Avukatlar da bir zamanlar çocuktular herhalde. -Charles Lamb |
|
||||||||||
|
Afrika’ya ilaç göndermeye karar vermiştik; fakat hepsinin üzerinde "tok karnına" yazıyordu. Charles Bukowski. Bizim en yumuşak karnımız, yerimiz dinimizdir. Yeter ki o kısma bir kroşe atılmaya görsün. Anında DİNSİZ yaftası yapıştırırlar vallahi! Bende önceleri, kim Kuran ve İslamiyet hakkında bir söz etse; hemen ( bilgi eksikliğinden dolayı) aşırı savunmaya geçerek tepki verirdim. Bugünlerde ise ruh rengim daha açık renktedir. Elimdeki kaynaklardan edindiğim bilgiler ışığında, daha mantıklı ve sağlıklı düşünebiliyorum, artık. Hayat işte! Her geçen günde bize eşlik edip iyi bir öğretmen ve sıkı bir öğrenci olmamızı sağlıyor. Öyle ki pusulasız zamanlarımızda en iyi rehberimiz yine edindiğimiz hayat deneyimiyle bilgilerimizdir. Bazen hayatın kıyısında bazen de içinde yol alırken göze, gönlünüze kıymıkların battığı da oluyor tabi ki. Bunların çoğu içimizi acıtan doğa, insan ve hayvan katliamlarıdır, desem yerinde kullandığım bir tümleç olur sanırım. İlkel kabile ve Kızılderililere baktığımızda onların doğaya, insana saygıları karşısında duygulanmamak elde midir? Onlar ava toplu katılır, küçük olan canlıyı avlamaz, açlıklarını giderecek kadar avlanırlar. Ya modern ülkelerde nasıldır avlanma? Kısaca göz-atalım isterseniz: Örneğin; batıya baktığınızda İspanyollar, boğayı eğlence niyetine katlediyor, kimse bunun adına VAHŞET demiyor. Üstelik FESTİVAL diye kutlanıyor el çırpıyorlar, orantısız kullanılan kanlı gücün karşısında. Kuzeydeyse insanlar, kürk bozulmasın diye başlarına çekiç vurup vizonları, öldürürken adı KÜRK oluyor. Koyunun altı aylık kuzusunu, sırf kıvırcıklığı bozulmasın diye Anne karnından çekip alındığında adı ASTRAGAN oluyor. Kadınları süslemek adına Japonların binlerce balinayı canlı canlı derileri yüzmelerinin adı GÜZELLİK KREMİ oluyor. Finlandiya'da her yıl yüzlerce yunus kıyıya sürülüp katledilen yunuslar erkeklerin ERKEKLİK FESTİVALİ oluyor. Günah keçisi yerine, Yahudiler 365 gün işledikleri günahta kurtulma adına tavuğun kanatlarından tutup, canhıraş bağırtarak duvara vura vura öldürülmelerinin adı DİNİ RİTUEL oluyor. Çinlilerin, her yıl 50 bin köpeği kesip öldürmeleri YEMEK KÜLTÜRÜ oluyor. Arapların, her yıl binlerce koyunu, deveyi boğazlayıp sıcak kumlara gömmeleri kıldan ince kılıçtan keskin SIRAT KÖPRÜSÜNDEN geçileceği inancıyla kesilen kurbanlar, bilinçsiz kesimlerdir. Kesilmiş kurbanlar, Afrika'daki insanlara gönderilmiş olsaydı; eh biraz olsun İNSANLIK ölmemiş, diye düşünürdüm. Eğlence ve günahtan arınmak amacıyla kesilen kurbanlar vahşettir. Hele ki, kesimden kurtulan kaçan boğa, düve, koyun, vs... Yaşamak istiyor ki kaçıyor. Özgür bırakılacağı yerde bıçak, satır, vb. kesici aletler atılarak eklem bağları kesilip işkence ile yakalanıyor. Kurban kesilecekse bunun bir kesme yöntemi olmalı değil mi? Hakkımda her ne düşünürseniz düşünün, ama hayvan katline karşıyım. 364 gün aç kalan bir insanı 365.günü birazcık etle kandırmak bence çok saçma bir et kesme şölenidir. Etkinliklerimde sunum konuşmalarının arasına mutlak kısa bir anı, öykü, anekdotlar sıkıştırırım. Kısa bir Kızılderili ile beyaz adam diyaloguna dikkatinizi çekerim: Beyaz adam: - Siz neden dualarınızda sürekli yağmur ve sudan bahsediyorsunuz? Kızılderili: - Yokluktan! Bu kez Kızılderili sormuş: - Beyaz adam sen neden sürekli şiirlerinde, dualarında aşktan, sevgiden bahsediyorsun? Beyaz adam: - Yokluktan. * Peki, kurban kesenlere soruyorum: - Neden senede bir kez kurban kesip, dualarınızda sürekli cennete gitmeyi dilersiniz? - ? Tabi ki cennet insanın yüreğindedir. Yoksa ister garibim. Soruya yanıt akamadım ama en azından düşündürdüm değil mi? - Kurban bayramı sabahı herkeste bir telaş. Bayram namazı dönüşü baba oğul el ele evlerine hızlı adımlarla yol alıyorlar. Belki komşuları kurban eti vermiştir, düşüncesi aç midelerinde trompet çaldırıyor. Az ötede ağaca kesilmiş düveyi asmış kasap işkembesini hemen dibindeki çukura boşaltıyor. Koku berbat çıkıyor! Kan ve işkembe görüntüsü karşısında çocuğun gözlerinde korkunun siyah kanatları açılıyor, babasına yüksek sesle soruyor: - Baba havada bok kokusu var! - Uçar geçer yağmur temizler, merak etme. Çocuğun endişeli gözleri daha çok açılır: - Ama baba yağmur değil de ya bok yağarsa üzerimize? - Yok, yağmaz, yağsa da ne olur ki? Şeker bile olsan erimezsin sen! Çocuk serseme dönmüş gibi solgun çıkıyor sesi: - Ama baba bayramlık elbisemin inek kakasıyla ıslanmasını istemiyorum ben! Baba suskun... Oğluna ne yanıt vereceğini bilemez. Kurbanlıkların, böğürtüleri, kuzuların çığlıkları acı acı yırtarken bayram sabahını... Hızla uzaklaşırlar oradan. * Emine Pişiren-Altınoluk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |