"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Her bayramda televizyonda yapılan söyleşilerde, hep eski bayramlar şöyle nezihti, böyle hoştu gibi anlatılar dileriz. Ellili-altmışlı yılları yaşamış biri olarak hayrete düşmekteyim ; acaba, bu bahsedilen bayramlar padişah dönemlerine mi aitti diye düşünmeden edemiyorum. Abartmayı seven bir yapımız var millet olarak sanırım. İstanbul da yaşamıyanlar bu anlatılanları dinledikleri zaman “vay be İstanbul da bayramlar ne güzel yaşanırmış”, dediklerini duyar gibiyim. Benim de çocukluğum , gençliğim İstanbul’un küçük bir mahallesinde geçti. Acaba başka bir İstanbul’dan mı bahsediliyor diyorum kendi kendime . Ayfer Tunç hanımefendinin “Bir maniniz yoksa akşam annemler size gelecek” adlı kitabında, 1970 li yıllarıın yaşamından çok güzel kesitlerini hepimiz okumuşuzdur sanırım. Neyse bende kendi bayram hatıralarımı sizlerle paylaşayım. Efendim, insanların bu kadar abarttığı kadar bir hoşluk içerisinde hiç olmazdık. Bayramlar bugünkünden farklı değildi. Bence tek fark, imkansızlıkların yaşandığı bu yıllarda, bayramlarda imkanların zorlanmasından başka bir şey değildi. Örneklersek eğer ; bayram traşı denilen olay çok daha eskilere dayanırmış. Daha eskiden , yokluk yıllarının çok daha etkili olduğu yıllarda, insanlar ancak bayramdan bayrama traş olabilirlermiş. Bayram traşı deyimi o yıllardan kalma olsa gerek. 55-60 lı yıllarda o kadar olmasa bile, gene de sıkı sık berbere gidilmezdi . Sebebi de malum ; maddi yetersizlik. Keza Bayramlık kıyafet olayı da aynı şekilde idi. İnsanların yeni ayakkabı almalar, ancak ayakkabılarının tamiri (gizli pençe denilen tabanının değiştirilmesi, topukların değişimi , topuklara kabara çakalıması) artık olanaksızlaştığı zaman gerçekleşebilirdi. Elbiseler, ceketler , pantolonlar iyice eskiyinceye kadar kullanılır, yırtılınca ördürülerek tekrar be tekrar giyilirdi. O zamanlar mahallelerde orücüler vardı. Yırtılan elbiseleri makinası ile itina ile tamir ederlerdi. Tabii gene de belli olurdu tamir yeri, ne kadar itina ile yapılırsa yapılsın. O yıllarda konfeksiyon bu kadar gelişmemişti . Mahalle terzileri sanatlarını konuştururlardı. Böyle bir ortamda bayramda çocuklara alınan yeni herşeyin çok değerli olarak görülmesi gayet doğaldı. Yoklukların yarattığı , bayramda yeni ayakkabı veya elbise sahibi olma sevincinden başka bir şey değildi bayram sevinci. Bayramlarda yapılan börek, kadayıf, baklava evlerde annelerimiz, ninelerimiz tarafından imal edilirdi. Zaten dışarıdan almak, dediğim gibi maddi açıdan insanların olanakları haricindeydi ve de yaygın değildi . Keza bayram ziyaretlerinde genellikle kağıtlı şeker, akide şekeri , badem şekeri veya lokum ikram edilirdi. Sık sıkta özellikle yazın limonata başlıca içecek olurdu. Çukulata nadirattan ve kıymetli idi ; bayramda her çocuğa kısmet olmazdı çukulata tatmak. Hediye olarak mendil verilirdi genellikle. Maddi durumu iyi olanlar ise mendilin içerisinde harçlık koyarlardı. Biraz hali vakti yerinde olanların bayram ikrami, likör ve yanında çukulata olurdu Çocukların bayram eğlencesi sokakta oynamaktı . Çocuklar için eğlence aşağıda anlatacağım şekilde yaşanırdı çoğu kez. Bu anlatacaklarım sadece bayrama has olmayıp hergün veya iki, üç günde bir yaşanılan gündelik olaylardı. Bayram da biraz daha sık olarak mahallelerden geçerlerdi tabii ki. Macuncularımız vardı. Macuncunun mahalleye geldiğini zurna veya klarnet sesinden anlardık . Eritilmiş şekerin boyanması ile yapılmış macun şeklinde bir tür şekerleme olan renga renk macunları, macuncu bir tahta çubuğa elindeki tornavida ile dolayıp bizlere satardı. Çoğu kez macuncunun elinde bir zurna veya klarnet olurdu, sokak başında durur bir iki melodi çalardı. Arkasından elma şekeri ve horoz şekeri satan şekerci dolaşmaya başlardı. Simitçileri saymıyorum, onlar bugün de varlıklarını hala sürdürebiliyorlar. Günümüzde de devam eden kağıt helva, pamuk helva satıcıları da mahallenin müdavimlerindendi. Sanırım en ilginci ayı oynatan çingenelerdi. Ayı oynatıcıları çocukların en fazla ilgisini çeken göstericilerdi. Çoğu çingenelerden oluşan ayı oynatıcıları, arkalarında bir sürü çocuk ile mahalleye girerler ve tam sokağın orta kesiminde sanatını göstermeye başlarlardı. O dönemde hayvan hakları olmadığından ( ! )zavallı ayılar burnundaki halka yı çeken çingene tarafından, zorla ayağa kaldırılarak iki ayağı üzerinde hareket etmesi sağlanır ; bu arada oynatıcı def’ini çalarak şarkı söylerdi . Hadi bakalım “Ayşe teyze hamamda nasıl bayılır” deyip hayvanı sırt üstü yere yatırır,” Ayşe teyzem hamamda nasıl oynar “ deyip hayvanı iki ayak üzerinde sağa sola hareket ettirir ve zıplattırırdı. Tabii bu işlemi, zavallı hayvanın burnundaki halkayı çekerek , acı verdirerek sağlardı. Hiç unutamadığım bir anımda, sırtı ağrıyanlar yere yatar ayı iki ayağı ile sırtını ezer, yatan kişi “oh,kulunçlarıma iyi geldi “ derdi. Daha sonra, günün sevilen şarkılarını söyleyen mahalle şarkıcıları mahalleye gelirdi. Köşede durur şarkı söylemeye başlar ,sonra elinde şarkı sözlerinin yazıldığı kağıtları satmaya çalışırdı. Bayramda mahallenin postacısı, bekçisi, çopçüsü en iyi kıyafetlerini giyerek kapıları çalar ve bahşiş toplamaya başlarlardı ; ama bunlar biz çocukların ilgisini hiç çekmezdi. Öyle atlı karınca, dönmedolap heryerde yoktu. İstanbul da sayılı yerlerde kurulurdu ; ancak, o cıvara yakın olanlar çocuklarını oraya götürebilirlerdi. Örneğin İstanbul’un Kadıköy yakasında Kuşdili denilen mevkide vardı bu tür etkinlikler. İstanbul’un Avrupa yakasını hiç mi hiç bilmezdik. Büyük kentte yaşamanın bir ayrıcalığı olarak sinemaya götürürlerdi bizleri annelerimiz babalarımız, bize uygun filmler olunca tabii. İşte biz çocukların tüm eğlencesi bunlardı. Sinemaya gitmek, macun şekeri, kağıt helva, pamuk helva, simit ve halka satıcıları, şarkı sözü satanlar, ayı oynatıcıları sadece bayramlara has değildi ;her zaman gözlenirdi bunu tekrar belirtmekte yarar var.Tabii bayramlarda daha sık dolaşırlardı. İstanbul da ulaşım zor olduğundan, bayram ziyaretine uzak yerlerdeki akrabalarımıza gidemezdik, hele Avrupa yakasındakilere gitmek çok seyrek olurdu . Yollarda trafik sıkışıklığı söz konusu değildi ama ulaşım araçları çok kısıtlı idi. Halk en çok tramvayları kullanırdı. Tramvay güzargahları da belli ana yolları takip ettiğinden her yere ulaşmak zor olurdu. Minübüs ve dolmuş az sayıdaydı. Damalı taksilere ise halk pek kolaylıkla binemezdi. İnsanlar zaten belli bir çevrenin dışına pek çıkmazlardı. Sanki herkesin belli bir mahallesi vardı ve oraya aitti. Bayram ziyaretleri , insanları çevrelerinin dışına çıkmaya zorladığı zamanlar olduğundan , biz çocuklar için , bir yere gitmek heyecan verici olurdu. Komşuluk ilişkileri, nüfus azlığından dolayı mecburen daha sıcak olmak zorundaydı. Hergün mahallede birbirlerini gören , tanıyan insanların bayramlarda birbirlerini ziyarete gitmelerinden daha doğal bir şey olamazdı ; fazla bir seçenekleri de yoktu insanların. Televizyonda anlatılanlar o dönemin maddi olanakları fazla olanların yaşadıkları olsa gerek. Büyük bir çoğunluk anlattığım şartlarda bayramları kutlardı. O dönemde telefon yaygın olmadığından bayram tebrikleri, veya kartpostallar elyazısıyla –dolmakalemle- itina ile yazılır (zaten tükenmez kalem o zamanlar henüz yoktu) ve bayramdan çok önce postaya verilirdi. Babamın , annemin yazdığı bu tebrikleri postahaneye götürmek bizlerin görevi idi. En büyük zevkimiz eve gelen tebrik kartlarını beklemek ve okumak olurdu ; hele kendi adımıza geldiği zaman bir başka hissederdik kendimizi. Mahallemizin postacı amcasını beklerdik hergün aynı saatte. Belki artık adam yerine konduğumuzun, belki de büyüdüğümüzün bir işaretiydi bizim için adımıza tebrik, mektup, kart gelmesi . O zaman küçük tebrik kartları modaydı (boyutları kredi kartlarından biraz fazla düz beyaz kartondan yapılmış, aynı boyutta zarfları olan kartlar), gençler ise daha çok kartpostalları tercih ederlerdi. Çocuklar için en güzel olan serbestçe mahallede arkadaşları ile oynayabilmekti. Oyun alanları, yani bomboş kocaman arsalar etrafta dolu idi. Yani heryer oyun sahası idi bizler için. O dönemlerin en güzel, en aranan yönü bu tarafıydı sanırım. Her yaş gurubundan çocuğun hepbirlikte oynadıkları, ilişkilerin bugünkünden çok daha ileri olduğu zamanlar. Abilik ve ablalık kavramlarının tam anlamıyla yaşandığı yıllar. Arkadaşlıkların çok daha candan yaşandığı , paylaşımın çok daha ileri düzeyde olduğu bu yıllarda, topu olan ın tek ayrıcalığı, kendi takımını kurabilme hakkını kazanmasıydı. Zaten, hemen hemen mahallelerde ki aileler arasında hayat standardı birbirlerine çok benzerdi ; arada büyük uçurumlar yoktu. Bisiklet sahibi olmak en büyük hayalimizdi. Bayramlarda toplanan harçlıklarla bisiklet kiralamak bir diğer eğlenceli olaydı. O zaman bahçeli evlerimizde yetişen meyveleri gizlice toplayıp yemek ayrı bir heyecan verirdi bizlere. Bahçe olgusu, toprakla , çayır,çimenle haşır neşir olmak kentli çocuklar için aranıpta bulunmaz bir nimetti. Tabii tüm bunların bayramla bir ilgisi yok ama genede değinmeden geçemedim. Eski ramazanlar içinde anlatılanları da hiç yaşayamadık. Belki bizim İstanbul’un Asya yakasında oturmamızdan kaynaklanıyor olabilir. Ramazanda radyodan karagöz hacıvat dinlemek tek eğlencemizdi. Oda radyo parazit yapmazsa tabii. Bugün geriye dönüp baktığımda bayramların çok sade bir şekilde kutlanmış olduğudur. Yanılmıyorsam asıl özlem duyulan bayramlar değil, yaşanılan o yaş devreleridir. Çocukluk, gençlik çağlarına duyulan özlemin başka bir tarzda ifadesi olsa gerek.B allandıra ballandıra anlatılanlar aslında bayramlar değil çocukluk ve gençlik yıllarının o heyecanları.İ nsan zihni burada da kendi kendine yalan söylemeyi becerebiliyor. Televizyonlarda anlatılanları dinleyenlerin zihninde, o eski devirler adeta ulaşılmaz, efsunlu (sihirli) özellikler çağırıştırıyor. Bende acaba başka bir İstanbul daha mı var diye şaşırıp kalıyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © sedat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |