Prensiplerden hoşlanmam. Önyargıları yeğlerim. Daha içtenler. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Sorgulamayan insan cahildir, sorgulatmayan ise zalim... Psikolog ve Psikiyatr’ların anlattıklarına göre ; bunalımdaki insanlarda gözlemlediğimiz ilk şey, bu insanların zihinlerinde kendilerine adeta bir hapishane yarattıklarıdır. Bu insanlar zihinlerinde görünmez bir duvar inşaa etmişlerdir ve bu duvarın yıkılmasına asla izin vermezler. Psikolojik bozukluk olarak adlandırdığımız bu durumdaki kişilerin , belli kalıplar içerisinde davranış gösterdiklerini izleyebiliriz. Sabit fikir, hep aynı düşünce sistemi üzerinde çalışır. Sürekli kendini tekrar etmekle meşguldür. Bu kısır döngü kişileri intihara kadar sürükliyebilir. Tüm insanlık bu halde değilmidir ? Kendimizi belli duvarlar içerisine hapsetmiyormuyuz ? Ünlü şair Nazım Hikmet Ran , şu dizelerinde ne kadar güzel dile getiriyor bu durumumuzu . Bizi esir ettiler, bizi hapse attılar : beni duvarların içinde, seni duvarların dışında. ...Asıl en kötüsü :bilerek bilmeyerek Hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması... İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, Namuslu, çalışkan, iyi insanlar Ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık insanlar. Gelin beraberce bu konuyu biraz irdeliyelim. “Yaşam devinim içerinde vardır” der Aristo. Yani durağan hiç bir şey yoktur mikro ve makro evrende. Atomaltındakilerden, gökadalara (galaksi) kadar her şey hareket halinde değilmidir. Duraklama diye bir olgu bulunmaz tüm evrende. Hareket, aynı zamanda değişim demektir. Değişim yaşamın olmazsa olmazlarındandır. Burada Krisnamurti’ den (*)aldığım bir örneği sizinle paylaşmak istiyorum. Gürül gürül akan bir ırmak adeta yaşam doludur. Sürekli bir hareket ve değişim sözkonusudur. İçinde balıkları görebilirsiniz. Irmağın kenarında, ırmaktan barikatlarla ayrılmış küçük su birikintilerine rastlarsınız. Bunlar tamamen hareketsiz, üzeri adeta pislikten kabuk bağlamış, durağan, kokuşmuş bir haldedir. Etrafını çevreleyen barikatlar onu ırmağın canlılığından ayırırlar. Küçük su birikintisinde herşey kontrol altındadır. Diğer bir deyişle herşey güven altındadır. Halbuki ırmak sürekli hareket, değişim halindedir, her an herşey olabilir. Diğer bir deyişle kesinlikle güven altında değilsinizdir. Bazen hızlanır, bazen yavaşlarsınız, önünüze bir kaya parçası çıkar ona çarparsınız, onu aşmak için çabalarsınız. Etrafını dolaşır, veya üzerinden aşar geçip yeni yerlere doğru seyehatinize devam edersiniz. İşte yaşam da böyle değil mi ? Önümüzde iki yol var ; ya ırmak gibi akacağız, ya da su birikintisi gibi olacağız. İnsanlık ikinci yolu seçmiş gibi görünüyor. Çünkü zihnimiz durmadan değişen ortamdan huzursuzluk duyuyor, bir tehdit olarak algılıyor. Kendimizi güvende hissetmek ana hedef olarak seçildiğinden etrafımızı adeta duvarlarla çevreliyoruz. Bu duvarları gelenekler, dini, toplumsal, siyasal kavramlar oluşturuyor çoğu kez. Etrafımızdaki duvarları nasıl aşacağız . İşte temel sorun burada . Bu konuda vereceğim örnek sanırım sorunun çözümüne fayda sağlıyabilecektir. İçi kirli su ile dolu bir kovamız olsun. Kovadaki suyu nasıl temizliyebiliriz? En kolay yöntem, sanırım içi pis su dolu kovayı, temiz su akan bir musluğun altında yeterli bir süre tutmaktır. Pis suyun üzerine akan su kovayı taşıracak, sürekli taşma olayı gerçekleştiği zaman yavaş, yavaş kovadaki su da temizlenmiş olacaktır. Demek istediğim şu ; kendimizi koruma altına aldığımız yanılgısını oluşturan belli düşünce kalıpları üzerine, farklı düşünce sistemlerinin, fikirlerin girmesine izin vermeliyiz. Aynı musluk altındaki kova gibi, yeterli miktarda yeni fikirler zihin kalıplarımız üzerine eklenirse, zihnimizdeki kokuşmuşluk yerini, daha canlı, daha tekdüze olmayan, daha yaratıcı, daha hoşlanacağımız bir yapıya bırakır. Sürekli değişim, yaşamın olmazsa olmazı değilmidir? Tüm evren sürekli değişim halindedir. Değişimin gerçekleşmesi ise sabit düşünce kalıplarından kurtulmakla mümkündür. İnsanoğlunun düştüğü durumdan tek çıkış yolu bu olsa gerek. Altı milyar insanın yaşadığı gezegenimizde insanlık acı içerisinde, mutsuz vede umutsuz halde yaşam dediği süreyi tamamlamaya çalışmıyor mu ? Tabii buna yaşam denirse ! Irmağın kenarındaki kokuşmuş su birirkintisinden ne farkımız var. Yaşam ırmağı gürül, gürül hızla kopürdeyerek akarken, bizler kısır bir döngü içerisinde kendi hapishanemize kendimizi mahkum etmişsek ; buna da yaşamak diyorsak, kendimizi kandırmıyormuyuz acaba ? Yaşam ırmağı o kadar hızlı akıp gidiyor ki ; ona yetişmekten vazgeçtim, hiç olmazsa su birikintimize, ara sırada olsa, yaşam ırmağının sularının girmesine izin verebilsek, hayatımız daha anlamlı bir hale gelebilir. Ancak zihnimiz alışılmışın dışına çıkmayı kendisi için bir tehdit olarak algılar. Kısır döngü kalıpları dışına çıkmak istemez. Aslında, toplum, insanların etrafına duvar örmekte çok ustadır. Çesitli yöntemlerle bu duvarları, pekiştirir ; adeta kaleleri koruyan surlar haline getirir. Hatta bu surlar, katmanlar halinde arka arkaya sıralanmışlardır. En çok kullanılan yöntem örf ve adetler ile dinsel sınırlamalardır. Bizler ana babalarımızdan, atalarımızdan böyle gördük, bunların tartışılması bile olmaz gerekçesinin arkasına sığınır Yazımızın başında ruhsal bunalımdaki kişilerin zihinlerinde yarattıkları sanal duvarların içinden asla çıkamadıkları, bu duvarların içine girilmesine de izin vermediklerinden sözedilmişti. Gayet tabidir ki zihinde yaratılan bu sanal duvar,davranışlara ve ilişkilere de etki etmekte kişileri kendi yarattıkları hapishane içerisinde çürümelerine sebep olmaktadır. Aslında tüm insanlık aynı durumda değilmi ? Hepimiz kendi hapishanelerimiz içinde çırpınıp duruyoruz. Diğer bir deyişle ruhsal bir bozukluk içerisindeyiz, ama hepimiz aynı durumda olduğumuzdan bu durum bize çok normalmiş gibi gelmektedir. Ne yazık ki bunun bilincinde de değiliz, bunu seslendirenlere de hoş gözle bakmıyoruz. Çevremiz tarafından tenkid edileceğimiz, belkide azarlanacağımız korkusuyla, ya da yalnız kalacağımız korkusuyla kendi hapishanemizde yaşamaya devam ediyoruz. Çünkü bu durumdan kurtulmak büyük bir zekaya ve cesarete ihtiyaç gösterir. ----------------------------- (*) Krişnamurti, İç Özgürlük, yol yayınları 1988,beşinci basım,s.143.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © sedat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |