzenin bir çarkı olacağına emindi. Telefonun çaldığı duyuldu. Sonra telefona cevap veren anne Oya hanımın sesi duyuldu. “Alo? Merhaba! Evet... Burada...” İçeri doğru seslenerek, “Bora! Hülya seni istiyor!” diye bağırdı. Bora Kavak, Cemal’e, “Tamam. Sonra konuşuruz bunları,” dedikten sonra oda kapısına yöneldi. “Şu telefona bir bakayım ben.” Bora Kavak telefon elinde bekleyen annesine doğru geldi. “Biraz yalnız bırakabilir misin beni anne? Telefonla konuşuncaya kadar yani...” “Hı, hı...” Oya hanım, telefonu teslim ederek oradan ayrıldı. Bora Kavak’ın odasına, Cemal’in yanına gitti. Bora Kavak annesinin peşinden baktı, onun gözden kaybolduğuna emin olduktan sonra telefonu ağzına götürüp konuşmaya başladı. “Tam da ben sana telefon edecektim… Ev buldum sana … Cemal’in evi. … Evet? .... Bugün mü? Cemal’le konuşuruz. … Uğrarım sana .... Ne? Beni mi sokmazsın? … Öylemiii, hanım efendiii... Evet, biliyor musun, umurumda bile değil. Bana kız mı yok? Senden daha güzelini bulurum, merak etme!...” Oya hanım, odadaki kanepede oturarak sigarasını içmekle meşguldü ama, öksürmemek için kendini zar zor tutarak... Cemal, “Oya teyze, içmeseniz onu. Belli ki, zararlı oluyor size,” dedi. Oya hanım, fısıldayarak, “Bora’nın yokluğunda bir iki nefes çekeyim de, söndürürüm,” diye karşılık verdi. Oya hanım, bir nefes daha çekti sigaradan, öksürmeye başladı, bunun üzerine acele ederek sigarayı söndürdü. Bora Kavak telefon ile konuşmayı sürdürmekteydi. “Ama,...Tamam, söylerim...Onu da alıp geliyorum ...” Telefonu kapattı. Salondan kendi odasına doğru seslendi. “Cemal!” Cemal, oda kapısını açıp çıktı, Oya Hanım da onun hemen ardındaydı. “Hadi gidelim.” Annesine, sarılıp öperek, “Anne, biz Cemal’de oturacağız biraz. Bu gece Cemal’de kalırım belki, merak etme emi,” dedi. Oya hanım, “Tamam da, kalacağını telefonla haber ver de uyuyayım ben de; yoksa geleceksin diye uyuyamıyorum, biliyorsun oğlum,” diyerek öksürmeye başladı. Oğlu kapının önünden ayrılmakta iken o da dış kapıya geldi. “Paran var mı? Vereyim mi?” diye sordu. “Yok... Sağ ol!... Ben telefon ederim sana…” Bora Kavak tam çıkarken duralayıp, annesine, “sigara kokusunu almadım sanma…” diyerek çıktı. Oya hanım suçlanarak eve girdi. Bora Kavak biraz uzaklaştıktan sonra, “Yakında oksijen tüpüne bağlanarak yaşamaya başlayacak, haberi yok. Vereceği üç kuruş harçlık sanki bir şeye yetermiş gibi, bir de para vereyim mi diyor…” diye söylenmeye başladı. Cemal, “Ne yaparsın oğlum, annelerin gözünde büyümek zor.” dedi. Bora Kavak, “Hülya, Cemal’i de al gel de, yoğurtlu köfte yemeye gidelim diyor,” diyerek Cemal’in koluna girdi. Cemal, bu öneriye sevindi. “İşte bu daveti reddedersem, Allah baba taş eder...” “Cemal gelmek istemeyebilir, deyince, köfteyi söylersen, her şeye boş verip, dayanamaz buraya koşar gelir dediydi.” “Bak gördün mü? Senin sevgilin, senden çok beni tanıyor...” Yol boyunca kol kola, konuşarak uzaklaşıp gittiler. * Ünlü Balaban Yoğurtlu Köftecisinde Cemal, Bora Kavak ve Hülya masanın etrafında önlerindeki köfteleri yerlerken konuşmaktaydılar. Hülya, “Ya saçmalama Cemo. Kimin umurunda elalem. Evde iki oda var, biri senin, biri benim olur işte... Cemal, “Hayır. Kız vaziyetinle evde rahat hareket edemezsen diye de kaygılanıyorum,” dedi. Hülya, onunla ters çalışan zihniyetlerinin farkındaydı. “Nasıl yani? Sapık bir herif değilsen, niye rahat hareket edemeyecekmişim? Sen, istiyorsan pijamanla da, donunla da dolan. Korkma. Ben sapık falan değilim... Ha ha ha...” Cemal, bozularak, “Ben de... Ben de değilim… Elbet…” diye söylendi. Bora Kavak, onun bozulduğunu görerek teselli etmek istedi. “Sen de öyle değilsin elbet oğlum... Yoksa sevgilimizle aynı eve kapatmayız seni, değil mi? Sen, şu anarşistlikten uzak durdun mu, bize yeter...” Bu konuda kaygılıydı. Şüpheli, “Durursun, değil mi?” diye sordu. Hülya, ortaya, “buradan çıkınca bir araba tutup, benim eşyaları götürelim mi?” diye bir soru atınca, Cemal, Bora Kavak’ın istediği cevabı vermekten kurtulmak için, “ne eşyası? diye sordu. “Halil, ranzasını, yatağını, yorganını olduğu gibi bırakıp gidecek. Senin eşyalarına yer yok...” “Benim de ranzam, manzam yok zaten. Eşyadan kastım, giysi, miysi…” Cemal, “Ha, iyi o zaman…” dedi. Aklına yeni gelmiş gibi, “Sahi, hiç aklımıza gelmedi; Halil bir ay sonra dönecek, biliyorsunuz bu ev Halil’in, ben de onun yanına sonradan taşınmıştım,” diye devam etti. “Ben sokmuştum seni Halil’in yanına. Dört yıl oldu, artık sen de yerlisi oldun o evin.” “Evet, ama iki ay sonra okul bitince çıkacağım ben. Halil kalmaya devam edecek. Nasıl olacak?” “Ne nasıl olacak?” “Hülya, Halil ile beraber mi kalacak yani?” Bora, “Ya, saçmalama Cemo, iki ay sonra Hülya’nın da, benim de okulumuz bitmeyecek mi? Okul biter bitmez evlenerek, Hülya’yı bizim eve taşıyacağım ben, merak etme sen…” diyerek güldü. “Hayır yani, Halil bir ay sonra dönünce, ya odasını Hülya’dan geri alırsa, Hülya ne olur?” “Yahu, tamam be Cemo, sıkma sen canını, onu da bir ay sonra Halil dönünce düşünürüz. Merak etme, Halil, Hülya’yı odasından atmak yerine seninle kıç kıça yatmaya razı olur.” Cemal, gülerek, “Kıçımı emanet edebileceğim, Halil’den daha güvenli biri daha mı var?” dedi. Sonra, başladı evin yerleşme planını, kullanım planını, keyifli taraflarını, sıkıntılı yanlarını uzun uzun anlatmaya. Yemek bitmişti. Bora Kavak, “Kesene bereket sevgilim, tıka basa doyduk...” diyerek uzanıp Hülya’ya sarıldı. Hülya, onu hafifçe dudaklarından öptü. Cemal biraz mahcup onlara baktı. Sonra masadan ayağa kalkıp, peçeteyle ağzını sildi. *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |