Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
Aşk ve iktidar…Aşkın iktidarı…İktidar aşkı…İktidarda olanların ve olmayanların aşkı…Kölenin aşkı,efendinin aşkı…Güçlünün aşkı ve güçsüzün aşkı…Dindarın aşkı,dinsizin aşkı…Güzelin aşkı ve çirkinin aşkı… Kuşkusuz,yaşadığımız dünyadan,zamandan,koşullardan,kişiliğimizden soyutlanamayacak bir duygudur o.Kuşkusuz zalimi mazluma,şeytanı meleğe,efendiyi köleye,köleyi efendiye çevirmiştir.Dindarı dinden çıkartmış,dinsizi imana getirmiştir.Kuşkusuz çirkini güzeller güzeli kılmış,korkağı dağlara çıkartıp şaki yapabilmiştir.İnsanoğlunun hala keşfetmeye çalıştığı sonsuz okyanustan başkası değildir.Bin yıl önce kangallar ve papatyalar nasıl açardı,arılar ve kelebekler nasıl konardı,göçerdi onların çiçeklerine; ki şimdi zamana uygun bir davranış değişikliği yapmadan aynı tutkuyla,aynı işlevlerini yapmaktadırlar.Aşk da bin yıl önce nasılsa aynıdır hep.Değişen insan,giderek insanlıktan çıkan insan,büyük bir tutku ve acıyla aşkın en saf,en aşk halini yaşamaya çabalamaktadır.Ne boşuna bir çaba; makineler aşkı nasıl bilebilir.Yaşama biçimi,davranışları,neyi seveceği,neye “güzel “ diyeceği başkaları tarafından belirlenen, aslında kendine yabancılaşmış insan nasıl sevebilir.Oysa aşk olmak için,kendi olmak gerekmez mi.Kendi olmadan aşk mı olur.Başka tutkuları için yaşamını araç yapanlar ne boşuna bir arayıştadır aşk yolunda.Akşama kadar kendisine televizyon ve her türden iletişim aracının sunduğu illüzyonları tutkuyla kovalayanlar, aşkı nasıl yakalayabilir.Yaşamını para kazanmak için,erk kazanmak için,egemenlik ve makam kazanmak için araç yapanlar; gece gündüz paraya,iktidar hırsına,makam sevdasına secde edenler için yaşam bir araçtan başka ne olabilir.Aşk nasıl geçsin onların dünyasından.Kendi istençleri ve istekleri,kendi canları,malları,makam ve mevkileri,kendi süslü yaşamları,kendi egemenlikleri,kibirleri,güzellikleri,yakışıklılıkları,”kendileri “ olanlar,”kendi” dışlarına çıkmayanlar,”ben” diyenler,benciller,istedikleri ahkamı kessinler ama aşka yolları düşemez onların.Kendinden dışarı çıkmayan,aşkın kapısına uğrayamaz. Kapitalizmin tekelci aşamasında,emperyalizmin dünya kültürleri üzerinde soykıran bir karanlıkla dolaştığı zamanımızda,en büyük saldırı insanın tam da kendisine olmaktadır.İnsan ne kadar insan şimdi.Bundan önceki tüm zamanlarda da insanın başındaki egemen olanlar,onu köle yaptılar,kul yaptılar ama hiçbir zaman bir makine parçasına,bir cıvataya bobine dönüştüremediler.Zamanımızda ise birey bir makine parçasına dönüştürülmektedir.Dişliler,çarklar asla sevemez.Tekelci dönemde insan aklı tek boyutlu değil boyutsuz hale getirilir ve seçmeci yanı yok edilir,seçim yapamaz.Aşk bir seçmedir ve bir görmedir. Gerçek…Bizim gördüğümüzle gerçek aynı şey midir.? Bizim gördüğümüz dağla,o dağın kendisi aynı mıdır? Aynı dağı,yüz ayrı ressam çizse aynı resmi mi çizecek..Kuşkusuz ki hepsinin çizdiği aynı dağ ama ortaya çıkan resim farklı olacaktır.Dağın gerçeği,bir çobana göre başkadır,bir jeologa göre başka,bir coğrafyacıya göre başka,bir dağcıya göre başka olacaktır.Bir insan,bir dağ veya masanın görüneni,algılananı ve gerçeği aynı değildir,biz hep kendimizi katarak algılarız.(her bilim dalı, görünenin arkasındaki gerçeği kendi yöntem ve ölçütleriyle araştırır) Bir insanın gerçeği de,diğer insanlara göre başka başka olacaktır. Kimisinin sevmediğidir,kimisinin kardeşi,kimisinin yabancısı; kimine göre iyi,kimine göre kişiliksiz..Aşk bir seçme ve görmedir.Ancak aynı göz ve akılla bakanlar için,yani robotik bakanlar için,görülen şey çok farklı olmayacaktır. Egemen olanların insanı biçimlendirmek üzere sunduğu koşul, olanaklar ve toplumu tektipleştirme araçları,robotikleştirdiği toplumlara reçeteler sunarak kendi değerlerini zerkederler.”Güzel”,televizyonda durmadan gösterilen kadın tipleridir.Bu nedenle olmalı büyük kentlerde sokaklarda caddelerde kıyafetinden,saç biçimine,bakışından,kurduğu cümlelere,hatta zevklerine,değer yargılarına kadar birbirine benzeyen kadınlar ve erkekler görmek olası.Aşk,yalnızca burjuva yazarlarının romanlarında anlatılan aşktır,ya da dizi filmlerde,filmlerde gördüğümüz ama bir türlü yaşayamadığımız aşktır. Oysa farklı olana göredir aşk ve aşık farklı olanı arar.”Kendi” olmak adına bencilleştirilen insan,benzeştiği,kalıpları tıpatıp aynı olanlarla birlikte kitleye dönüştü ve renklerinden zevklerine kadar sürüleşti.Sürü,sürü içgüdüsüyle davranır.Bir yalnızlar sürüsü ki,herkes kendi ekseninde dönen bir bencillik alemi.Oysa aşk,kendinden çıkma,kendinden dışarı bakmadır.Yüreğinde açılan bu bakış pencereleri,yalnızca içeriye ışıklar ve görüntüler girmesine yaramaz,dışarıya bakmaya ve katılmaya da yarar.Ceviz kabuğunu kırmasaydı,ağaç olamazdı; ne türküler söyleyen yaprakları,ne gölgesi,ne renkleri,ne çiçeklerine konan arılar,dallarında şakıyan kuşlar olurdu,ne de meyvesi. Bilinen aşk öykülerinde de bir iktidar muhalefet,bir köle efendi uçurumu vardır.Şirin Ermen hükümdarının küçük kızı,Ferhad ise bir duvar ressamının oğludur.Sevdiğine kavuşmak için bisütun dağını yıkması gerekmektedir.Zeliha Mısır azizinin eşidir,Yusuf’sa kardeşlerinin kuyuya attığı kimsesiz bir çocuk. Zeliha saltanatını bırakacaktır Yusuf için.Mecnun bir rivayete göre Emeviler devrinde yaşamış bir beyzadedir.Kerem Anadoluda bir Türk beyinin oğlu,Aslı ise bir Ermeni papazının kızıdır. Egemen olan ve egemen olmayan çelişkisi,yüzyıllardan gelen tüm aşk öykülerinde ortaya konulmuştur. Burada vurgulanmak istenen nedir? Aşk geçmişten zamanımıza kadar tüm egemenlerin egemenliklerini hiçe saymış sonsuzluktur.Ne taç ne taht dinler yürekte aşkı olan; ne ölüm tanır; ne zulümden korkar; ne de mevcut düzenin sunduğu ayıp,günah,yasak kavramları umurunda olur.O kendi ahlak kurallarını,kendi doğrularını kendisi koyar.Bunu değiştirmeye ise egemenlerin gücü asla yetmez. Binyıllardır insanlığın belleğine öylesine sıkı kazınmıştır ki bu gerçek,zamanımızın egemen olanları bu başkaldırtan gerçeği de kendi kalıplarında eritip ucubeye çevirmek için her yola başvurmaktalar.Tekelci sistemin duygusu olmaz çünkü..Ondan ki,ruhunu,beynini,yüreğini sakatladıkları insan kitleleri,kendilerine ezberletilen aşklarda sadece acı çekmektedir.Arılar bir gün çiçek diye naylon çiçeklerle karşılaşırsa kırlarda ne yaparlar; aşk diye sunulan yeni değerler şimdi aynı şaşkınlığı yaşatıyor insanlarda.Robotik toplum yaratma mimarları robotsal evler yapıp,robotsal aileler oluşturarak orada yaşatıyor.Robotik dünyanın satılmış şairleri ve yazarları hormonlarıyla yazıyor aşka ve tüm insani değerlere dair reçetelerini.Ama Hormonlarla sevilemiyor ne yazık ki. AŞK ve acı,aşk ve çile,aşk ve engeller,aşkı büyütüp çoğaltan en önemli unsurlar olarak anlatılageldi bu güne dek.İnsanın insana kul-köle olduğu binyıllarda bu gerçekten de böyle oldu.Ulaşılmazlık oldu aşk.Divan edebiyatının bu konuda yazılmış en önemli yapıtlarından Büyük Usta Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk Mesnevisi ilginçtir. Hüsn ü Aşk, kurgusal anlamda Hüsn (Güzellik) isminde bir kız ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını anlatan, tasavvufi bir mesnevidir. Özetle öykü şöyledir: Muhabbetoğulları (Beni-mahabbet) adlı bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız,bir erkek çocuk dünyaya gelir.Erkeğe Aşk kıza Hüsn adını verirler ve birbirlerine nişanlarlar. Öğrenim zamanları gelince ikisi de Edep okuluna giderler.Dersleri,Rıza ve Teslimiyettir.Okulda Mollâ-yı Cünun(cinnet,delilik mollası) isimli büyük bir hoca vardır. Giderek Hüsn Aşk'a aşık olur. “Mînâ gibi AŞK’a ser-fürûda Bu şişede sanki ol sebûda” (Sürahi gibi AŞK’a boyun eğerdi, sanki biri testide diğeri kadehteydi) Birlikte zaman zaman Mânâ gezinti yerine giderek, gezinip, sohbet etmektedirler. Bu gezinti yerinde Suhan isimli bir mihmandâr (misafir ağırlayan kişi) vardır.Suhan, her şeyi bilen çok büyük bir insandır. Hayret isimli güç sahibi biri Hüsn ile Aşk'ın görüşmesine engel olur. Bir süre Suhan aracılığıyla mektuplaşırlar. Aşk'ın Gayret adında bir lalası vardır ve sonunda ikisi,Aşk'ın gidip Hüsn'ü kabile büyüklerinden istemesine karar verirler. Kabile büyükleri,Aşk'ın bu isteğiyle alay eder ama eğer Hüsn'e kavuşmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ`yı alıp gelmesi gerektiğini söylerler. Yolun çok zorlu ve korkunç olduğunu ise iyice anlatırlar. Aşk yolda devlerle, cinler ve cadılarla karşılaşacak, sonra ateşten bir denizden geçmesi gerekecektir. Aşk ve Gayret birlikte Kalb ülkesine yola koyulurlar.Başlarından birçok tehlike geçer. Her zor durumda onları Suhan kurtarır. Mutlu sonla biten öykünün sonunda Aşk'ın Hüsn'ü kendinden ayrı bir varlık olarak algılamasının, yanlış yollara yanlış yollara düşmesine neden olduğunu görürüz.Aslında Aşk Hüsn’dür, Hüsn de Aşk; ikisi birdir. Bir’likte ise ikilik olamaz. Her ne kadar bu öykü tasavvufi bir değere sahipse de,duygusal aşk bağlamında biz alacağımızı almaya kalktığımızda,İki insanın çileli bir yolculuktaki sayısız engeli aşarak bir olabilmesidir belki de aşk,diyebiliriz..Dünya edebiyatından bize taşınan bilgilere bakılırsa,aşk acı çekmek ve yanmaktan başka nedir ki. Şeyh Galib’in ikinin bir olması biçiminde sonuçlanan Aşk mesnevisi’ne karşılık Halil Cibran’ın şu sözleri ilginçtir; ” Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız, Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız, Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız, Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun, Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda, Birbirinizi sevin,ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın, Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin, Ekmeğinizi bölüşün,ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın, Şarkı söyleyin,dans edin,eğlenin birlikte,ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın, Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı,ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır, Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın, Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan, Hep yan yana olun,ama birbirinize fazla sokulmayın, Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır, Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez....” Kuşkusuz aşk bir birliktelik ve bütünlüktür,ancak,”tapınağı taşıyan iki sütun gibi bir birliktelik bireyleri birbirine bağlı ama bağımsız kılacaktır.Tekelci dönem,aşık ve maşuku tapınağı taşımak zorunda olmayan iki ayrı varlık olarak reçetelemiş ve onların arasına “sen –ben”,”senin paran benim param”,”senin ailen benim ailem”,senin hesabın benim hesabım “gibi sayısız nifak nedeni sokmuştur.Bölmek ve parçalamak,tekelci aşamanın en etkin silahlarından biridir ve bu silah sonucunda şimdiki zamanların aşkları, arkadaşlıkları darmadağın olmuş insan,aynı zamanda yalnızlaşarak robotlaşmıştır.Zamanımızın insanı bir meta gibi sahip olacağı,satın alınabilir ve tükenen bir meta olarak yaşıyor tüm güzel duyguları. Batıda “hastalıkta ve sağlıkta,ölünceye kadar “biçiminde edilen yeminler çoktan içi boşaltılmış ve anlamını kaybetmiş durumdadır.Kapitalizm için aşk,cinsellik,erotizm tüketimin yeni bir alanıdır yalnızca.Aydınlanma çağında cinsellik ancak romantizmle birlikte vardı.Postmodern yapıda ise,cinsel hazlar kendi başlarına bir değerdir ve kişiler bu değerlerin peşinde sürüklenmektedir.Dışarıdaki dünya,iş yeri, hastane,hapishane,okul, eğlence yeri gibi modern kentçi mimarinin ve yasaların şablonlarıyla net çizgilerle birbirinden ayrılmıştır.Her şey cetvelle çizilmiş planlar dahilinde sınırlara ayrılarak yaşama sunulmuştur ve kurallara tamı tamına uyulur.Giderek,evlerde herkesin kendi alanları oluştu.Bu alanlarda birey kendi haklarını savunurken “biz” kavramından.ok,”ben” kavramını ön planda tutmaya başladılar.. Benim-senin kavgaları ve çelişmesi,postmodern insan ilişkileri için kurulmuş birer tezgahtı.Çünkü her yerde her şeyin kuralları ve sınırları vardı.Aşkın sınırlarla hiç işi olamazdı oysa.Her şey kendisini meydana getiren parçalarına ayrıldı.Aile kavramı da bu bölünmenin tam ortasında yer aldı.Diğer tüm insani yanlarıyla birlikte insan ve aşk katledildi.yapay bir Sevgililer Günü icat edilerek tüketim malzemesi yapıldı aşk. “kadehin şeklini terk et şarap kadehtedir fakat kadeh değildir.” diyor Mevlana “İnsanlardaki güzellik iğreti bir yıldızdan ibarettir.Böyle olmasaydı “sevgilim” diye bağrına bastığın dostun,kocamış bir eşek gibi çirkinleştiğini görür mü idin? O sevgili bir vakit melek gibi güzel iken,şeytan gibi çirkinleşmiştir.Çünkü o güzellik onda iğreti olarak bulunuyordu.”diyor.Egemen güçlerin insanı bir görüntüye,kalıba dönüştürdüğü zamanımızda,her türden aşkın,öze dair bir buluşma ve karışma olduğunu vurguluyor bir kez daha. Bu dünyada kötüler var.Yaşadıkları koşullar onları kötü yapmıştır biçiminde çözümlemeler,onları iyi yapmaya yetmiyor.Yüreği aşk diye başka başka şeyler için çarpanlar.İkili ilişkide de iktidar ve muhalefet kavgaları yapan anlayış,aslında sevemiyor olmanın hıncıyla,giderek saldırgan bir konuma geçiyor.Yüreği aşk tanımayanlar,yüreğinde aşk olanların dünyasını karartıyor sevebilme yeteneklerini ortadan kaldırmak için.Egemen olanlar aşktan uzak oluyor.Aşk zalimlere,paraya,makama,mevkiye,eşyaya tapan putperestlere en uzak duygu oluyor.Aşka uzak olanlar,ona düşman oluyor,gördükleri yerde başını ezmeye çalışıyor.Onlar ki,Aşkın katilidirler. İktidarda olanların aşk iktidarsızlığı,tarihin her döneminde aşık ve maşukun arasındaki en büyük engel olmaya devam etti.İktidarda olanlar kendi güzel,doğru ve iyi kavramlarını kabul ettirebilmek için kan dökmekten hiç vazgeçmediler.Aşk da aşk olmaktan hiç geri durmadı.Onbinlerce yıldır yakılmış sayısız türkü,anlatılan sayısız efsane ve söylenceyle,zamandan zamana taşıdı aşkı ve aşıkları.Geniş kitlelerin yanındaydı aşk ve hep asiydi,kavgalarla birleşip ateşlerde yanmakta ustalaştı,dağlara çıkıp meydan okudu. İktidardakilerin aşk yanı iktidarsızdı İktidardakiler aşkın iktidarını hiçbir zaman yıkamadılar. Aşksa insanın insanı kul etmediği gelecek zamanlara, yeryüzüne kendisini büründüreceği zamanlara doğru, yolculuğuna,üzerine kan bulaşmış olarak devam ediyor. ADNAN DURMAZ 2 Temmuz 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © adnan durmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |