..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Günlük Olaylar > Mehmet Sinan Gür




2 Aralık 2002
'Şavaşa Hayır' Mitingi İzlenimleri  
Mehmet Sinan Gür
Yolları yürümekle aşındıramadık.


:AGEG:
Birkaç arkadaşıma söz verdiğim gibi ‘savaşa hayır’ mitingine gittim. Sırf kendi isteğimle, yani birileri tarafından örgütlenmiş olarak gitmediğim için daha çok bir izlenimci (belki bir gazeteci) gibi davrandım. Katıldığım en son miting 1977 yılında Ankara, Tandoğan Meydanındaki 1 Mayıs Mitingi idi (O zamanlar 1 Mayıs bahar ve çiçek değil, işçi bayramı idi). Aynı gün Taksim’de yapılan mitingde olaylar çıkmış ve 34 kişi hayatını kaybetmişti.

24 yıl olmuş. O günden bu yana çok şey değişmiş. Her şeyden önce ben değiştim. Artık genç değilim. O yıllardaki gibi düşünmüyorum. Ama gördüklerime de biraz üzüldüğümü itiraf etmeliyim. Size mitingden hiç olmazsa bir paragraf yanlı –taraf tutan- bir izlenim yamak istiyorum.

Kalabalıklar slogan atarak coşkulu bir şekilde Çağlayan Meydanını doldurdular. Meydan onbinlerle dolduktan sonra gruplar akın akın gelmeye devam ettiler. Savaşlarda ölenler için bir dakikalık saygı duruşundan sonra katılımcı sivil toplum kuruluşlarının sözcüleri konuştular. Konuşmacıların sözleri ‘Savaşa Hayır’ sloganlarıyla sık sık kesildi. Miting olay çıkmadan dağıldı.

Başarılı bir miting olsaydı. Böyle sözler söylemek gerekirdi. Ama başarılı değildi. Yine de bazı hoş şeyler oldu.

Miting alanına girmeden önce polisleri ve barikatları görünce biraz çekindim. Bir karışıklık olsa işin bir ucunda en azından dayak yemek vardı çünkü. Ama cesaretimi topladım ve Mecidiyeköy tarafından giriş yaptım. O sırada Eczacılar Odası üyeleri de giriyorlardı. Yol boyunca genç üyeler (yaşlılar da vardı) geçtikleri yerlerde insanlara, çocuklara şeker dağıttılar. Birinde avuç dolusu şeker alan çocuğa normal giyimli bir polis “Haydi sen de git arkadaşlarına dağıt” diye akıl öğretti. Ters yönde yürüyen birkaç kişi “Savaş olmasın, savaşa hayır” diye gülerek bağırdılar. Ama aslında dalga geçiyorlardı. Yaşlı, şişman bir çiçekçi kadın da dualar okuyarak bizi desteklediğini belli etmeye çalıştı.

Barikatlardan geçtikten sonra Şişli’den gelen başka gruplarla karşılaştık. Sloganlar duyulmaya başladı. Slogan attıranların elinde pilli hoparlörler vardı. Biz de Çağlayan meydanına doğru yürüyen korteje katıldık. İleride TMMOB pankartını gördüm. Ben de mimarım ya, yerim burası olmalı diye düşündüm. Gittim baktım, Makine Mühendisleri Odası üyeleri imiş. Mimarlar ortada yoktu. Ben de onlarla yürüdüm. Yol zaten kısaydı. Meydana geliverdik. Arada bizi gören pek olmadı ama kameralar sürekli film çekiyorlardı.

Alana geldikten sonra kortejden ayrıldım. Biraz yüksek bir yere çıktım. Amacım kalabalığı görmek. Yol kenarında yukarı çıkınca, meydanı da iyice algılamış oldum. Buraya meydan demek pek doğru olmaz. İki yolun kesiştiği bir kavşak demek daha doğru. İki yanında büyükçe iki cami var. Kavşağın bir yanı, çevresi telle çevrili, içine girilemeyen bir futbol sahası. Bir yanı duvarla çevrili özel bir alan. Yani kalabalık toplamak için hiç de elverişli bir yer değil. Meydan dolduktan sonra geriye kalanlar iki yol boyunca uzamak zorunda kalıyorlar ve merkeze yaklaşamıyorlar. Birbirlerini de göremiyorlar.

Meydanda kurulan ses tesisatının önünde birileri konuşuyor ama neredeyse kimse onları dinlemiyor. Mitinge küçük küçük birçok sivil toplum kuruluşu katılmış. Hepsinin de sayıları az. Bütün kalabalığı toplasanız 10bin kişiyi geçmez. Bir benzetme yapacak olursam, aynı gün İstiklal Caddesinden yarım saatte geçen insanlar daha fazladır. Yani böyle bir kalabalık için bir bölük robocop 6 tane polis köpeği getirmenin gereği yok. Az bir grup polis yeter artar bile.

Üstelik bir örgütlenmeden, grupların birlikte çalışmalarından söz etmek mümkün değil. Sanki herkes oraya kendisini göstermeye gelmiş. Bir grup, Çinlilerin yılan ejderine benzer uzun bir bez maketin altında aynı Çinliler gibi gösteri yapıyor, başka bir grup halay çekiyordu. Herhalde mitinge değil eğlenmeye gelmişlerdi. Bir grup da Fenerbahçe’nin maç davul ve trampetleri eşliğinde ‘Eylem Anarşi’ diye slogan atıyordu. ‘Anarşi’ diye slogan olur mu? O zaman burada ne işin var? Uzun plastik sopalı siyah bayrakları bana ortaçağ Japon savaşçılarını anımsattı. Başka gruplarda da benzer bayraklar vardı.

Ölenler için bir dakikalık saygı duruşunda gösteriler, davullar susmadı, Çinli dansı durmadı, halay çekilmeye devam etti. Çünkü konuşulanları dinlemiyorlardı. Orada birileri bağırıp çağırıyor, savaş konusunda olsa gerek, bir şeyler söylüyordu. Perpa-Taksim tarafındaki yolda, mitingden ayrılırken gördüğüm meydana girememiş bir grup, yerlerde parçalanarak savaşa karşı hazırladıkları oyunu oynuyorlardı. Bu noktada her kimse, organizasyon komitesinin de hatası var. İnsanları bir yere toplamakla işin bitmediği görüldü. Halktan toplu bir katılım isteği olsa, ne yapacaklarını şaşıracaklarına bahse girebilirim. Böyle bir organizasyonsuzluk kasıtlı davranışlara da açık bir durumdadır. Provokasyonlara demek istiyorum. Kimin kim olduğu bilinmediği için birkaç kişi iki grubu birbirine düşürür, olur biter.

Katılım çok azdı. Dört sendika Türk-iş, Hak-iş, DİSK ve KESK’in ne kadar üyesi olduğunu bilmiyorum. Ama bunlar Türkiye’nin bütün emekçilerini kapsıyor. DİSK ki 70li yıllarda tek başına 15-16 Haziran olaylarına sebep olmuş, askeri birlikler ancak durdurabilmiş, sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. ÖDP, TKP gelip yalnızca bayrak gösterdiler. 200-300 kişi ancak vardı. 70li yıllarda tek başına Taksim Meydanını dolduran Devrimci Gençlik küçük bir grup olarak bulunuyordu. ‘Halkın Birliği’ isimli bir grup yalnızca beş kişiden oluşuyordu. Onlar da ancak büyük bir bez pankart taşıyabiliyordu.

Mimarlar Odasının İstanbul’da 6-7bin üyesi var. Mimarlar mimarlığın ev ya da hazır mutfak satarken firmaların promosyonu olmasından yakınıyorlar. Ama ortada yalnız bir kişi var. O da benim. Mimarlar ki, biraz da mesleklerinin gereği olarak, toplumların en aydın, en ilerici kesimini oluştururlar.

Mitingin duyurusunun iyi yapılmadığı konusunda da eleştiriler olmuş. Bir derece doğru. Bana mitingi bildiren yalnız bir yazı geldi, o kadar. İstanbul’da bireysel yapılmış afişler gördüm. Yani herkes kendi afişini basıp duvarlara yapıştırmış. Belki birbirlerinin üstüne bile yapıştırmışlardır. Doğru bile olsa böyle mazeret olmaz. Duyursaydılar. Ama kendi egolarını yenemedikleri için ne kendileri bir şey yapabiliyor, ne de başkalarına yaptırıyorlar. Sol artık bir güç olmaktan çıkmış, marjinal birkaç grubun eline kalmıştır. Bunlar da birlikte hareket etmeyi öğrenmedikleri sürece de bir varlık gösteremeyecektir.

Savaşa karşı birçok dernek var. Ama ortada yoklar. Atatürkçü olmakla övünen dernekler, vakıflar ortada yok. CHP, DSP, YTP gibi partiler yok. DEHAP’ın demokrat kesimi olduğunu iddia edenler yok. Halkın katılımı yok. Ancak cesaretini toplayan, önüne yemek olarak konanı yemeyenler gelebilmiş. Çünkü eski mitinglerden edinilmiş bir deneyim var. Daha yakın zamanlarda, sanırım 5-6 yıl önce Kadıköy’deki 1 Mayıs mitinginde olan rezalet var. Anarşi olsun diye camları kırıp arabaları ateşe vermişlerdi. İnsanlar belki savaşa karşılar ama hem söylemek cesaretini gösteremiyorlar, hem de kendilerine yol gösterecek doğru bir öncü göremiyorlar.

Mitingden biraz erken ayrıldım. Polis barikatların ötesinde başka bir yaşam var gibi geldi bana. Sakin bir Pazar günü, Çağlayan’dan, Şişli üzerinden Sultanahmet’teki panayıra kadar yürüdüm. Aynı gün yaşadım ama panayır ayrı bir konu.

Burada bir konuya daha değinmeliyim. ‘Savaşa Hayır’ mitinginde yalnız solcular yoktu. Örneğin Abdurrahman Dlipak oradaydı. Hak-İş’ten olduğunu sandığım bir Sendika kendi hoparlörlerinden “Ölürüm Türkiye’m’i çalıyordu. Anlayacağınız solun yok olmasından daha vahimi, Türkiye’de savaşın çıkmasına karşı çıkacak bir kamuoyu gücü bulunmuyor. Savaş çıkarsa ne yazık ki sonuçlarına hep birlikte katlanacağız. Bu hepimizin suçu olacak.

Son olarak ne düşündüğümü, nasıl davranacağımı anlayamayanlar için şunu söylemeliyim. Çıkacak olası bir savaş bizim savaşımız değildir. Tersine, bizim zararımıza olacak bir savaştır. Yani kendi elimizle kendimize zarar verebiliriz. Savaşın çıkmaması için elimden geleni yaparım. Ne yapabilirsem. Ama diyelim ki savaş çıktı, bu kez savaşı kazanmak için elimden geleni yaparım. Çünkü biz aynı teknedeyiz. Hem kişisel, hem toplumsal çıkarlar bunu gerektirir.

2.Aralık.2002



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın günlük olaylar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Cola Turka Üzerine
Sultanahmet Camii Avlusunda Çirkin Standlar
Seçim 2002 Sonuçları ve AKP
Türkiye'de Petrol Var!
Seçim 2007 Sonuçları ve Akp
Fransız Demokrasisine Bakın
İzedebiyatta Yenilikler Tartışması Forum Notları
01 08 Cinayetin Sorumlusu Kim?
R. T. Erdoğan Türkiyeliliği Keşfetti.
01 07 Amerikan Rüyası

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yemen Türküsü
Kitap - Sevdalinka - Ayşe Kulin
Erbil (Kuzey Irak) 1
Kitap - Karl Marx 32inci Dereceden Masonmuş
Rüya Gibi - Kafkas Halk Dansları Gösterisi
Empati Kelimesinin Anlamını Hrant Dink'ten Öğrendim
Sezen Aksu Konserinin Düşündürdükleri
Film Kitap - Turyetski Gambit ve Plevne Savaşı
Boykot Bütün Dünyada Yayılıyor
İngilizce Eğitim I, ODTÜ ve Oktay Sinanoğlu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.