Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Bir zamanlar… “Bir kral varmış!” diyecekler hemen, benim küçük okurlarım. Hayır çocuklar, yanıldınız. Bir zamanlar bir odun parçası vardı. Carlo Collodi( Pinokya) İskenderun Paç’da, Mehmet Berkyürek’le buluştuğumuzda takvim 17 Ekim 2010’u saat ise, 07.00 yi gösteriyordu. Sokaklarda çok az insan vardı. Amanoslar’ın başındaki kurşuni renk bulutlar hareket halindeydi. Gelen ilk dolmuşa binerek Antakya’ya hareket ettik. Sarımazı, Belen, Serinyol derken Antakya’ya geldiğimizde ’de saat: 8.00’i biraz geçiyordu. Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörlük Binası önünde indik. Geziye katılacak diğer arkadaşlarımızı beklemeye koyulduk. Çok kısa bir süre sonra, gezi katılacak Ayşe Delioğulları, Mehmet Bebek ve İrfan Hatipoğlu’da geldiler. Az bir bekleyişten sonra, seyahat edeceğimiz halk ozanı /şair Mehmet Atilay (Turabi)’ın kullandığı minübüs de geldi. Minübüste, Aalen- Antakya Kültür Derneği Başkanı Mehmet Karasu’nun dışında dört kişi daha vardı. Biz bu seyahate Ayna İskenderun Kültür Sanat Derneği’ni temsilen katılmıştık. Antakya’dan 8.30 gibi hareket ettik. 9.30’da Yayladağı gümrük kapısına ulaştık. Pasaportlara yapıştırmak üzere 15 liralık pul aldık. Aracın dizel olmasından dolayı 100 dolar fark, aracın sigortası içinde 50 lira ödeme yapıldığı konuşuluyordu.. Pazar günleri iki ülke tarafından sınır geçişlerinde ek bir vergi alındığından bugün ticari araçlara rastlamadık. Sonra pasaport kontrolü ve gümrük işlemlerinden sonra Suriye kapısına geçtik. Burada da benzer işlemler yapıldı. Bir saat devam eden bu geçiş işlemlerinden sonra 10.30’da Suriye’ye giriş yaptık. Yayladağı çıkışında başlayan ormanlık bölge, girdiğimiz Suriye topraklarında devam etti. Bir saat süren orman içi yolculuğundan sonra düzlük bir alanda devam etti yolculuğumuz. Lazkiye’ye yaklaştıkça narenciye ve zeytin ağaçları yol boyunca karayoluna eşlik ediyordu. Saat: 11.30’da Lazkiye göründü. Bugün pazar ve Suriye’de işyerleri ve resmi daireler açık. Oldukça yoğun bir trafik var. Arap Yazarlar Birliği Lazkiye Şubesine, dolmuşumuza eskortluk yapan bir taksinin yardımıyla ulaştık. Birlik Başkanı yazar Najdat Zrika, yardımcısı(naip) şair Muhammed Vahit Ali, eski birlik başkanı şair Züher Cabbur ve dernek üyeleri bizi kapıda karşıladılar. İçeriye geçtik. Hoşbeş edip oturduktan sonra ilk önce “mırro” dedikleri; koyu, tadı acımsı, şekersiz kahveyi küçük bir cam bardakla ikram ettiler. Birlik Başkanı, iki ülke arasındaki siyasi - politik gelişmelerden önce kültürel işbirliğinin başlatıldığını, bunu da dostum diyerek hitap ettiği yazar Mehmet Karasu’nun katkısıyla gerçekleştiğini belirten bir konuşma yaptı. Mehmet Karasu’nun şimdiye kadar yaptığı iki ülke arasındaki kültürel çalışmalarını anlatan bir seminer yapacaklarını da belirtti. Birliğin en küçük üyesi, Najdat Zrika’nın tanıtımıyla, yaşı küçük fikri büyük,10 yaşındaki Ali Beşşur, bizlere hitaben; “Ülkenize hoş geldiniz, sizleri çok seviyoruz.” diyerek kısa bir konuşma yaptı. Gezi boyunca tercümanlığımızı ozan Turabi yaptı. İki ülke arasındaki bu kültürel ilişkilerin artarak devam etmesinden memnun olduklarını ifade ettiler. Daha sonra, içine şekeri konulmuş ve karıştırılmış halde bardak içinde çay ikram ettiler. Najdat Zrika, demokrasi ve barışın sağlanmasında gösterdiği çabalardan dolayı Polonya hükümeti tarafından kendisine verilen bir belgeyi gösterdi. Birliğin bir odası tamamen kitaplarla dolu idi. Başkan ve naip bizlere kitaplarını imzaladılar ve hediye ettiler. Suriye’de yazar; şair ve sanatçılara genel olarak, “Fennen” olarak denilmekte. Fennenlere sahip çıkıldığını çok değer verildiğini, dernek üyeliğinde 10 yılını dolduran yazar ve sanatçılara çok uygun koşullarda konut temin edildiğini, ayrıca maaş bağlandığını öğrendik. Biz ayrılmak için izin istedik, bu isteğimizi kabul etmediler, mutlaka bir şeyler yedirmek istediklerini söylediler. Biraz bekledik. Yemekler hazırlanmıştı. Bizler yemeklerin tanımak istediğimizi belirtince, içinde domates, salatalık, biber, soğan, nane, et ekmek gibi yiyeceklerden yapılmış salata benzeri yemeğe, “Fetti” denildiğini söylediler. Antakyalı arkadaşlarımız bu yemeğe, Antakya’da “Fettüş” denildiğini söylediler. Birlik binasında görevli Mazen Borli isimli bir gençle tanıştık. Kendisiyle kısa da olsa Türkçe sohbet ettik. Bizleri oturduğu Borj İslam köyüne davet etti. Bizde ilerde kısmet olursa gelebileceğimizi söyledik. Başka gideceğimiz yerler olduğunu belirterek izin istedik Fotoğraflar çekildi. Yemekleri bitirmeden gitmemize izin vermeyeceklerini şaka yollu söylediler. Birlik üyeleri bizleri büyük sevgi ve muhabbetle uğurladılar. Heykeltıraş-Ressam Hasan Halabi’nin atölyesine gitmek üzere saat 14.00’de dolmuşumuz hareket etti. Lazkiye oldukça modern ve gelişmiş bir Akdeniz kenti. Yeni inşaa çalışmaları göze çarpıyor. Binalar, caddeler sokaklar parklar oldukça temiz. Lazkiyeliler daha çok modern bir yaşam biçimini benimsemişler. Kimi yerlerde az da olsa cola reklamlarına rastladık. Sokaktaki insanlar genellikle rahat ve çağdaş giysili. Denizden yararlanılmadığı gibi bir izlenim edindim. Deniz adeta gizlenmiş gibi geldi bana. Hasan Halabi, Arapların en büyük sanatçısı Feyruz’un bazı bestelerinin notalarını atölyesinin kapısına asmış. Kapı Feyruz’un şarkısıyla açılıyor. Halabi önce bizlere atölyesini tanıttı. Eserlerini zeytin ağaçlarının köklerinden yaptığını, dünyanın pek çok yerinde eserlerinin sergililer düzenlendiğini söyledi. Şimdilerde Fransa ve İspanya’da sergisi olduğunu belirtti. Biz de kendisine İskenderun’a davet ettik. Geleceğine dair de -söz de aldık. Dönüşte içerisi çok büyük bidonlara nohutların konulduğu bir imalathaneyi gördük. Bizi bu durumda gören Hasan Halabi hızlı bir şekilde yanımızdan ayrıldı. Dolmuşa binerken son anda bir marketten aldığı köfte büyüklüğünde yiyeceği bir kağıdın içinde bize ikram etti. Bunun nohut, sebze ve baharattan yapıldığını, Suriye’de ve Arap ülkelerinde yaygın biçimde yendiğini adının “Felafel” olduğunu söyledi. Felafelleri dolmuşun içinde yedik ve kendisine teşekkür ettik. Dönüşümüzde Ortadoğu’nun en büyük kampusüne sahip olduğu söylenen, Teşrin Üniversitesi’nin yakınından geçtik. Oradan merkezi bir yerde bulunan Şeyh Tahir meydanına geldik. Burada birbuçuk saat sonra aynı yerde buluşmak üzere gruplar halinde ayrıldık. Yanımızda Türk parasının dışında para yoktu. Bir küçük kuyumcu benzeri bir yer bulduk Bir miktar Suriye lirası(Suri) aldık. Suriye’de alışveriş ederken iyi pazarlık edilmeli. Çünkü alacağınız mala yüksek bir fiyat talep ediyorlar. Pazarlık sonucu, fiyatın dörtte birine kadar da inebiliyorlar. Benim pazarlık gücüm olmadığından alışveriş edemedim. Sadece hoşuma giden bir kalemlik aldım. Gördüğüm bir kitabevine dalıyorum. Kitap satışlarından memnun bir hali var. Türk edebiyatına ait herhangi bir kitap var mı şeklindeki sorumuza hayır yanıtını alıyoruz.. Sadece Türkçe öğrenme kılavuzlarının olduğunu söylüyor. Burada şunu da öğreniyoruz: Suriye’de eğitim ve sağlık hizmetleri parasızmış. 16.30’da aynı yerde buluşuyoruz ve Tartus’a hareket etmek üzere yola çıkıyoruz. Yolda şoförümüz yakıt ikmali yapıyor. Bu arada dolmuşta şarkılar türküler söylüyoruz. Yol boyunca kamyonlar tırlar göze çarpıyor. Sanayi malları, inşaat malzemeleri taşıyorlar. Oldukça canlı, hareketli bir ortam var. Etrafımıza baktıkça evlerin geniş bir alana yayıldığını görüyoruz. Yolun etrafında üstü ve yanları naylonlarla kapatılmış tarım alanları var. Seracılık oldukça yaygın. Organik tarımında yapıldığı konuşuyor. Verimli toprakların oluşturduğu ova, doğuya doğru yükseltiler… sonra dağlar başlıyor. Bu yerleşim biçimi ne köy ne kasaba ne de kent özelliği gösteriyor. Her taraf evler – ağaçlar, bahçeler iç içe. Tarım alanları, ormanlar, zeytinlikler, narenciye bahçeleri, tepelere yayılan konutlar devam ediyor. Bir sahil kenti olan Baniyas’a geliyoruz. Petrol Rafinerisinin bacalarından çıkan dumanlar bir an için İskenderun’la kıyas yapmamıza yol açıyor. Buradaki dev bacalar gökyüzüne kara bulutları pompalıyor. Şehir merkezine girmeden Lazkiye –Tartus yolundan doğuya yönelerek, Akdenize paralel uzanan Ansariye dağlarına yavaş yavaş tırmanıyoruz. Bu dağların İsmaililer (Haşhaşiler) tarikatının Alamut’tan sonra yaşadıkları ikinci yurtları olduğunu öğreniyoruz. Yolda dolmuşumuz zorlanıyor. Ağaçların, evlerin iç içe olduğu yerleşim yerlerinden geçiyoruz. Buralara, 17. yüzyılda, Yavuz Sultan Selim’in baskılarından, Mersin, Adana ve Antakya yöresinde kaçıp gelmiş Nusayriler sığınmışlar. Cebel Ansariye dağları içinde; uzun, derin bir vadi( Pınarlar Vadisi) boyunca gidiyoruz.. Bu yerleşim yerlerine, sığınmadan dolayı Alevi Dağları(Cebeli Nusayri) denmiş. Bu dağlarda Aleviler, 70 yıl yaşamışlar, daha sonra bir kısmı geriye dönmüş. Şimdilerde yazın sıcaktan bunalanlara tatil merkezi olmuş. Her taraf yazlık evlerle dolu. Masyaf adında bir yerleşim yerinden geçtik. Saat, 19.00 sıralarında Errakme köyüne geldik. Şam’da yayınevi işiyle uğraşan Arap yazarlar Birliği üyesi, çocuk yazarı Meryem Hayırbek ve eşi Abdurrahrahim İsmail sıcak ve samimi duygularla bizi karşıladılar. Hazırlamış oldukları yemekleri yedik, bahçelerinden topladıkları meyveleri ikram ettiler. Ciğerlerimiz oksijeni bol yayla havasıyla bayram etti. Özellikle firik pilavı çok beğenildi. Sundukları kahveleri içtik, Türkçe/Arapça şarkılar ve şiirler söyleyerek hoşça vakit geçirdik. Saat 22.30’da ayrıldık. Dönüşümüzde dağlar tepeler aştık. Sora sora Bağdat bulunur misali, Tartus'u bulduk. Yollarda yön levhaları var, ancak yeterli değil. Yolu sorduklarımızdan kimi motorsikletiyle kimi kamyonuyla kılavuzluk etti. Yolda silahlı sivil giyimli güvenlik görevlileri dolmuşumuzu durdurdu. Nereden gelip nereye gittiğimizi kibarca sordular. Sonra selametler dileyerek bizleri uğurladılar Tartus’a indik, deniz maalesef burada da Lazkiye’deki gibi. Sahil tamamen inşaat atıklarıyla doldurulmuş kimi yerlere de barikatlar yapılmış, adeta deniz hapsedilmiş. Bisikletinin arkasında seyyar çay ve kahve satan bir gençle sohbet ederek birer de kahvesini içtik. Tartus'un, Osmanlı ve antik döneme ait eserlerle dolu bir kent olduğu söylendi. Zamanımızın olmaması ve geceye denk gelmesi nedeniyle bu eserleri gezip görme imkanımız olmadı. Tartus’un karşısındaki, ‘Arvad Ada’sını da göremedik. Buraları ilerde tekrar gezip görmeye de karar verdik. Ancak, Lazkiye’den önemli bir liman olduğu ve gemi ve nakliye hizmetlerinin olduğu gözlemledik. Suriye’de hayat akşamdan sonra devam ediyor. Gece yaptığımız uzun yolculuk boyunca köyde kasabada yaylada geçtiğimiz her yere işyerlerin açık, sokaklar cıvıl cıvıl olduğunu gördük. Kahvelerde nargile keyfi yapan genç yaşlı insanlarla, parklarda dolaşan oturan insanlarla hayat akıp gidiyordu. Yayladağı sınır kapısına yaklaştığımızda tenha bir yerde bulunan bir bakkalın önünde alışveriş yapmak için mola verdik. Anadolu’nun herhangi bir yerindeki bakkaldan farksızdı. Bakkalda Türk parası dahil her türlü para geçiyordu. Ben 7 lira verip 5 kilo şeker aldım. Kimi arkadaşlar burada domates ucuzmuş, “Antakya’da domatesin kilosu 5 lira, burada bir liraymış, domates alalım paylaşalım.” dediler. Ancak bu bakkalda domates kalmadığından bu istek gerçekleşmedi. Lazkiye’den sonra aracımız yakıt almak için uğradığı petrol istasyonlarının hepsi kapalı idi. Daha sonra, Suriye’de petrol istasyonları saat: 22.00’de kapandığını öğrendik. Gece yarısı saat: 02’de Yayladağı gümrüğüne geldiğimizde takvim 18 Ekim pazartesiyi saat ise, 02.00’yi gösteriyordu. Suriye gümrüğünde iyice bir arama taramadan geçtikten sonra pasaport işlemleri yapıldı. Gecenin bu saatinde gümrükte bizden başka kimse olmadığından, pasaport ve gümrük işlemleri uzun sürmedi. Her iki tarafta yarım saatte tüm işlemlerimiz bitmişti. Beş dakika sonra Yayladağı’ndaydık, oradan da, 45 dakika süren yolculuk sonrasında Antakya’ya gelmiş olduk. Mehmet Berkyürek’le İskenderun’a dönmemiz gerekiyordu. Sabaha kadar vasıta bulamayacağımızı bildiğimizden, İrfan Hatipoğlu’nun daveti üzerine evine gittik. Bir-kaç saat uyku sonrası aldıktan sonra, Mehmet Bebek’de İskenderun’da işi olduğundan gideceğini söylemişti, onun aracıyla saat: 8.00’de İskenderun’a doğru hareket ettik. İskenderun’a geldiğimizde saat: 9.00’ u gösteriyordu ve yeni bir iş günü başlamıştı…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |