Bir klasik herkesin okumuş olmayı istediği ancak kimsenin okumayı istemediği eserdir. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Saati koluna takarken, demir kısımların soğukluğu kolunda bir ürperti oluşturdu. Sonra hemen alıştı buna. Gömleği giydi, kendini içerisine düğümledi. Çok sıcaktı, üstten iki tanesini açık bıraktı. Çarçabuk neredeyse bir haftadır giydiği kot pantolonunu geçirdi bacağına. Çoraplarını kokladı, ‘giyilir’ deyip onları da soktu ayaklarına. Yüzünü yıkadı, aynada dişlerine baktı, sakalının uzadığını fark edip, ‘yediğimiz içtiğimiz sakala gidiyor amına koyayım’ diye söylendi. Salona dönüpte küllükte eriyen sigarayı fark edince, ‘bi tükenmeyenini keşfedemediler senin de’ diye yakındı sesli sesli. Paketi gömleğin üst cebine sokuşturdu. Babasından bekli de hatıra kalan tek alışkanlık buydu. Anahtarlarını aldı, cep telefonuna baktı, kimsenin aramadığına büyük bir ironiyle sanki birisinin aramasını bekliyormuşçasına ‘ulan bugün de kimse aramamış’ diyerek şaşırdı. Yan tarafından patlamış ayakkabını giyip sokağa bıraktı kendini. Karanlık sokakta yürümeye başladı. Önündeki kutu kola çöpüne vurdu, baya uzağa gitti vurduğu çöp. Sokak tenekenin çıkardığı sesle inledi, birkaç kedi kaçıştı bu sesten ürküp. Meraklı bir teyze pencereden başını çıkardı. Sonra hemen geri soktu. Belki de beklediği aksiyon yoktu gördüğünde teyzenin. Teyzeyi geçtikten sonra, soldaki bayır sokağa saptı. Bayır sokağa kendini bıraktı adeta, ayakları mekanik bir şekilde birbiri ardına kendilerini götürüyordu. ‘Ulan’ dedi, ‘inmesi kolay da, çıkması sıkıntı bu bayırın, şu göbeği bi eritebilsem sıkıntı olmaz da bu genç yaşta sıkıntı sahibiyiz işte, hep alkolden, bırakmazsan böyle olur işte!’. Göbeğini baş ve işaret parmakları vasıtasıyla sıktı, başını salladı. Biten bayır sokaktan sonra, sağa döndü. Başı boş bir sokak köpeği karşıladı onu. İşinden çıkmış ve evine bir an önce dönme telaşındaki memur acelesiyle koşar adım yürüyordu. Köpeği selamladı, köpek selamını ‘Haav, hauv’ diyerek aldı. ‘Ulan insan geçinenler senin kadar olamıyor’ diye birilerine duyurmak istercesine söylendi. Kimse duymadı. Tekelin önüne geldiğinde orada olması gereken saatin üzerinde yaklaşık olarak 20 dakika geçmişti. Girdi içeri, selam verdi. Kimse almadı selamını. Kasadaki adam parayı sayıyordu. Sayması bittikten sonra, ‘amına koyayım, yine 20 dakika taktın havadan’ dedi. Kusura bakmalar uçuştu bir an havada. Parayı devraldı, saymaya başlarken diğeri ceketini giydi. ‘Ben çıkıyorum, bu aralar it köpek çok dolaşıyor, gözün açık olsun soydurtma dükkanı, geçen iki mahalle alttakini patlatmışlar’ dedi adam çıkmadan. ‘Merak etme abi, gözüm de açık kulağımda’ diyecekken cümlesi yarım kaldı, diğeri çıkıverdi. ‘Orospu çocuğu’ diye ağzını geveledi, ‘Amına koyayım koskoca adam, insan olmayı unutmuş’. Kumandaya uzandı, kanalı değiştirdi. Dolapta biten bira şişelerinin yerine yenilerini dizdi. Gelen depozitolu şişeleri iade kutularına yerleştirdi. Gazetenin bulmacasını çözdü. Televizyondaki filmi bitirdi. Gelen genç çocuklara sigara ve alkol sattı. İsteyen olursa porno dergi de bulabileceğini ekledi. Beraberce güldüler gençlerle. Taksicilerle ülkeyi kurtardı, ihtiyar delikanlılarla askerlik anılarını tazeledi. Çaktırmadan iki tane bira yuvarladı, kasa fazlasından onları kapattı. Saatine baktı, daha 03.00 bile olmamıştı. Neden adam gibi bir iş bulamıyorum diye düşünmeye başladı. ‘Hastanede güvenlik olarak çalışan amcaoğlunu dinlesem mi acaba?’ diye geçirdi aklından. Sonra onun da durumunun kendisinin durumundan farklı olmadığına kanaat getirip uzaklaştırdı aklından düşünceyi. Bir sigara yaktı, dertlenmişti, iş durumu ciddiydi, böyle yaşayıp yaşamadığını bile hissetmediğini düşündü. Gece çalışıp gündüz uyuyordu. Ne dışarıda vakit geçirebiliyor, ne de birkaç arkadaş edinip adam akıllı normal insanlar gibi akşam iş çıkışında kafalarını çekmeye gidemiyorlardı. Normal insanların sıkıldığı bu duruma o kadar imreniyordu ki, hayal bile kuruyordu bazen. ‘Ulan’ diyordu, ‘6’da işten çıksam, bilemedin 7 olsun, sonra çıkarım insan gibi yemeğimi yerim, rakımı içerim. Bir de manita yaparım, onunla gezeriz tozarız, belki tiyatroya bile gideriz!’ Bir manita yaparız diye aklından geçirirken bir kadın girdi içeriye. Yeşil gözlü, kısa saçlı, beyaz tenli, boyu çokça uzun olmayan, otuzlu yaşlarda bir kadındı. Giydiği elbiseden ve dışarıda bekleyen kadınlardan fahişe olduğu anlaşılıyordu. Omuzdan askılı kırmızı bir buluz, onun altında kısa siyah kot bir etek, ten rengi çorap giymişti. Ayağında da uzun çizme vardı. Ve çok güzel kokuyordu. Öyle bayık, ağır bir koku değildi bu koku. Adam ilk önce bunu kazımıştı sanki zihnine. ‘Buyrun’ dedi, nezaket yüklemeye çalışmıştı sesine. Kadın alışık olmadığı ses tonunun yönüne doğru çevirdi gözlerini, çok kısa baktı. Sonra dolaba döndü, dolaptan eline sığdırabildiği kadar bira aldı. Biraları tezgaha koyup, tekrar dolaba döndü. Bir o kadar daha bira aldı. Bir paket sigara istedi, hemen uzattı adam. Kadın paketi açtı, tek dal çıkardı, kırmızı dudaklarına yerleştirdi sigarayı. Paketi açarken, çakmağını hazırlamıştı adam, hemen uzattı, yaktı sigarayı. Kadın derin bir nefes aldı sigaradan, borcunu sordu. Ufak çantasından cüzdanını çıkartıp ödedi. Poşetleri alıp çıktı. Kadının arkasından çıkışını seyretti adam. Çıktıktan sonra elini yumruk yapıp, ‘ulan hayat, adaletini sikeyim, bu kadının diğer kadınlardan ne farkı var da bu yola soktun’ deyip yumuruğunu diğer avcuna yapıştırdı. O esnada kadının tek dal aldığı sigara paketinin tezgahta kaldığını fark etti. Telaşla paketi alıp, dükkandan çıktı. Arkadaşlarından ayrılmış kadına yetişti, seslendi. Kadın önce duymamazlıktan geldi. Laf atılmasına alışıktı ne de olsa. Adam ‘hanımefendi!’ diye seslenince durdu, döndü. Sigarayı gösterdi adam, hatırladı kadın. Gözlerini kısıp, yorgun yorgun bakarak teşekkür etti. Hafif selam vererek rica etti adam. Kadın yürümeye devam etti. Bir süre yürüyüşünü seyretti kadının. Kadının önünde yürüyen gölgesine baktı. Dükkana geri döndü. Kokusu duruyordu dükkanda. Yarın tekrardan gelsin diye dua etti, televizyonu kaparken. Ertesi gece zamanı nasıl geçireceğini bilemedi. Bulmaca soruları bu kadar zor muydu diye düşündü. Televizyondaki filmler saçmaydı, haberlerden canı sıkıldı. Gayri safi milli hasıla artmış, kişi başına düşen milli gelir oranı ise son yılların zirvesine çıkmıştı. ‘Yalanınızı sikeyim’ deyip fırlattı kumandayı tezgaha. Gündüz uyku tutmamıştı zaten, gözleri çok ağırdı. Uykusu geliyor, gelen müşteriler sayesinde ayakta duruyordu neredeyse. Taksicileri oyalamaya çalıştı zamanı geçirtsinler diye, sürekli müşterileri çıktı. Yaşlı amcalar bu akşam uğramadı, teyzeler dün gece iyi azarladı herhalde diye düşündü. Çok sakin geçiyordu akşam, saat ilerlemiyordu. Gelir mi diye düşünüyordu bir yandan da. Bir yandan da gelse ne olabilir ki diye düşündü. ‘Bir şey olmaz, bir şey olmaz da görmüş olurum. Ulan görsen ne olacak, kadın fahişe. Sikerim ne olmuş fahişeyse, hangimiz fahişe değiliz ki? Kimisi işinin fahişesi olur, kimisi paranın, kimisi patronunun, kimisi devletinin, kimisi bir başka şeyin? Ne olmuş hayatını böyle kazanıyorsa?’ Kadın o gece gelmedi. Sonraki gece de gelmedi. Ondan sonraki gece de. Çok uzunca bir süre gelmedi kadın. Adam çok bekledi gelecek, işte bu akşam gelecek diye. Ama onun beklediği hiçbir akşamda gelmedi kadın. ‘Şansımı sikeyim, zaten şans olsa, sayısala yatırdığım paralar geri dönerdi, bir 5-6 tutup.’ Kafası çok bozuktu o akşam. Mesai arkadaşıyla atışmışlardı, yine geç kalmıştı işe. Uyku düzeni bozulmuştu, doğru düzgün uyuyamıyordu gündüz. Gündüze de geçmek istemiyordu, teklif etmişti gündüzdeki eleman. Ama kabul etmemişti. Gündüzün stresine kalabalığına gelemem diyordu. Bir daha geç kalırsan, ertesi gün gelme demişti adam. Olur demişti o da. O gittikten sonra 4 şişe içmişti. Alamadığı uykusuyla birleşince kafası giderek ağırlaştı. Saate bakmıyordu, baktıkça ilerlemediğini keşfetmişti birkaç gündür. Aksine o gün de kimse gelmiyordu büfeye. Bir iki ayyaşın dışında ne taksiciler, ne gececiler, ne gençler uğramamıştı oraya. Televizyonun kuru gürültüsü tatlı bir uyku getirdi ona 5. şişeyi bitirirken. Gözlerini hafif kapadı. Sadece sesleri duyuyordu, onlar da birbirine karışıyordu zaten. Dışarının gürültüsünü takip etmeyi kesti, sadece uğultulardan ibarettiler zaten. Aklına türlü şeyler doluşuyordu. Adamı öldürmeyi düşündü, amcaoğlunu düşündü, sokaktaki köpeği düşündü, çıplak kadınları düşündü. Burnuna doluşan kokuyu anımsadı. Omzuna dokunan eli hissedince olduğu yerde sıçradı. O sıçrayınca kadın da korktu. Cümlesini tam kuramayarak özür dilemeye çalıştı. Kadın eli kalbinin üzerinde, önemli olmadığını anlatmaya çalıştı. Adam mahcuptu, beklemiyordu. 2 aydır gelmeyince, artık gelmez diye düşünmüştü. Çok güzel gözüküyordu kadın, gözünün altından hafif akmış makyajı çarpıyordu göze. Dar bir pantolon, düz bir tişört giymişti. Saçlarının rengini değiştirmişti ama gözleri hala yemyeşildi. Şişeleri koydu tezgaha. Adam poşetledi. Siyah ve sadece tekel büfelerinde olan poşetlerle. İçerisinde herkesin ne olduğunu bilmesini sağlayan poşetlerden. Kadın parayı uzatırken, adam cesaretini toparladı dilinde, olabildiğince kibar bir dille kullanmaya çalışarak konuşmaya başladı; ‘Ya özür diliyorum, biliyorum hiç böyle bir şey beklemiyorsunuz, niye bekleyesiniz ki hem? Şurada biraları alırken hangi büfeci nutuk atar ki ya da nutuk atma girişimine kalkışır?’ kadın gözlerini kıstı, anlamıyordu. ‘Durun, iki dakikanızı almaz’ dedi parayı bırakıp gitmek üzereyken kadına adam. Kadın durdu, döndü. Ne var dercesine baktı. Etine susamış bir başka erkek dercesine bakıyordu adama. ‘Rahatsızlık vermek değil amacım’ dedi adam, ‘buraya tam 63 gün önce saat 03.04’te geldiniz. Üzerinizde kırmızı askılı buluz vardı, siyah kot etek. Bakmayın bana öyle. Amacım inanın düşündüğünüz gibi değil. O günden beri aklımdan çıkmıyorsunuz. Sokakta sigarayı verirkenki bakışınız çıkmıyor aklımdan. Önünüzde giden yorgunuz gölgenizi bile çıkartamıyorum inanın beynimden.’ Kadın şaşkın dinliyordu. ‘Bilmiyorum şu an ne düşünüyorsunuz, aklınızda ne var, daha adınızı bile bilmiyorum, ama içimde karşı koyamadığım bazı şeyler oluyor. 63 gündür her gece kapıdaydı gözüm, 63 gün her gün uyku girmedi gözüme sizi düşünmekten. Eve gidemiyordum belki sokakta, size sigarayı verdiğim sokakta bir kere daha sizi görebilirim diye. İnanın, kötü bir amacım yok. Sadece beraber gündüz vakti bir yerlerde bir şeyler içebiliriz mi diye sormak istedim. Yanlış bir hareketim, kelimem olduysa kusuruma bakmayın, diyeceklerim bu kadar, isterseniz bir şey demeden gidebilirsiniz, anlarım, inanın anlarım ama ne olur yanlış bir şey düşünmeyin hakkımda’. Kadın kapıya yaslanmıştı. Beklemiyordu bunu. Kim bekleyebilirdi ki? ‘Sen’ dedi, ‘sen benim orospu olduğumu bilmiyor musun, dalga mı geçiyorsun benimle?’. Yüreklenen adam tezgahın arkasından önüne geçti. ’Biliyorum ama ne önemi var ki, yani benim için bir önemi yok, Allah belamı versin yanlış bir şey geçiyorsa aklımdan, çok değil en fazla bir saat, sıkılırsanız kalkıp gidersiniz, nerede, ne zaman isterseniz oraya o zaman gelirim, bir çay içer gideriz’. Kadın düşündü, adama baktı, üstüne başını inceledi. Adam utandı. Döndü, yürümeye başladı. Adamın yüzü düştü, doldu dolacaktı gözleri. ‘Yarın saat, 4.00’te Kadıköy meydanda. Bir dakika gecikirsen çeker giderim’ dedi. Adamın düşen başı yıldırım hızıyla kalktı, gözleri parladı. Gülümseyerek onayladı, kadın olmasaydı oynamaya da başlardı alkolün kafasıyla. Kadın gittikten sonra bir süre oynadı da zaten. Bu kadar kolay olacağını ve kabul edeceğini hiç tahmin etmemişti. Yepyeni bir hayatı olabileceği umutları yeşerdi birden içinde. Yüzü aylardır ilk defa güldü. O esnada silahlı iki kişi girdi içeri. ‘Kasayı boşalt lan!’, dedi birisi, diğeri de boynuna vurdu silahın kabzasıyla. Yere kapaklandı. Ayağa kalkıp kasaya yürüdü. Çekmecesini açtı yazar kasanın. Kasanın altında duran silah ilişti gözüne. Diğer elini uzattı silaha. Yavaşça kavradı. Kalbi heyecandan çıkacaktı yerinden. Yavaş hareket ediyordu parayı uzatırken. Soygunculardan biri parayı alacakken geri çekti parayı, silahı çıkardı olduğu yerden ‘siktirin gid’. Cümlesi yarım kaldı, göğsünden girdi kurşun. Yere düşerken ateşledi silahını ama isabet ettiremedi. Hırsızlar parayı alıp kaçtılar. O gece sessiz olduğu için çok geç fark edildi vurulduğu. Çok kan kaybetti. Yerdeyken ‘şansımı sikeyim’ diyordu sürekli. Hastaneye kaldırıldığında nabzı durmuştu. Tüm müdahalelere rağmen, kurtarılamadı. Ertesi günkü gazetelere yansımadı haber. Sonraki günün gazetelerinde üçüncü sayfadaki yerini aldı. Yaşlı amcalar cık cıkladı, gençler üzüldü. Taksiciler iyi çocuktu dedi. Kadın söylediği saatte oradaydı. 1 saat bekledi adamı. Gelmeyince, ‘erkek değil misiniz, alayınızın amına koyayım’ deyip yürüdü.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Caner Almaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |