Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Zeytinli Çay’ı boyu doğa yürüyüşüm, Akçay’da kurulan semt pazarına varınca nihayet bulmuştu. Bayram öncesi alış-veriş etmek isteyen kalabalığın içine karıştığımda, gözlerim hemen Türkmen Köylülerini aradı. Öyle ya, taze sebze ve meyveler, onların sergilerinde bulmak mümkündü. Mevsimin ve doğanın bize sunduğu yöremizin bitki dokularını, Türkmenlerin sergilerinde izlemek, müzede gezinmek gibi bir şeydi. Doğanın yeşilliklerini, zeytin ve zeytinyağlarını, onlardan satın almayı seviyordum. Şanslıydım. Türkiye’de böylesi bir güzelliğe günümüzde tesadüf etmek, artık mazide kaldı. İngiliz Kraliyet ailesinin Kaz Dağlarından beslendiklerini düşününce üşüdüm. Binlerce km ve deniz aşırı uzaklıktaki bir ülkenin aristokrat ailesi, ülkemin bir köşesinde, bizim topraklarımızı ekiyor/ektiriyorlarmış. Prens ve ailesi ülkemin toprağından her türlü nebatat ve meyve başta olmak üzere, domates, biber, vb organik ürünlerle yaşam kalitelerini arttırıp, sağlıklı yaşam sürdürmekteler. Alışverişimi tamamladığımda, ensemde bir güven kıracak soluk hissettim: “Alıyorsunuz ama ya gerçek değilse. Pamuk yağı karıştırıyorlarmış…” Sesin geldiği yöne başımı çevirdim, bir kadındı. “Pamuk yağı mı, o da ne?” Orta yaşlı kadın buruk bir tebessüm ederek konuşmasına sürdürmekteydi: “Artık her şey sahte, hiçbir şey gerçek değil. Eğer organik almak isterseniz Migrosta yeni organik stant açmışlar. Tabi o da gerçekse…” Pazardan kuşkuları yüreğimin heybesine yükleyip, markete doğru yöneldim. Marketten balık almaktı amacım. Balık tezgahının üzerindeki, her nevi deniz ürünlerini gözden geçirip, seçeneklerimi düşünürken, iri çipuralara takılınca gözlerim, doğrusu iştahımı kabarmıştı. Satıcıya gayri temkinli sordum: “Deniz mi Havuz mu?” Satıcıya gülümsemiştim bu soruyu sorarken, iletişimde, beden dilimizi sağlıklı kullandığımız zaman avantajlı olma şansını elde ediyoruz. Bu olumlu etkiye dönüşüyor. Genç bir çocuk olan satış görevlisi; “Aslına bakarsanız her ikisi de aynı, havuz bunlar. Siz bakmayın, diğer balık satanların sözlerine de. Deniz değil hiç biri. “ O anda kulaklarımı ve gönlümü yeni şaşkınlıklara kapamıştım. Zira 2 kg iri Çipuralar ayıklanırken, onların son halleri düştü gözlerimin perdesine. Kızarmış balıkların iştahımı kabartan, lezzetli kokularını hayal etmeye başlamıştım. Yüzümdeki tebessüm işe yaramıştı. Satıcı, ayıkladığı balıkları elime tutuştururken yavaşça eğilip, fısıldadı: “Balıkları ızgaraya döşemeden önce karabiber ve zeytinyağına bulayın, lokantalarda sizin deniz, diye yedikleriniz, aynı öyle pişiriyorlar. Çok lezzetli oluyor. Afiyet olsun…” Satıcıya teşekkür edip, ayrıldığımda yüzüm yeni bir bilgiyi öğrenmenin tesiriyle ışıdı. Evimin mutfağında almış olduğum balıkları yıkarken, düşünmeden de yapamadım. Ve sordum kendime: “Gerçek olan ne?” “Biz mi?” “Yoksa bizler de mi sahteyiz?” Neden üzüntüleri kolay, mutlulukları zor barındırırız içimizde? — Güzel ve yazımın temasına uygun bir hikaye aktarmak istiyorum. Belki de yüzümüzde o gülüşler bir güneş gibi belirir… “…Bir zamanlar kötü geçen bir hasattan şikayet eden bir çiftçi vardı: “Tanrı hava durumunu kontrol etmeme izin verse her şey daha iyi olurdu.” Diye söylendi. Ve Tanrı o gün onu duydu. Tanrı ona dedi ki: “Bir yıl boyunca havanın kontrolünü sana bırakacağım. Ne istersen hemen yerine gelecek. Zavallı adam çok mutlu oldu ve hemen dedi ki “şimdi güneş istiyorum” ve güneş çıktı. Sonra dedi ki “şimdi yağmur yağsın” ve yağdı. Bir sene boyunca önce güneş açtı ve sonra yağmur yağdı. Mahsul hiç bu kadar bol, hiç bu kadar yemyeşil olmamıştı. Sıra hasata geldi. Çiftçi buğdayı biçmeye koyuldu ama yüreğine indi. Başakların içi bomboştu. Tanrı sordu: “Nasıl mahsulün ?” Adam şikayet etti: “Kötü efendim, çok kötü”. “Peki, sen havayı kontrol etmedin mi? İstediğin her şey olmadı mı ?” “Evet! Ben de işte bundan dolayı şaşkına döndüm. İstediğim güneşi ve yağmuru elde ettim ama hiç mahsul yok.” “Peki, hiç rüzgar, fırtına, kar ve buz istemedin mi? Çiftçi üzüntüyle: “Hayır, istemedim!” Tanrı gülümsedi: “İstemeliydin. Çünkü bunlar havayı temizleyip kökleri güçlü hale getiriyor. Mahsulün de içi doluyor. Hep iyi havayla olur mu hiç? Elinde bu yüzden mahsul yok…” *** Yaşamımızda öyle değil midir ki? Bizler acı/ tatlı her ne varsa, bazı duygularımızı uçlarda yaşamaktayız kimi zaman… Dozunda ve tüketmeden yaşamak en doğal olanı… Güneş nasıl ki gölgeleri kovalıyorsa, mutlu ve yüzünden hiç neşe eksik olmayan insanlar da elemleri, tasaları, endişeleri ve karamsarlıkları her ortamda silip süpürürler. Hatta sanki bir güneş olurlar bulundukları yere huzur ışıkları saçarlar. Ardından, iyimserlikleriyle neşe salınır etrafa… Son zamanlarda bu tür kişilere tesadüf edemiyoruz. Etmediğimiz gibi, karamsar, gamlı, kederli yüz ifadeleriyle dertlerini koyu bir gölge gibi örtüyorlar üzerimize. Gülüşler, mutluluklar ve huzur uzaklaşıyor bir bir. Ardından, sorunlarıyla birlikte mutsuzluklar salınır etrafa… Yüzümüze tatlı bir huzurla yayılan parlaklık, çekicilik veren o tatlı gülüşlerimiz, aslında içimizden dışarı doğru fışkıran billur bir sudan başka bir şey değildir. Çünkü mutluluk ve onu besleyen sevgi sıcak bir yüreğin yansımasından başka nedir ki? İçimizdeki bu var olan en temel gıdalarımız, ruhumuzda doğar, oradan da yüzümüze yansır. Ardından mutluluklar salınır bir güneş gibi etrafa… Oysa ne hoş olurdu; tüm insanlarımızın en zengin hazinesi olan neşeli bir ruha sahip olması! Bu paha biçilmez hazinemizi biz nasıl ve ne zaman yitirdik? Bunu hiç düşündük mü? Ve şimdilerde ben; ne zaman bir kalabalığa veya bir ortama girsem, hep özlediğim o yüzleri arıyorum. Hani, içinde riya olmayan, Yalansız ve doğal olan, Yüzlerimizi aydınlatacak olan, o organik gülüşleri arıyor gözlerim… Mona Lisa gülücüklerini değil… Kalın sağlıklı ve organik gülüşlerimizle… Emine PİŞİREN/Akçay 09.12.2010 Not: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2009 Yaşam Memnuniyeti Araştırması kapsamında halkın ”mutluluk” düzeyini de değerlendirdi. 2009 Ekim ayında 7 bin 546 kişiyle yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilen araştırmada, mutluluk, ”acı, keder, ızdırabın yokluğu, bunların yerine sevinç neşe ve tatmin duygularının varlığıyla karakterize edilen durum, hayattan genel olarak memnun olma hali” tanımıyla ele alındı. Araştırma verilerinden yapılan derlemeye göre ülkedeki bireylerin yüzde 31,1′ü orta düzeyde mutlu, yüzde 46,6′sı mutlu, yüzde 7,7′si de çok mutlu. Araştırmanın bu yılki sonuçlarına göre, Erkeklerin yüzde 13,7′si mutsuz, yüzde 3,4′ü çok mutsuz; kadınların da yüzde 9,5′i mutsuz, yüzde 2,8′i çok mutsuz hissettiğini belirtti.(Alıntı Kaynağı: 06.08.2010 tarihli-http://kitapdergi.cumhuriyet.com.tr/?hn=128652-
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |