Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Birkaç gün İzedebiyatın forumlarında yenilikleri ve önerileri ‘tartıştık’. İyi ki birbirimizi görmüyorduk. Görseydik kırıcılık konusunda TV’lerde izlediğimiz forumları aratmak bir yana, herhalde çok gerilerde bırakırdık. Bıraktık da zaten. Konu kapandıktan sonra bakıyorum da sözler parça parça dağılmış, sağda biraz, solda biraz, araya başka sözler karışmış. Sonradan neler olduğunu anlamak isteyen bir kişi için gelişimini takip etmek oldukça zor olacak. Suçlamalar, hakaretler var. Bir de yazıları sondan başa doğru okumak zorluğu var. Yazıları takip edemeyen biri her yazıyı göremeyeceği için çok yanlış sonuçlara varabilir. Burada hepsini toparlamak istememin nedeni budur. Hiçbir sözü değiştirmeden, eklemeden ve atlamadan buraya aktarıyorum. Konu Açık Büfede başlıyor, izedebiyat forumunda bitiyor. Diren Yardımlı: Değerli yazarlarımız! Yakın bir gelecekte Haftanın (ya da Ayın -bir türlü karar veremedik)Yazarlarını seçmeye başlayacağız. Seçilen yazarları anasayfada özel bir bölümde duyuracağız. Seçimi biz değil, sizler yapacaksınız. Kütüphanelerde en çok çıkan yazarlar Haftanın/Ayın Yazarı olmaya hak kazanacaklar. Size ün, şöhret ve zenginlik getirmeyecek belki, ama İzEdebiyat'ta özel bir yeriniz olduğunu bir kez daha hatırlatacak size. :) Sizden ricamız, kimse dışarda kalmasın diye, kütüphanelerinize doyasıya sevdiğiniz yazıları eklemeniz. Elbette, her zaman söylediğimiz gibi, kendi yazılarınızı bunun dışında tutmaya özen göstererek. Kütüphanelerini ağırlık olarak kendi yazıları için ayıran yazarları bu seçime katamayacağımızı şimdiden hatırlatalım. Bu projeyle ilgili görüş, eleştiri ve önerilerinizi bekliyoruz. NOT: Bu arada İzEdebiyat'ın günlük ortalama girişini merak edenler için, ortalama 3000-5000 arası sayfa açılıyor her gün. Bir Yahoo olamadık belki henüz, ama Yahoo da batıyor deniyor... Burada ise her ay bir önceki ayı ikiye katlıyoruz neredeyse. :) Naci Elmalı: Sevgili Diren Yardımlı, sizi bir kez daha kutluyorum. Ayın ya da haftanın yazarı olmak önemli olabilir de olmayabilir de, bu biraz bazı şeyleri aşmışlık meselesi. Ancak madem ki ortada tıklama denilen bir sistem var, o halde forumlardaki önerilerimde göreceksiniz ki, kütüphanecilik bundan daha güzel bir sistem, daha adil bir sistem olacaktır. Nitekim siz de böyle düşünmüşsünüz, aklın yolu birdir. Böylece kütüphanesine kendi yazılarını dolduranların başka kütüphanelerde aynı ilgiyi görüp görmediklerini hep birlikte göreceğiz. Bir kez daha altını çizeyim, bu bir yarış değil, ölçü de değil. Ancak nasıl bir insan evini sevdiklerine açar ve misafirperver davranırsa, yazılarımız da bundan böyle, kütüphanelere misafir olacak. Yine altını çizeyim ki, haftanın yazarı veya ayın yazarı olup olmamak önemli değil, yazılarımız belki biraz daha okunmuş olacak. Hevesinizi kırmayacağımı umarak, bu kez de yahoo.com,hotmail.com, xxxx.xxxx@hotmail.com vb sanal içinde sanal yazarlar ve kütüphaneleri türeyebilir. Sanal içinde sanal kütüphanelerine yine zirvede görmek istedikleri kendi gerçek isim altındaki yazılarını ekleyebilirler. Aptalca bir hırsın sınırı yoktur ama aklın da...Çözümün yine sizlerden geleceğini umuyorum. Sevgiyle kalın Diren Yardımlı: Sevgili Naci Elmalı, sizin daha önce atmış olduğunuz mesajınız bize yol-gösterici oldu. Listeleri kütüphanelere göre belirlememiz olanaksızdı, çünkü henüz yazıların çok az bir kısmı kütüphanelere girmiş bulunuyor. Ancak haftanın/ayın yazarı için kütüphaneler adil olur diye düşündük. Biz de size teşekkür ediyoruz. Uğur İzzet Karakoç: Öncelikle haftanın mı ayın mı olması konusunda bir öneri sunmak istiyorum.Kanımca haftanın yazarı şeklinde seçim daha mantıklı çünkü bildiğimiz gibi izedebiyat çok hızlı güncellenen bir site.Bu kadar hızlı akan bir site için ayın yazarı durumu fazla yavaş kalır inancındayım.Benim önerim haftanın yazarı şeklinde olması ve her hafta tekrar gözden geçirilerek yenilenmesidir.Naci arkadaşımızın dediği gibi aptal hırsın sınırı yoktur.Kendilerini yukarıda görme dürtüsüne kapılanlar bin bir numara çevirebilirler.Ancak kendilerini kandırmaktan öte birşey olmayacaktır bu.Ayrıca madem kütüphaneler kriter alınacak yazarları kütüphane kurmaya teşvik etmeliyiz.Gördüğüm kadarıyla kütüphane sayısı yazar sayısıyla kıyaslanamayacak kadar az durumda.Bu teşvik konusuna nasıl bir çözüm bulacağınızı bilemiyorum,bu konudaki önerim tepki çekebilir ama yinede paylaşacağım.Ben sadece kütüphane kuran yazarların haftanın yada ayın yazarı seçilme hakkının olması gibi bir öneri sunacağım.Birileri kalkıp vay efendim kütüphanesizleri dışlıyacakmıyız demesin bu önerinin amacı kimseyi dışlamak değil sadece kütüphane kurma eyleminin yayılmasını sağlamak.Böylece bu değerlendirmeye girmek isteyen herkez bir kütüphane kuracaktır.Ayrıca "yok ben kütüphanede kurmam değerlendirmeyede girmem" deme haklarıda vardır yazarlarımızın.Bu yöntem kimseyi kütüphane kurmak zorunda bırakmadan kütüphaneye teşviktir.Kanımca içerisinde dolaylı yoldan küçücük bir zorlama bulunsada zararsızdır ve kütüphanelerin yaygınlaşmasına yardımcı olur inancındayım.Umarım karşılıklı önerilerle bu işi düzgün bir yola koyarız.Herkeze başarılar diliyorum.Hadi bana yallah. M.Sinan Gür: Kütüphane oluşturan, veya kütüphanesine başka yazarları alan kişi haftanın adamı olabilir. Ama beğenilen bir yazar olmak bence farklı bir şeydir. Kütüphaneleri bu işe karıştırmasanız daha iyi olur deme hakkını kendimde görüyorum. Çünkü 3 tane kütüphanem var ve birinde benim hiç yazım yok; hepsi başkalarına ait. Diğer ikisini de kütüphane özüne sadık kalarak kullanıyorum. Yani beni haftanın adamı seçerseniz mutlu olurum :) Naci Elmalı: Burada sevgili Sinan Gür'e katılıyor ve kendisini "tüm zamanların adamı" ilan ediyorum, tüm iyi niyetimle:) Zaten önerimde belirtmiştim, bu bir yazar seçimi ve asla bir kriter, ölçü değil. Ancak "tıklama" olgusu da kimseyi yazar yapmıyor ki. Yapmadığı gibi bir de kimin ne kadar okunduğu konusunu bulanıklaştırıyor ve içinden çıkılamaz hale getiriyor. Sistemden herkes memnunsa, ben de memnunum. Aynen devam edebilir elbette. Ben bir daha bu sitenin "hıyarı" olmamak için beni "hıyar" yapanlarla empatik iletişim kurmam sonucunda, bu tip bir öneri getirmiştim. Çünkü dedim ya, "tıklama" yüzünden herkes sistemcilere ve birbirlerine acımasızca saldırdı. Kimsenin bir çözüm önerdiğini görmedim. "Adam" mı "yazar"mı konusunda ben düşüncemi net ortaya koyan forum başlığını attım zaten. Aramızda hem bayanlar da var, yazarlık uymuyorsa "adam"dan başka bir tanımlama arayalım derim. Kendi adıma, "Haftanın En Çok Satanı"nı öneririm. Her iki cinsi de kapsıyor, erkek+dişi=insan. Dedim ya, zaten "tıklama"ile de yazar olunmuyor. Bir başka önerim: Her yazarın kütüphane kurarken sanal bir parası olsun. Parasına göre kendi yazıları dışında yazılar satın almak zorunluluğu olsun. Ve her hafta kendisine verilen sanal parayı tüketmek zorunda kalsın. Sanal paranın miktarı ve birim yazıların fiyatları şöyle tespit edilebilir: Toplam Yazı Sayısı/Toplam Yazar Sayısı = Haftalık Ortalama Yazı Sayısı Toplam Para Miktarı/Haftalık Ortalama Yazı Sayısı = Birim Yazı Fiyatı Bu eğlenceli bir oyuna dönüştürülebilir. Birileri çıkıp "oyun gereksinimini git oyun sitelerinde gider, burası bir edebiyat sitesi" diyebilirler. Onları şimdiden duyar gibiyim. Ancak derim ki, hayatın kendisi zaten oyundur. Kimine göre tavladır: zar tutan da var, zar bekleyen de...Kimine göre satrançtır: piyon da var, vezir de, şah da ve sonunda mat da...Neden dışarıdaki gerçek yaşamı buraya taşımayalım ki? Bu konuda fikirler üretelim. Siteyi sanal bir pazara dönüştürebiliriz. Hepinize sevgiler:) Diren Yardımlı: Sevgili Naci Elmalı, önerin çok eğlenceli duyuluyor, ama bizim de yapabileceklerimizin sınırları var. Ayrıca işin içine para soktuğumuz an çok geçmeden borç alma, buna bağlı olarak faiz oranları, sonra da enflasyon gibi sorunlarla boğuşmamız gerekebilir. Hepimiz Türküz ne de olsa, para dedik mi bunları da hesaba katmak gerekiyor... :) Sevgili Uğur İzzet Karakoç, aslında Haftanın Yazarı bize de en başta daha mantıklı geldi, ama bunun biraz kütüphanelerdeki hareketliliğe bağlı olduğunu düşünüyoruz. Eğer herkes kütüphanelerine gerekli ilgiyi gösterirse, ayın değil haftanın yazarı yaparız. Sadece kütüphaneleri olan yazarları seçme önerinize gelince... bunu düşüneceğiz, kulağa mantıklı geliyor, ama yine bakalım, kütüphanelerde ne kadar hareketlilik olacak. Proje biraz daha somutlaşsın, herkese bu konuda bir mektup atmayı düşünüyoruz. ** Mehmet Sinan Gür, öncelikle sizin kütüphanelerinizin İzEdebiyat'ta en çok açılan sayfalar arasında yer aldığını bilmelisiniz. Keşke bu işi herkes sizin kadar özenli yapsa... size bu konuda özel bir teşekkür borçluyuz. Bununla birlikte kütüphanelerin İzEdebiyat'ın belkemiği olmasını istiyoruz, çünkü sadece listelerle bu iş yürümüyor. Dolayısıyla Uğur İzzet Karakoç'un dediği gibi, küçücük bir zorlama, sonunda hepimiz için buranın daha güzel bir yer olması anlamına gelebilir. Kütüphaneler gelişirse zamanla Haftanın Kütüphanesi'ni de seçebiliriz ayrıca. Çünkü genel istatistiklere baktığımızda, okurların kütüphanelerden yoğun bir biçimde yararlandıklarını görüyoruz. Bu arada birkaç mektup aldık, burası yarış alanı mı diye... değil elbette, ama İzEdebiyat herkese açık olduğu ölçüde bir rekabet ortamının oluşması da kaçınılmaz.. ayrıca da kanımızca çok da kötü birşey değil. Yine de burayı daha da "insancıllaştırmak" için önerileriniz varsa, bekliyoruz... Kenan Şahin: Hangi yapıtlarımızın hangi kütüphanelerde bulunduğunu, işlem merkezinde gösteren bir sıkript eklentisi mümkün müdür acaba? Meltem Gürel: Sevgili Kenan Şahin, Diren İzEdebiyat'ın programcısı Kıvanç'la birlikte şu an İstanbul'da değil, bu konulara da ancak onlar yanıt verebilir. Gelince, mesajınızdan haberdar edeceğim kendilerini. M.Sinan Gür: Merhaba, Sevgili Naci Elmalı, sizin söylediğiniz sistemi anlayamadım ise de sevgili Diren, oradaki ‘para’ kelimesi size sevimsiz geliyorsa, yerine ‘kredi’ kelimesi kullanılabilir. Ya da daha basit bir düşünce ile kişinin kütüphanesine aldığı her kendi yazısı için acımasız bir şekilde başka birinin iki veya üç yazısını alması zorunluluğu getirilebilir. Aramızda ne biçim zorbalar varmış değil mi? :) Şaka bir yana bu konuda ciddiyim. Böylece bir kütüphanenin kime ait olduğunu şimdiki gibi kolayca anlayamayız. Başka bir öneri olarak listelerde çıkan yazıların sayısı artırılabilir. Örneğin 20 yerine 40 yazı aynı anda görünsün. Bu okuyucuya daha çok seçenek sağlar. Bir öneri daha. Birinci sayfadan birinci sırada olan yazılara girilemesin. Yalnızca görünsün. O zaman okuyucu listelere yönelmek zorunda kalır. Belki birinciden başka yazıları da okur. Birinci sayfada yalnız sağdan yeni çıkan yazılar listesinden girilebilsin; hatta bunlar ortaya alınıp geliştirilsin. Bir öneri daha. Yerine sağda günlük olarak çıkan listeler en az bir hafta sürecek şekilde yeniden düzenlensin. Çünkü siteye herkes her gün giremeyebiliyor. Hatta periyodik olarak haftalık, aylık girenler olduğunu sanıyorum. Ama yazı yandan süratle geçtikten sonra, ne kadar güzel bir yazı olursa olsun bir daha okunmayabiliyor. Bunlardan başka bir derdimi de söylemek istiyorum. Yazılarımı başkalarının kütüphanelerine alıp almadığını yazıya girmeden anlamak istiyorum. Sevgili Diren, bana kızma olur mu? Bazen şakacı konuşmayı severim. :) Sevgiler. Naci Elmalı: Sevgili Sinan Gür, sistemi size ayrıntılı anlatabilmem için özel mesaj göndermeme izin verir misiniz? Çünkü forumlarda kimilerince yanlış anlaşılmaktan korkuyorum. Para, hırs, şan, şöhret vb. Demem o ki aslında, bir piyasa düşünün, yayınevlerinin olduğu bir piyasa. Yayınevleri bu piyasada "girişimci, sermaye sahibi vb" rol üstlenmekteler. Tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi. Yazarlarda üreten kesim. Geriye okurlar kalıyor, yani tüketici. Gerçek yaşamda Orhan Pamuk çok satıyor olabilir, ancak bizim piyasamızda M. Sinan Gür, Afife Demirtaş çok satabilir. Karşı Edebiyat gibi bir şey. Bizim piyasamızın kendimize bir iyiliği de, metazori de olsa birbirimizi okumak zorunda kalacağız. Çünkü kütüphaneye alınacak yazılar, elbette okunup, seçilmiş, ortak birşeyler bulunmuş yazılar olacaktır diye umuyorum. Aksi halde tıklamaya devam edelim gitsin. İlginize teşekkürler, ayrıca M.Sinan Gür İzin ne Demek? Sevgili Naci Elmalı, bana yazmanız için izin almanız gerekmez. İstediğiniz zaman yazabilirsiniz. Selamlar İsmail Bora Özcan: Tekrar merhaba. İzEdebiyat'a her gün onlarca yazı ekleniyor. Her gün bakma olanağı olmadığından bu durum yazıların takibini -bence- güçleştiriyor. Hangi yazar en son hangi yazılarını eklemiş bunu izlemek zor oluyor. Bunun için size bir önerim var: Yazarın her hangi bir yazısı açıldığı zaman sayfanın bir yerinde "en son eklenen yazıları" şeklinde bir alt bölüm konulması mümkün mü? Böylece yazarların yazılarını daha kolay izleyebiliriz diye düşünüyorum. Her şey güzel bir İzEdebiyat için... Kıvanç Altıneski (İzedebiyat çalışanı): Kütüphaneleri İşlem Merkezlerinizden takip edebilmeniz için yakında bir güncelleme yapacağız. M.Sinan Gür: Merhaba, size birkaç yerde birkaç öneri sundum. Bunları toparlayıp yenileri ile birlikte yeniden yazıyorum. Arama motoru geliştirilmelidir. 4 ana arama yapılabilmelidir. Konular, yazarlar, kütüphaneler, yeniler. Bunlar seçilince isimler başka bir kutuda görünmelidir. Yalnızca ‘hepsi’ seçeneğinde araştıran kişiye ne yazacağına izin verilmelidir. Ana sayfaya “Bu hafta yazı gönderen yazarlar” eklenmelidir. Bu seçildiğinde aynı arama motorunda olduğu gibi, o kişinin yalnız yeni yazıları görünmelidir. Gerekçesi şudur. Bir kişi bir yazı gönderirken bir kişi 15 yazı gönderebiliyor. Yazı doğrudan arşive, eski yazıların arasına gittikten sonra onu oradan seçmek zahmetli oluyor. İsimler üzerinden gitmek fazla yer de gerektirmez. Bundan sonraki önerilerim olsa da olur olmasa da şeklinde. Bir kimse kendi bilgisayarından kendi yazısına girerse o tıklama olarak kabul edilmesin. Yazının altında kişinin kütüphanesi görünüyor. Demek bilgisayar programı, kimin nereden girdiğini tanıyor. Listelerin sonundaki haftalık seçenekleri kaldırılsın. Onun yerine sağdaki seçenek geliştirilsin. Listelerde çıkan yazıların sayısı artsın. Örneğin 20 yerine 40 yazı aynı anda görünsün. Bu okuyucuya daha çok seçenek sağlar. Birinci sayfadan birincilere girilemesin. Kişi listelere yönelsin. Böylece diğer seçenekleri görmüş olur. Bir yazı veya yer tıklanınca yeni bir pencere açılsın. Var olan pencere değişmesin. Bu da geri dönüş zorunluluğunu ortadan kaldırır. Kişinin keyfi yerinde ise başka bir yazıya daha bakar. Sevgiler. M.Sinan Gür: (Açık Büfe’de) Asıl büyük yazıyı izedebiyat foruma koydum. Orada olmayan önerilerim şunlar: Yazarlar için ve kütüphaneler için arama motorları. Ya da konuları da içeren bir sörf tahtası. Bir kerede istediğiniz yere gidebilme olanağı. M.Sinan Gür: (Açık Büfe’de) Gene biraz acele ettim. Yazıyı yazdıktan sonra arama motorunu kullandım. Gayet güzel çıkıyor. Ama sanırım tasarımı nedeniyle bu işlere yaradığı anlaşılmıyor. Yalnızca 'Her yerde' sözü var. Dışarıdan bakarken neler yapabileceğini, ararken de isimleri görsem, yazmak yerine onu seçsem daha kolay olmaz mı? Sinem Karagöz: Ben bu sitenin yapımcılarından biri olsaydım Sinan Bey'in mesajından rahatsız olurdum. Kendisinin adeta dikte ettiği yeniliklerin hiçbirinin aciliyeti de yok ayrıca. Site yöneticileri zaten durmadan yeni şeyler yapıyorlar. Bence bundan fazlası yeni gelen biri için kafa karıştırıcı bile gelebilir. Ama.... yine de benim de ufak bir tavsiyem olacak... bir yardım sayfası koyamazmısınız? Neleri nerde bulabiliriz şeklinde. Ya site haritası gibi birşey. Ben İzedebiyat'ı açıldığı günden beri takip edenlerdenim (o zamanlar üç beş yazar vardı sadece, ayrıca kütüphaneler, forumlar da yoktu) ve yazarların arttığı kadar sitenin yenilikleri de artmasına sevinerek tanık oldum. Bir noktadan sonra insan sitenin içinde kayboluyor resmen! Şikayet değil, tersine çok güzel birşey bu... Ama bir site haritası ilk gelenler için faydalı olur diye düşündüm. Sevgiyle, Sinem Diren Yardımlı: Sinan Bey ve Sinem Hanım... önerileriniz için teşekkür ederiz. Önümüzdeki hafta bir araya geldiğimizde hepsini ele alacağız. Daha yapılabilecek çok şey var aslında, biliyoruz, ama siteye yeni öğeler ekledikçe sitenin çalışma hızı da yavaşlıyor, o yüzden ancak en acil olanları yaşama geçirebiliyoruz. M.Sinan Gür: Hayret. Sayın Sinem hanım, siz olsaydınız rahatsız olabilirdiniz. Ama ben o yazıyı size yazmadım. Site yöneticilerine yazdım ve onlar benim nasıl bir kişilik sahibi olduğumu biliyorlar. Siz olsaydınız belki yazmazdım bile. Konuşmak susmaktan iyidir. Çünkü o zaman ümit vardır. Saygılar. Sinem Karagöz: Haklısınız, bana yazmadınız, özür diliyorum. Ama buraya yazdığınız bir mesajı herkes okuyor, bunu da unutmayın. Benim başka birine yazdığınız bir mesajdan rahatsız olma hakkım var. Sizin nasıl bir kişilik sahibi olduğunuz da beni pek ilgilendirmiyor. O mesajda olduğunuzdan daha kibar ve iyi bir insan olabilirsiniz, ama o mesaj yine de kaba bir mesaj. İsa da olsanız, o kaba bir mesaj. Bunu da söyleme hakkım var. M.Sinan Gür: Sayın Hanımefendi, Ben briç oynarım, kısıtlı bir bütçem var, program yapmasını bilirim, cep telefonuyla saatlerce konuşmam, ve... boşu boşuna laf söylemeyi, gereksiz satırlar doldurmayı sevmem. Yazımı başka bir yerde yazdım, iyice kısalttım ve gönderdim. Benim tarzım budur. Kısadır ama kaba değildir. Sizi de ilgilendirmez. Ama yine de ne yaptığımı anlatmaya çalışıyorum. Siz içerikle değil, şekille uğraşıyorsunuz. Ne önermişim, bir bakın bakalım. Ne yazık, biliyorum ki ne söylesem sizin sabit düşüncenizi değiştiremem. Sinem Karagöz: Hayır, sayın bayım. Siz kaba birisiniz. Briç oynayıp oynamadığınız veya bütçenizin ne durumda olduğunu sorduğumu da hatırlamıyorum. Çok prensiplisiniz anlaşılan, ama ben prensipli olup olmadığınızı da sormadım. Bu arada bilginiz olsun, ben dikiş yapmasını çok iyi bilirim, ayrıca makarnayı da sekiz dakkadan fazla asla pişirmem. Sabit fikirli olabilirim, ama kaba değilim. Birisi önüme dokuz dakika pişirilmiş bir makarna getirdiğinde 'Böh! Ben bunu yemem!' demem. Ya da 'Sekiz dakka pişir!' de demem. Fikirlerimi nezaketle sunarım, kimseye emir vermem. Size de bir türlü anlatamadığım şey bu. Kısa ve öz olma çabanız kabalık yapmanız hakkını vermiyor size. Bilmem, anlatabildim mi?? M. Sinan Gür: Sevgili izleyiciler, siz olmasanız çoktan susmuştum. Ama bu vesile ile başka bir konuya değinmek istiyorum. Sinem hanım sonu ‘sevgiler’ diye biten yazımı kaba buluyor. Öneriler diye başladığım, içinde ‘olsa da olur olmasa da’ diye bir cümle bulunan yazımı emirler yağdırmak diye niteliyor. Yetmiyor, beni de kaba buluyor. Üstelik bir ‘merhaba’ bile demeden. Neden? Yazının içinde meli, malı, yapılsın, edilsin kullanmışım. Bu konunun öncesini bilmediği de anlaşılıyor. Bu hanımefendi ile daha önce hiçbir diyalogumuz olmadı. Benim yüzümü görmüş, sesimi duymuş, elimi sıkmış değil. Parantez içinde sanal olmak işte böyle bir şey. Hakkımda zerre kadar fikri yok ama kararını çoktan vermiş. Üzerine vazife olmayan bir konuda beni uyarmıyor bile. Ama o ‘haklı’. Yazdığım yazılardan birini bile okumadığı neredeyse kesin. Peki neden böyle yapıyor? Çünkü önyargılı. Beni hiç tanımadan çevresinde gördüğü ve sevmediği birine benzetiyor. Ne yazık ki demem gereken bir nokta da bu hanım kendisinin demokrat bir kişi olduğunu düşünüyor. Bazı yazılarda direkt olarak bazılarında dolaylı olarak hep şu öneride bulundum. Biriyle tanıştığınız zaman önce bir ‘Merhaba’ deyin; bakalım ne olacak. Demokrat olmak budur. Kişiyi görür görmez hemen kedi gibi pıflar, tırnaklarınızı gösterirseniz o da size aynısını yapar. Çünkü aynı silahlardan onda da vardır. Önyargı bir kedide olursa yabanilik olarak kabul edilir. Ama bir insanda yaralı bir ruh belirtisidir. Ne yazık ki ülkemizde insanlar hep yaralı. Burada şimdi hafifini yaşıyoruz. Asıl şiddetlileri futbol maçlarında oluyor. Başı, gözü kanlar içinde insanlar görüyoruz. Sayın Sinem Karagöz, birçok yazımı siz ve sizin gibiler için yazdım ama özellikle ‘Düşünmek Yasaktır’ sizin için. ‘Çoban Yıldızı’nın da bir bölümü sizin için; tırnaklarla ilgili olan bölümü. Okumayın. Ne yazık ki sizin gibi insanlarla daha çok karşılaşacağım. Yine ne yazık ki daha önce söylediğim gibi fikrinizi değiştiremeyeceğim. Naci Elmalı: Sevgili Sinem Karagöz ve Sinan Gür. İkinize de bir şey söyleyeyim, bu siteye yazı yazan herkesin ortak buluştuğu bir nokta var. Bu siteye zaman ayırmaları. Yani bu siteye zaman ayırmak demek, başka oluşumlara ayırılacak zamanlardan ödün vermek demek. Durum böyle olunca, her ikinizde ukalalık olarak almayın lütfen, birbirimizi duymaya, anlamaya çalışırsak daha iyi yol alırız. Aslında bende bir zamanlar sevgili Sinan Gür ile çok yoğun tartışmıştım ve her ikimizde birbirimize tırnak göstermekten öteye gitmiştik. Sonra ben kendi adıma baktım ve dedim ki, "karşımdan atmasını beklediğim adımı ben atayım" bu bana birşey kaybettirmezdi. Kaybettirmedi de. Bir dost kazandırdı diye düşünüyorum. Hepimiz birbirimizle yazışırken kişisel değerlerimize saldırmadan yazışırsak bunu kotarırız sanıyorum. Haydi sanal da olsa el sıkışın. İkinizinde güzel fikirleri, bu sitenin de güzel fikirlere gereksinimi var sanıyorum. Hoşçakalın, ikinize de sevgiler. Sinem Karagöz: Bizim Gibilerden Yüce Siz’e. Çok haklısınız, Naci Bey.. Sizin görüşleriniz her zaman benim için çok önemli zaten. Saygı, sevgi ve hayranlık duyduğum bir yazarsınız. Ama yine de Mehmet Sinan Gür'e bir iki şey söylemek istiyorum. Bayım, ben sizin sonundaki "sevgiler" kelimenizi kaba bulmuyorum, onun dışında geri kalan herşeyi kaba buluyorum sadece. Ve bir konuda yanılıyorsunuz, ben başından beri sizin söylediklerinizi takip ediyorum burada. Bir çok insanla şu ya da bu şekilde atıştığınızı da biliyorum. Belki biraz kendinize dönüp, sorunu kendinizde aramalısınız. Ters bir insansınız, nezaket maskesi altında hep olumsuz düşünüyor, olumsuz yazıyorsunuz. Sizin yazılarınızın "benim gibiler" için olup olmadığna da bırakın benim gibiler karar versin. Bu hakkı size kimse vermedi. Siz ben değilsiniz. Ben size çok basit olarak kaba bir mesaj göndermişsiniz dedim. Ve eminim bir çok insan da tonunuzu kaba bulmuştur, ama size olan saygılarından ötürü bunu söylememiştir. Yine de kimse adına konuşmak istemiyorum... Ama mesajınız yine de kaba, Sinan Bey! Ve yine "benim gibiler için" yazdığınız makalelere gelelim. Kendinizi kurtarıcı olarak mı görmeye başladınız şimdi de? Şunu söyleyeyim, önce insanları kendinizden bir basamak aşağa atıp, sonra da onları o engin dünya görüşünüzle kurtaramazsınız. İnsanlar aşağılandıklarını hissettikleri an bir daha arkalarını dönüp size bakmazlar. Ben de çok önceden sizin yazılarınızı okumayı bıraktım o yüzden. Kenan Şahin: Güzel ve aydınlık ruhlu insanlar burada bir site aracılığıyla ruhlarına yakışır işler yapmak çabasındalardı. Bu insanlar arasında eleştirel yönü ağır basanlar, duygusal olanlar, eh biraz da kırıcı olanlar olduğu gibi malesef anlayışsızlarda vardı. Ama bu kadar çok değildi! Ya, neyin çabasında bu tür kişiler? Bazı ağabeylerimiz ve yaşıtlarımız(ablalarımız da) sitenin oluşturucularına bir takım önerilerde bulunmakta. Bu olmak zorunda. Daha iyisi için bize metafizik öğretilerden miras kalan muhafazakarlığımızdan kurtulmak zorundayız. İnsan iyi yönde bir şeylerin değişmesini talep ediyorsa bu talebi kaş-göz işareti ile bile yapsa kaba olamaz! Kimse, daha iyiye yönelmeye, daha ileride durmaya çalışan insanlara, düzen bozucu, müşkülpesent muamelesi yapamaz. Şimdi kendi değer yargılarım çerçevesinde, malesef gözlemlemek zorunda kaldığım bir olayı değerlendirmek istiyorum. Sn. Sinan Gür' e, Sn. Sinem Karagöz'ün uyarı nitelğindeki mesajını okudum önce. Aynen aşağıdaki gibidir: ( Ben bu sitenin yapımcılarından biri olsaydım Sinan Bey'in mesajından rahatsız olurdum. Kendisinin adeta dikte ettiği yeniliklerin hiçbirinin aciliyeti de yok ayrıca. Site yöneticileri zaten durmadan yeni şeyler yapıyorlar. Bence bundan fazlası yeni gelen biri için kafa karıştırıcı bile gelebilir. Ama.... yine de benim de ufak bir tavsiyem olacak... bir yardım sayfası koyamazmısınız? Neleri nerde bulabiliriz şeklinde. Ya site haritası gibi birşey. Ben İzedebiyat'ı açıldığı günden beri takip edenlerdenim (o zamanlar üç beş yazar vardı sadece, ayrıca kütüphaneler, forumlar da yoktu) ve yazarların arttığı kadar sitenin yenilikleri de artmasına sevinerek tanık oldum. Bir noktadan sonra insan sitenin içinde kayboluyor resmen! Şikayet değil, tersine çok güzel birşey bu... Ama bir site haritası ilk gelenler için faydalı olur diye düşündüm. Sevgiyle, Sinem) Sn. Sinem Karagöz, Sn. Sinan Gür'ün tavsiye ve önerilerinden sıkılmış, rahatsız olmuş ve hatta onu site yöneticilerine sürekli bir şeyler öğütleyen bir dikteci olarak nitelemiştir. Bu apaçık ortada. Sn. Sinem Karagöz'e göre, Sn. Sinan Gür'ün dilekleri, aciliyetleri olmayan bir takım yenilikler. Ve fakat bakınız, bu katılımcımız kendi iletisinde bir yardım sayfası dileğinden söz ediyor. Eh, bana göre de bunun pek bir aciliyeti yok. Aslında sitenin teknik olarak yardım gerektirecek bir karmaşıklığı da yok. Ben şimdi bence dedim ya. Yanlış anlamayın beni n'olur. Ama benim ya da başka bir katılımcının çıkıp da "Yardım sayfası dileği aciliyeti olmayan bir öneridir. Bunun yazılması kabalıktır!" dememiz KABA'lıktır açıkça. Sizlerden akran, kardeş, oğul ve arkadaş olarak rica ediyorum! Baharı ceplerimizde taşlarla karşılamayalım. Hepimiz bu anormal soğuklardan koruduk erkenci çiçekleri! Güneşi, dirilişi sakladığımız çiçeklerle karşılayalım. N'olur, affedin beni ... M.Sinan Gür: Merhaba, Sinem Hanımın bazı suçlamalarına henüz yanıt vermedim. Benim için çok önemli. Yine düzeltmem gereken yanlışlar. Bir kere beni Yüce olarak niteledi, diğer insanları küçük görmekle suçladı. Bu onun yakıştırmasıdır. Fakat başka kimseler de yapıyor. Size iş yaşantısından bir örnek vermek istiyorum. AutoCAD diye mimarların kullandığı bir program var. Ben 1987de öğrendim. Öğrenci iken programlama öğrendim. İşimde kullandığım, yaptığım 250 tane programım var. 100 kadar mimar ve teknik ressama AutoCAD kullanmasını öğrettim. Profesyonel olarak. Yaşım 47 ama biraz genç gösteriyorum galiba. Yeni bir işte yeni kişilerle tanışırım. Diyelim yeni mezun mimarlar AutoCAD biliyoruz diye çalışmaya başlarlar. Abartmıyorum, bir saatlik iş için bir gün uğraşırlar. İşin bir yerinde o öyle değil böyle yapılır deyince ukalalık, tepeden bakmak olur. Gerçekte ben ona yol göstermeye çalışıyorum. Bildiğim şeyi ondan sakınmıyorum. Bildiğim halde söylemezsem daha fena değil mi? Arkadaşlar bencillik yapmamı istiyorlar. Ama her zaman böyle olmuyor tabi. İşimiz bittiğinde tekrar tekrar teşekkür edenler de olur. Bir arkadaş beni hala Diyarbakır’dan arıyor. Bu durumla birlikte bir de karamsar olmak suçlaması var. 12 Mart 1972 de lise öğrencisi idim. Ondan pek bir şey anlamadım ama şimdi birçok genç arkadaş öyle durumda ki, o tarihte ne oldu diye soruyor. 12 Eylül 1980de ODTÜ’den mezun olmak üzere idim. Anlıyor musunuz? El insaf. Bir dünya görüşüm var. Yani dünyaya bir bakışım var. Bunu başkaları ile paylaşmak istiyorum. Yazmak istememin temel nedenlerinden biri bu. Bu ukalalık değil, tepeden bakış değil. Karamsarlık konusuna gelince, ben size yalnız bir yolda düşünün demiyorum ki. Yaşamı ıskalamayın ama gerçekleri de görün diyorum. Bir cümle: İsrail Filistin’de polisleri kurşuna diziyor. Petrol Yasası mecliste. Bu yasa çıkınca yaşantılarımızda ne gibi değişiklikler olacak biliyor musunuz? İnsan genel olarak tehlikeden kaçar. Sıkıntıya gelemez. Ama çok büyük oyunlar dönüyor. Ne kadar kaçsak bile günün birinde boğazımıza kadar batacağız. Benim söylediğim şey de boğulmadan önce kollarımızı kıpırdatalım, boğulmaktan kurtulalım. Bana göre de bu karamsarlık değil, gerçeği göstermek. Ancak yaşama çok iyimser bakanların yaşamı biraz kararmış gibi oluyor. Kişiler ilgilense de ilgilenmese de bundan sonraki yaşantımız lay lay lom şeklinde geçmeyecek. Kassandra Sendromu denen bir şey var. Bu, örneğin düşmekte olan bir uçağın içinde olup bir şey yapamamak şeklinde tanımlanabilir. Ya da 100 metre öteye kadar gelmiş bir Tsunami dalgasının önünde durmak gibi. Beni öyle suçlayabilirsiniz. Ama bencil, ukala, Yüce diyemezsiniz. Pınar Şafak: Sitede yapılabilecek değişiklikler konusundaki önerilerle başlayan bir tartışmanın böylesine kızışması insanı biraz şaşırtmıyor değil. Aslında eminim site yöneticileri ya da kendi deyişleriyle izedebiyat çalışanları bu olayı epey eğlenerek izliyorlardır. Onların da aralarında kimbilir ne biçim tartışmalar olmuştur böyle konularda. Yine eminim ki sitenin yazarlarının da önerebilecekleri pek çok şey vardır. Ama iki kişi arasında böylesine kızışmış bir tartışmada bir noktadan sonra herkes ağzını açmaya korkuyor ya da taraflardan birinin arkasına geçmekten kaçınamıyor. Düşünsenize konu nerelere geldi. Demokrasi ve görgü kurallarının aynı anda tartışılması noktasına ulaştı. Ne yalan söyleyeyim ben de bu tartışmayı izlerken epey eğleniyorum ama yine de daha çok sesin çıktığı tartışmaların verdiği tadı bulamıyorum. Bu arada sitede Naci Elmalı gibi perspektifi doğru yere çekmeye çalışan ve bunu kendine özgü tatlı üslubuyla yapmaya çalışan bir arkadaşımızın bulunması çok güzel bir şey bence. Naci Elmalı: Sevgili Pınar Şafak, benimle ilgili beslediğiniz olumlu düşünceleriniz için teşekkür ederim. Onları hiç aç bırakmayın oldu mu? Sevgiler... Meltem Gürel (İzedebiyat çalışanı): Pınar Şafak, yerden göğe kadar haklısınız. Biz de az birbirimize girmiyoruz burada.. :) Özellikle geceleri çalıştığımızda sabaha doğru hala hepimizin hayatta olması bizi bazen çok şaşırtıyor. Yine de kavga gürültü içinde, bu işi severek, hem de çok severek yapıyoruz. Tartışmayı takip ediyoruz etmesine, ve doğrusunu isterseniz çok değer verdiğimiz yazarlarımızdan Mehmet Sinan Gür'ün mektubunu emirvaki bulmuyoruz, çünkü başından beri herkesten öneri beklediğimizi söyledik burada. Diğer tarafta Sinem Hanım'ın da uzun zamandır İzEdebiyat'ı takip eden sadık ve dikkatli bir okur olduğunu biliyoruz, ve bir okur olarak düşündükleri bize bir çok konuda yol gösterici oldu. Dolayısıyla onun da düşündüklerini dile getirmesinden doğal birşey olamaz diye düşünüyoruz. Kısacası, iki çok sevdiğimiz insanın tartışmasına tanık oluyoruz biz de, ve dolayısıyla herhangi bir yorumdan bulunmaktan kaçınıyorduk bugüne dek. Ve herşeye karşın en kısa zamanda Mehmet ve Sinem Hanım'ın bu tartışmayı tatlıya bağlayacaklarını yürekten diliyoruz. Size de bizi de düşündüğünüz için teşekkür ediyoruz :) M.Sinan Gür Sevildiğimi bilmek ve bunun söylenmesi beni sevindiriyor. Çünkü herkes gibi benim de buna ihtiyacım var. Konunun üzerine gitmek istemiyorum. Yalnızca durup dururken suçlandığımı ve kimseyi suçlamadığımı belirtmek isterim. Herkese teşekkürler. Naci Elmalı, size yazacağım ama araya başka şeyler giriyor. Sevgiler Vanilla: Bu tartışmayı ben de ilgiyle izledim, çünkü Sinem Hanım'ın fazla sert olan eleştirisine karşın, benim için de bir miktar sözcülük yaptığını hissettim. İzEdebiyatçıları da tarafsızlıklarından ötürü kutluyorum... Meltem Hanım'ın uzlaştırıcı mesajı tam yerinde geldi bence. Mehmet Sinan Gür, belki de tüm sorun tonunuzda. Zaman zaman fazla dikteci yazıyorsunuz gerçekten. Bunun edebiyatta adı didaktiklik, ve çok ileri götürüldüğünde insanları okuduğu şeyden soğutmaktan başka bir işe yaramaz. Sizin konu seçimlerinizi, uslamlamalarınızı, ve bakış açınız gerçekten çok başarılı buluyorum. Ama ton konusunda benim de sizi eleştirmeme izin verin. Diren Yardımlı'nın Tolstoy'la ilgili bir yazısı var burada. Diren Bey kendisi öyle demese de, aslında büyük yazarın didaktikliğini eleştirmiş bana kalırsa. Diren Bey Tolstoy'u sevmediğini söylüyor, oysa bence Tolstoy durumunda da en büyük sorun bu ses tonu. Düşünceleriniz doğru olsa bile kullandığınız dil, insanlarda demek istediğinizin tam tersi etki bırakabiliyor zaman zaman. Siz durup dururken suçlanmadınız, düşüncelerinizden ötürü de suçlanmadınız, sadece ve sadece Sinem Hanım biraz ani bir tepkiyle, kullandığınız bu dil yüzünden sizi suçladı. ... Gelelim, eski bir konuya gene. :) Sevgili Sinan Bey, bir kez daha gerçeklik görüşünüze katılmadığımı söylemeliyim. Kimse boğulmuyor, kimse çırpınmıyor... dünya dönüyor, mutluluklarıyla, hüzünleriyle, savaşlarıyla, barış özlemleriyle, umutlarıyla dönüyor. Yaşama iyimserlikle bakanların bu iyimserliklerini yok etmeyin bence. Bırakın, iyimser bakalım, ancak böyle baktığımız sürece iyileşir çünkü. Gerçekçilik ve karamsarlık aynı şey değil. Çoğu kez gerçekçilikle iyimserlik daha uyumlu bir araya gelir. İnanın, sizin kaygılarınızı başkaları da paylaşıyorlar, ama bu dünyaya gri bakmayı gerektirmez. Bu kaygılara, endişelere karşın iyimserlikle, umut dolu ve güvenle bakabiliyoruz geleceğe. Siz de bunu deneyin bence Sinem Karagöz: Herşeye rağmen burayı seviyorum... Ve Mehmet Sinan Gür, sizin için pek farketmese de yazılarınız bir daha okudum. M. Sinan Gür Sayın Sinem Karagöz, yazılarımı bir daha okuduğunuzu söylüyorsunuz. Peki ne düşünüyorsunuz? Olumlu mu, olumsuz mu? Bunu söylememişsiniz. Ama önce olumsuz bulmuştunuz. Hem benim için neden fark etmiyormuş? Burada beni okuyan kişilere nasıl teşekkür ettiğime hiç denk gelmediniz mi? Neden her şeye rağmen? Burası size ne yaptı ki? Ama ben söyleyeyim. Her şeye rağmen yazınızı, atmanız gereken iki adımdan biri olarak görüyorum. Bir adım daha var. Sayın Vanilla, iltifatlarınız için teşekkür ederim. Mahcup oluyorum. Ancak yaşama iyimser bakınca yaşamın düzeleceği düşüncenize katılmıyorum. Tersine kötü durumda olan birine sen iyi durumdasın dedikçe daha kötü olur. Halbuki durumunu fark etse belki kendisini kurtarmaya çalışır. %10 küçülmüşüz. Dünya dönüyor diyorsunuz; hayır, dünya değişerek dönüyor. Savaşlar, silahlar niyetler eskisi gibi değil. Ben barışa özlem duymak istemiyorum. Ben barış istiyorum. Dünyaya gri bakmayın diyorsunuz. Telefon faturasını yatırmak için uzun bir kuyruğa girdiğiniz zaman önden kuyruğa kaynak yapıyorlar mı diye dikkat eder misiniz yoksa hakkınızın yenmesine aldırmaz mısınız? Ben ederim. Yani sonuç olarak geleceğe umutla ama güvenmeden bakıyorum. Herkesin sıralarda başkalarının hakkına saygı gösterdiğini görmedikçe öyle bakmaya devam edeceğim. Gelecek hakkında kaygı ve endişe duyuyorsanız, onların gerçekleşmemesi için bir şeyler yapmalısınız. Bu da sizin deyiminizle geleceğe gri bakmaktır.Yoksa onlar sizi dinlemez, gerçekleşirler. Sevgili izleyiciler, bir anlamda yazdığım yazılar ve ses tonum için sorgulandığım bu yerde bir şey daha söylemek istiyorum. Bir deneme safhasında olduğumu ve her yazının ayrı bir havası olduğunu söyleyebilirim. Siz benim karamsar olduğumu söyleyenlere inanmayın. Bir kişinin karakteri de o yazıların toplamıdır. Yalnız bir yazıya bakıp karar vermek gözleri görmeyen birinin, bir filin kuyruğundan tutup fil hakkında genel kanıya varmasına benzer. Ben her dalda yazı yazdım. Burada hiç bilimsel konuşma yapmıyoruz. Halbuki İzEdebiyatın 7 bölümünden biridir. Aslında orada beni okuyanlara ayıp ediyorum. Uzun süredir böyle bir kitap basılması için uğraş veriyorum. Bir öykü kitabı başarısızlığa uğradı. Ama vazgeçmiyorum. Öyküler, benim en çok sevdiğim şeylerden. Denemede müzikli yazılar var. Müzik de benim en çok sevdiğim şeylerdendir. Lütfen söyler misiniz? Bunun neresi karamsar, neresi didaktik? Ben söylediğim gibi davranıyorum. Yaşamı ıskalamamaya çalışıyorum ama gözlerimi de açık tutuyorum. Bir filmi izlemeye giren insanlar insan topluluğudur. Ama filmden çıkan insanlar aynı şekilde veya tam tersi şeyler düşünen bir toplumdur. Burada, farkında olmadan, daha çok forumların açılmasından sonra bir toplum oluşturduk. Belki de sonunda buradan bir doğru insan çıkacak. Diren Yardımlı: Bu hafta siteyle ilgili Mehmet Sinan Gür, Sinem Karagöz ve Vildan Ralva'nın önerilerini değerlendirdik. Mehmet Sinan Gür arama motorlarını geliştirelim diyor. Biz ise şu anki arama motorunun çoğu şeyi kaldırdığını düşünüyoruz, ve Mehmet Sinan Gür'ün önerdiği arama motorunu ancak Ayrıntılı Arama başlığı altında yapabiliriz. Bununla birlikte, galiba İzEdebiyat'ın birçok kişinin henüz keşfetmediği ufak bir bölümü daha var, ve Mehmet Sinan Gür'ün isteklerine kısmen yanıt verebilir. Anasayfada SON EKLENENLER kutusunun başlığını tıklayarak "Son Bir Haftadır Eklenen Yazılara" ulaşabilirsiniz. Orada farklı bir arama mekanizması var. Aslında bu seçenek çok uzun zamandır vardı, ama, evet... söylemeyi unuttuk. *** Yazarların kendi yazılarını tıklayarak listelerde yükseltmelerine karşı bir önlem geliştirebiliriz, ancak bir kimsenin neden bu şekilde kendini tepeye çıkarmayı isteyebileceğini de anlamıyoruz. Kendi kendini ne kadar okuduğu ona ne gösterir? Şimdilik listelerden bu şekilde yararlanıldığını ender olarak gördük; farkettiklerimize de uyarı mesajı attık. Sorun büyürse, buna bir çözüm getiririz. *** Listelerin sonundaki SON BİR HAFTA İÇİNDE EKLENEN YAZILAR bölümünü niçin kaldıralım? *** Yazıların yeni pencerede açılmasıyla ilgili olarak, bir çok kullanıcının popup (yeni pencere) seçeneğini kapalı tuttuklarını biliyoruz. Bununla birlikte farenin sağ tuşunu kullanarak da yazıyı yeni bir pencerede rahatlıkla acabilirsiniz. Biz bunu otomatik yaparsak, bu kez sağ tuşla yazıyı yeni pencereden açmak isteyenler bir hata koduyla karşılaşırlar. Bu nedenle olanaklı olduğunca "yeni pencere açma" seçeneğinden uzak durmaya çalışıyoruz. *** *** Aramıza yeni katılan yazarlarımızdan Vildan Ralva'nın önerilerinizi de değerlendirdik. (Aramıza hoş geldiniz, bu arada :) Aslında bir İzEdebiyat kitabevi açma projemiz her zaman için var zaten... hatta bu konuda önemli bir takım adımlar bile attık. Tüm kitap kayıtlarını derledik, şimdi de alt yapıyı geliştirmekle uğraşıyoruz. Programcılarımız İzEdebiyat'ı protesto etmeye başlamazlarsa (hepimizin en çok uğraştığı site bu) bir iki hafta içinde bu bölümü açabiliriz diye düşünüyoruz. *** Bir ara "Kültür Sanat" diye ayrı bir haber sayfası düşünmüştük. Ama sonra ona vakit ayıramayacağımızı fark ettik, çünkü nitelikli bir kültür-sanat haber sayfası yapmak aslında büyük bir iş, bir çok yazar ve araştırmacı gerektirir. Yine de hala aklımızın bir köşesinde duruyor ve bizi çekmeye devam ediyor. Sevgili Sinem Karagöz'ün önerilerine gelince... Yardım ve Site Haritası'nın bir site için kaçınılmaz iki sayfa olduğunu biliyoruz, bu sorunu en kısa zamanda çözeceğiz. Hepinize teşekkürler... Lütfen son dönemde forumlarda gündeme oturan tartışma ortamı kimseyi çekimser yapmasın, bize önerilerinizi sunmaya devan edin, çünkü her zaman dediğimiz gibi... onlara ihtiyacımız var. :) M.Sinan Gür Merhaba, Sevgili İzedebiyat çalışanları, öneriler konusunda ağzımı kapamayacağıma emin olabilirsiniz. :) Bu tartışmalardan bir kazancımız ‘yeni yazılar’ seçeneğini keşfetmek oldu. Bazı önerilerime yanıt vermemişsiniz. Burada tekrar etmeyeceğim. Yalnız kütüphane konusunda ısrarlıyım. Şu anda diyelim bir gün önce girdiğim bir kütüphaneye yeniden girmek istersem biraz dolambaçlı yollardan geçmem gerekiyor. O kütüphanenin sahibinin sayfasına ya da okumayacak olsam bile bir gün önce girdiğim yazıya girmeliyim ki istediğim kütüphane karşıma çıksın. Bu bile tek aşamada olamayabiliyor. Ayrıca sitede kaç kütüphane var, hepsini birden göremiyorum. Şimdi yeni bir önerim olacak. Bazı arkadaşlar kütüphaneyi oluşturmuş ama boş olarak duruyor. Acaba bir kütüphanede kaç yazı var? Yeni yazı eklenmiş mi? Forumlarda olduğu gibi gösterilemez mi? Arama motoru her şeyi çözer. Kütüphaneler İzedebiyatın belkemiği olacaksa bu lüksü esirgememelisiniz. Kenan Şahin arkadaşımızın dediği gibi bütün iyi niyetimizle daha iyi bir şeyler olsun istiyoruz. Üzüm yemek yerine bağcı dövmek peşinde koşmuyoruz. Üzümü yiyin bağını sormayın. Sevgiler
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |