Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuştuncaya dek mermeri oydum -Mikelanjelo |
|
||||||||||
|
MEĞER EN UZUN YOLCULUKLAR İNSANIN İÇİNDEYMİŞ “Mem bı Dicle'ra dı peyive (Mem Dicle'ye konuşuyor) ki: ey şıhbete eşke mın rewane (ey benim gözyaşlarım gibi dökülen nehir) be sebr u sıkuni,aşıqane (ey aşıklar gibi sabırsı ve sukunetsi nehir) be sebr u qerar u be sıkuni (sabırsız kararsız ve sükunetsizsin) yan şıbhete mın tu ji cinuni? (yoksa sen de benim gibi deli misin? ” (1) ……………………………………………………………………………………Büyülü bir şiir ikindisinin içinde yaşayanlar için zamanın ve mekanın önemi var mıdır.. Kendi masalını yaşayanlar için olanların ve olmayanların önemi var mıdır.. Hayat büyük bir yanılsama demiyor mu hayatı anlatanlar Ben bu yanılsamanın içinde kendi yanılsamamı yaşarken Bütün zindanlar Yusuf’un kapatıldığı zindanlardır bana Bütün hayat zorlukları ise ancak Ferhat’ın delmesi gereken dağlardır Bulutlarla konuşan kuşlarla hallaşan için insansızlığın önemi kalır mı,varsın sürsünler ıssızlara Ben böceklerin kuşların yağmurların dilini biliyorken ıssız dedikleri şeyin tanımı beni ilgilendirmez Yeryüzünün masalsı güzelliklerini çalanların geride benim ve insanlığın başında bıraktıkları acı,elbet iliklerime kadar yaşadığım bir sağanaktır ama ben zaten bu sağanakta binyıllardır ıslana ıslana dağ aşmaya çalışan karıncayım Kızıl kartalların uyuduğu sarp kayalarla doluyum içimde aşılmaz dağlar uyuyor gecenin döşünde pırna pırna dağılmış bulutlar içinde ay çama çama avuç avuç bulutlar donuk durgun sessiz ve paramparça çok zamandır kimselerin uğramadığı bir ıssız kuyudan görülen su kadar küskün koparılmış dallar gibi savrulmuş sağa sola yaylada bir kadının astığı çamaşırlar gibi hangi muzip rüzgar onları saçtı ortalığa ve ne düşündüğü anlaşılamıyor o kadar bulutun arasında ivecen ayın kayalıklar uzanıyor gecede ışık yalayıp geçiyor keskin köşelerini yumuşatarak gölgeler uzayıp kısalıyor ve sessizliğin ortasında yosunlu yazılar karanlığı okumaya devam ediyor kaç bin yıldır belki de bu büyük tufanın bıraktığı sessizliktir ölü bir canavar gibi yatıyor ıssızlar arasında ve aynı dehşetle susakalmış tanrılar belki de suskunluktan taşa kesildi kırık bir tablette şu sözcükler ışıdı “TANRILAR KÖPEKLER GİBİ KORKTULAR, DIŞ DUVARA DAYANIP ÇÖMELDİLER.. İNANNA DOĞUM SANCISI ÇEKEN KADIN GİBİ BAĞIRARAK, HEYHAT ESKİ GÜNLER KİLE DÖNDÜ DEDİ.. ANUNNAKİLER VE BÜTÜN TANRILAR ONUNLA BİRLİKTE AĞLADILAR..” (2) Mezopotamya daha doğmadan önce Bir yeni gün doğmuştu bu topraklarda Enlil Kara kafalı kalabalıkların tanrısı bakar yukarıdan bir yerlerden Yaba parmaklarıyla savurdu bulutları “ORTAYA ÇIKAN VARLIKLARIN BÜYÜMESİ İÇİN, “GÖK İLE YER’İN KEMİĞİ”NDE (NİPPUR) ... YAYDI. KAZMA’YI VAR ETTİ, ‘GÜN’Ü YARATTI, EMEĞİ GÖSTERDİ, YAZGIYI BELİRLEDİ,” (3) ve aşk ilk emekle ilk canla birlikte doğdu değilse hep sonsuz kalırdı gece büyük tufan dedikleri çölün kalbinden patlamasıdır aşkın saralıydı gün yaralıydı can tanrı kralların davarları yayılırdı bir avuçluk yeşilleri bahtın yarık yarık topraklarına ağlardı geceleri yıldızlar sen de İdiglat ve Buranun ben deyim Fırat ve Dicle sen de Domuzi ve İnannna ben diyem Ferhad ve Şirin bir damla gözyaşında açan aşk Mem u Zin çölün karnını parçalayıp çıktı yerananın rahminden Dicle ve Fırat Mezopotamya Mezopotamya olmazdan önce Ne aşk vardı Ne ekmek Yaban gök evcilleşti sevdayla Dağ heyikledi Ürktü kayalar Fışkıran coşkunun dehşetiyle Parçalandı katı bağrı kıracın höykürüp taşlar yürüdü sürü sürü yılkı yılkı Yabanıl bir korkuyla Dağlar ürperdi Tam da tanrıların ödü patladığında Aşk doğdu Mezopotamya’nın kollarında Dicle bağırdı dağlara Sesi Fırat Derler ki gizemli zamanı dinleyen yurtsuz seyyahlar Ferhat Fırat’tan öğrenmiştir dağlar delmeyi Bir çoban bu türküyü söylüyor bir kaya kabartmasında “SAKİN VE BÜYÜK DÜNYA VÜCUDUNU SÜSLEDİ GÖK KENDİSİNİ BİR PERUKLA SÜSLEDİ KUTSAL TOPRAK BAKİRE,KENDİNİ KUTSAL GÖK İÇİN HAZIRLADI GÖK,YÜCE TANRI DİZLERİNİ TOPRAĞA DAYADI…” (4) O zaman başladı kan ve hayat Can zelul Paslı Zincir sesleri - can bezirganları Kartalın yuvasından yavrusuna göz koyanlar “Aşk ayrılıklarla başlar” dedi Diyarbekirde büyülü bir handa kör bir dilenci Sağlam gözüyle bakarak pencereden Dicle’ye Sustu biraz “Başlangıçta yar yoktur Belki de doğma nedenidir her insanın yari aramak Dicle Fırat’ı aramaya doğmuştur Fırat Dicle’yi…” Sustu akşamın içine doğru Nazı birbirine geçen iki kardeşti Diyarbekirde Şehir ve Dicle Zaman zamanlardan bir zamandı kelekçiler türkü söylüyorlardı Dicle’yle koşalaşarak Amed sokaklarına yaz akşamları ay bendir çaldığı vakit bir yanık uzun hava yayılır havaya Dicle’nin saçları kadar sevdalı uzun bulutsu ve topraksı çiçekli ve kederden karışır nefeslere ve şehir aşkı solur kelekçiler Dicle’nin perileriyle evlidir burada herkes susar belki de yıldızca-perice-Diclece konuşulur çok eski zamandan bu yana türkü çığırmak ve dinlemek ibadettir ve Kırkgöz Köprüsünün üstünde peri çocuklarıyla oynaşır Amed'in çocukları Baba böğün bileydim ayrılık var bileydim ki zulum var geçip gider de çoluk çocuk yalın ayak çıplak can bilir misin karıncadan mazlum var dağ dağa düşman olmuş taş taş taşa küskün ayrılık gayrılık var de nasıl dayanırız böyle hayata gel hakkını helal eyle Züleyha gülüşlüm benim uzanan yolları döner sanırdım sen gidince karanlıklar basanda bir gülüş bıraktın fener sanırdım yarim böğün bileydim ayrılık var Yavri yavri arıdım bala geldim Kuş oldum dala geldim Gene böğün Sığmadım dağa taşa Yazılan mı gelir başa Çileler dağına vurdum göynümü Süründüm dizin dizin Savruldum yaprak gibi Saçıldım toprak gibi Yıllar geçti üstümden Gene böğün Ceren boylum tanınmaz hala geldim Kuşluk yüzlü - sırma sırma saçları Tutuşmuş yellerde yanar da gider Koşar dağlara dağlara Yana yana yaka yaka Edalanmış- gök aladır gözleri Akar sevdalar içinde Anlat bize ey akşamımızın mumu olan dengbej Ey gecemizin konuğu ay Fırat mı daha aşık Dicle mi daha deli Palu Kazasının Mollakendi tarafından Elmapınar dedikleri yerdenim belli Yoksul bir köylüyüm ayağım yalın sevda yüreğe düşmüş öyle çal mutrip dağların başında bulutlara yemin ver de sor ellehem bahara kavuşuruz diyordum mecnun dedikleri çöllere kaçmış ben koşmuşum dağlara sesimde Dicle ben Dicle diye haykırmışım bu deli dağlarda kardaş dağlar yankılanmış Fıraat Fırat aynen öyle çal mutrip gecemize gözyaşı bulaşmıştır akşam bulutları Dicle’nin bıraktığı ucu nakış nakış yadigar mendil aşkımızın üstünden geçen kervanlar gönlümüz suyunda konaklamıştır gece öykümüzü anlatırken Dengbej Memedo bütün yıldızlar inmiştir suların kalbine şeytanlar uslanmış cinler saklanmıştır yolcu ateşlerine bu Fırat’ın o sersefil ömrüdür dinle yaşmağı rüzgarda uçan Dicle’nin dağlara dağlara koşan düşüdür kokla yüreğimi sunmuşum sana yokla zaman zulumları bizde denemiş bu yarılmış toprak yarin döşüdür baba böğün bileydim ayrılık var ayrılık gayrılık var bileydim öperdim yüreğinden bir çiy gibi düşmüş ömrüm yar düşüne ben ağlamışım da duyan olmamış bir çiğ olmuş gönlüm yar dudağına vala sevdalara düştüyüsem ben zayi etme beni çağlar içinde mırra gözlüm o akşam indiğinde hoyrat kalbim avaz edip inlediğinde o sağanak indiğinde deli tay gibi çıvdı dağlara Dicle maden kazasından geçti yel gibi bakakaldılar ardından Diyarbekir İlinde Ferhad’ını aradı oynaştı Kürt çocuklarıyla geceleri oturup da yanıbaşına bir türkü tutturdular sınır tanımazdı aşklar aktı Fırat aktı Dicle dağların ardında ekerler kümpür ordan ora yeldim farıdı ömür Sümerli bir çoban türküsüyüm ben Rüsva olageldim kaç zamandan Kaç dilden ağladılar avuçlarıma Kolları aydan yontulmuş Dicle Yüreği güneşten biçilmiş Fırat Kaç dilden sevdiler onların yanısıra “Xwedê çıma tü wer xuweşik aniyi dunyayê” (Allah niçin seni bu kadar güzel yaratmış) “Ez dibêm belkî ji bo dilê me feqîra bi şewitîni rebilâlemîn tu anî dünyayê (zannediyorum biz fakirlerin gönlünü yakmak için Allah seni yarattı) . (5) Kazazlar bedesteninde kalbin Haddesinden geçer ipek Sabrın ipliğiyle ömür dokunur zamanın tezgahında Şemame kokulu yarim –bereketim-kederim Bu dağlar neden mi bu kadar sarptır Bu göklere neden küsmüş tanrılar Ellehem bahara kavuşuruz diyordum “Lê kafirê lê bê bavê bibêji ezê ji derdê eşqate çer bikim. Zû li mi vegerîni hingî kes em nedîn” (Kafirin kızı, ne sebi gayri sahih kız söyle içimi yakan aşkının elinden ne yapayım? Cevap ver kimseler bizi görmeden(6) Sorup soruşturak-tartak danışak dedi Ben o kızı babasından istettim Yollar gelmemiş gitmemiş buralara Dicle’nin perileri uğurludur derlerdi Dengbejler de gelmiyor terk edilmiş ıssızlara Bir arı dolanıyor çiçeksiz yamaçlarda Uygarlık zulum diye bilinir gayri Çünkü kan ve gözyaşı gelmiş dağların ötesinden Ve eli kırbaçlı ağa Ve berdel Ve recm Kan davası Kaçak yollarında mayın deryası Kopan bacak kol çıkan göz Ve yaralı söz Daha söylenmeden Kanar dudaklarımda “Lo dermanê dilêmi ejî ji te hez dikim le çi tê ji destêmi. Dûr heri xelkê me bivîni. Roja sêşemê wexta esrî li hinda (dara mahmûda) li ben da mi bi ezê bêm qirşika” (Ey aşkımın ilacı güzel çocuk ben de seni seviyorum ama elden ne gelir. Acele uzaklaş bizi gören olur. Salı günü ikindiye doğru beni “Dara Mahmud” a mevkiinde bekle. Çalı çırpı toplamaya geleceğim.) (7) Büyük aşklar vardır biter Bir ağaç kesilmiş gibi O aşklardan kalan Düşüm ben Sahipsiz Ben gelmeden önce Sen gelmeden önceydi Sen gelmeden önce Ben ben değildim Başka bir şeydim Hiç çiçek açmamış bir toprak gibi Çamurlara düşmüş karınca gibi Başında patlamış bütün tufanlar İnlerde yaşanmış ömürlerde Bir sevdalar düşmüş senin payına Hasankeyf’in kuytu mağaralarında Toprak kemiklerinde duyarken nevruzu Gecenin kıpırtısız deryası ürkünç Sessizlikte ayaklarının ucuna basarken ay Toplanmış karanlıkta Mezopotamya cinleri Öksüzlerin gözyaşına benziyor tüm yıldızlar Dediler kızların en güzeli kim Erkeklerin en yakışanı Mem u Zin Mem u Zin Önceden tanımazdı birbirini Müğrüb şehrinde MEM ve Cizre’de ZİN Dedi cinler şahı kalabalığa Bu gece onları bir araya getirin Adıyaman üstünde ince bir duman Aşk varsa bahtını sen çizemezsin Ey aşka yol düşüren Sen gayri sende değilsen Bocan Beyi Zeydin- Halit soyundan Ey Mem zından dedikleri maşuktan ayrı düşmek Değilse duvarlara hapsolur mu gönüller Ben sizi sınadım dedi aşk galip geldi Var hadi git Zin Var kavuş Mem'ine zindanda yatmaktadır Zindan karanlığını ışıtan aşk mı sen mi Hayır ben senden almaktayım ışığımı Güneşin yanında ay misali İki ışığın kavuşmasıdır Orada evrensel aşk kemal bulanda Kendinden geçti bayıldı düştü Mem u Zin Buluşan aşktı çünkü Bu şiddete dayanmazdı fani beden “Ben aşk yoluna, reh-i sevdaya girince, bütün meşakkat ve sıkıntıları göze almıştım” dedi Zin ey babam Botan Beyi Halit bin Velit soyundan “Ben ölünce herkes eğlensin, çünkü maddî vücuttan azad olup, kurtuldum, ruhî hayata girdim, biz bu aşkımızdan dolayı, çektiğimiz çilenin mükafatı olarak ahrette eğleneceğiz, Sıti’yi Tacdin’e verdiğin gün yaptığın düğünü tekrar et” der. Mem'de ölmeden önce şu sözleri söyler: Ben, hiçbir Bey’in huzuruna gitmem. Ben, ölüme esir olanların, kölesi olmam. Bu beylik, vezirlik geçicidir, sihir ve hayal oyunudur. Ölümlü ve azledilen bey, bey değil ancak esirdir. Ben cennete, mutluluğa gidiyorum, dünyada kalbinde madde ve dünya sevgisi bulunmayan herkes cennete gidecektir. Asıl vuslat, kavuşma ahirette olacaktır.”(8) Mushaf-ı Reş’in sırlı nakışlarına benzer Öyle bir göğü vardı yüzünün Güne karşı durmuş Kadim bir kayaya benziyordu Fırat’ın kıyısında Belki de bir türbe kavvalıydı Belki de aşkta kaybolmuş bir çobanın taş hali Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar Anaydan babaydan ayrı koyarlar Kavuşmak ölmekmiş aşkta Kavuşmak yok olmakmış Ben olmaktan çıkmakmış Kavuşmak aşk olmakmış Ummana karışmakmış Fırat bir garip çobandır dağlar içinde Aşk patlamış çağlardan Dicle aşkına Yokludur İnsanın sevdiği Dicle gibi olmalı Salınışı serinlik taşıyan kuş kanatları Ayağının değdiği yer yeşermeli Hırçınlığı deliliği çığlığı ve suskusu Bereket getirmeli yar dediğin Tanrıların eline su dükmüş Dicle Ağlamış kaç acıya kana bulanmış Bir yaralı bozlak çırpınır Fırat’ın çığlığında Ecelsiz katledilmiş nice can gibi Dizlerine vura vura avuçlarını Ağlar dağlar içre kaç bin yıl geçti Bir bakarsın düğün dernek karışır halaylara Yarini arayan bir deli aşıktır bazan Bazan hayatın anlamını arayan bilge Yokludur nesi varsa dağıtır eşe dosta Aşk dediğin böyle kırbaç altında Binyıllardan binyıllara yaralı Bir yanda Ahura Mazda'nın yetimleri Angra Manyu'nun katilleri elinde Binlerce yıldır Bir aşkın yüzü suyu hörmetine Açlara bir lokma işte Fırat u Dicle’nin sevdasındandır Ben dağlara bağırdım Gene bögün Dağlar devrildi de yol verdi bana Taş taşa aşık oldu Diyarbekir'de Sesim vardı da Urfa'nın yüzünü yudu Sahapsızam yurtsuzam Koyvermişim kendimi Uçsuzam hudutsuzam Ey kalbimin yarasında çağlayanım yar Bağdat illerinden sordun mu beni Ala bulutları tarayan ay Tanıksın acıya bereketli toprakta Yeğin atlarıyla gelen zulum Dağıtır dardağan eder güllerin semahını Belik belik Dicle kızın saçları Turna semahıdır edası Gözleri tüm aşkların bileşkesi Yüreği tüm aşkların yol çatı Fırat Tanrısal temmuzdan almış endamını Bilgeliği Hammurabi'den eskil Yüreği yalın can şaki Ben seni yeryüzünün tüm aşklarıyla sevdim Sazı kırık bir ozanım o diyardan bu diyara dolanan Rüzgarda savrulan dikendir bahtım Seni anlatabilmek için tüm zamanlara Bütün acılarla vuruştum geldim Seni anlatmak için hıdırellez geceleri Saçlarının arasında buluşan yıldızlara Katliamlara ve coşkulara tanık aynaya Senin güzelliğin yanında Kalp bir para gibi kalan aya Seni anlatabilmek için Daha hiç söylenmemiş dizeleri aradım Gördüm ki senin dışında aramak boşunaymış Sana dair söylenecek sözü ey Dicle Şattül Arap diyarında kollarıma aldığım zaman Ay gökte bendir oldu balkıdı Gün dehşetle kızardı Gördüm ki seni anlatacak söz iki dudağının birleştiği yerdeki o kutsal çizgi ve göz kapakların yumulunca kirpiklerinin yazdığıdır sen konuşsan başka bir güzelliğini anlatır o kadim dizeler sen sussan başka gözlerini açıp da baktığın zaman başka bir güzelliğini söyler kirpiklerin yumunca başka bir sonsuz ey tarihin en eski proleteri bereketinden sual olunmaz mübarek kollarının karıncalar türkü söyler saçlarının baharında ve yoksul çocukların sarıldıkları şefkat en eski bilgesi ey yeryüzü toprağının en kadim sevdalısı tufanların yüreğinden geçmiş de gelmiş nice Nuh tufanların üzerine dikilmiş şakilerin piri Fırat isyancıların en sevdalısı hiçbir söz anlatamaz bizim kavuşmamızı doru Arap küheylanı buluştu gök kır güreyle iki bulut karıştı birbirine biri al biri mavi iki dağ omzundan tuttu birbirinin bu ülkenin dağları konuşurdu taşları sevişirdi akılalmaz acıların orta yerinde dişi ve erkek taşlar vardır dağımın yamaçlarında burçları dişi kentlerin oralarda dudak çizgileri bilinmez bir dilin şiirleridir destanlar yazılıdır insan yüzünde bir ağaç yürür ayışığında nehirlerin halaya durduğu yerdir bu yoksul iller ve hayatın anlamı bir gözün damarlarına yazılmıştır sözsüz anlatılır Fırat ve Dicle’nin bitmeyen aşkı Karıncalar türkü söyler ayışığında Kaç dilde konuştu Ferat u Dicle Nice dağlar aşıp yollar geçti de Kavuştu yana yana akarak Başka bir derya oldu Ne Dicle ne Ferat kaldı Kavuşmak ölmekmiş aşkta Kavuşmak yok olmakmış Ben olmaktan çıkmakmış Kavuşmak aşk olmakmış Ummana karışmakmış …………………………….. Bütün arkadaşları toplanmıştı gece baskınlarında.. Bir Mamo vardı Diyarbekir'li 12 Eylül’ün en ateşli günleriydi gece bir meydan ateşi gibi sessizdi; çevresinde hiç kimse olmayana.. sazların teli kopmuş,diller felç geçirmişti Günlerce dolaştı Diyarbekir'li Mamo Amed'in bütün zamanlarında dolaştı Bütün arkadaşları toplanmıştı Rüzgar bile haber taşımıyordu Bir Dicle’ye bakıp sanki ondan medet umuyordu Dünya devasa bir zindandı ona İnsansız bir şehirde dolaşmaktaydı Bir gece Evdeki kitaplarını topladı bir çuvala doldurdu Felsefenin temel ilkeleri,nazım’ın şiirleri Sosyalizmin alfabesi ve daha başkaları Uzaktan devriye sesi geliyordu Daracık sokaklardan geçti Gizlice buluştu Dicle’yle karanlık bir köşede Ve tek tek bıraktı kitaplarını suya Gözlerinden birkaç damla yürek suyu aktı Döküldüler Dicle’nin parmaklarına Bir tütün daha sarıp içti Sonra varıp devriyeye teslim oldu Kaynaklar: 1- Mem û Zîn,Ehmede Xanî, 2-3-4-Kramer,Sümer Mitolojisi 5-6-7-Edip Karahan,Dicle-Fırat,Yıl 1, Sayı 5,1 Şubat 1963 8- Kaynak: MEM Û ZÎN,EHMEDE XANÎ,Hasat Yayınları 1990 İstanbul,Çeviren: M.Emin Bozarslan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © adnan durmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |