Olgunluğa erişmemiş şairler ödünç alır, olgunluğa erişenler çalar. -George Eliot |
|
||||||||||
|
"Ayna İskenderun Kültür Sanat Derneği'nin değerli üyelerine..." Bekir Sıtkı Kunt(1905-1959), çok değerli bir öykü yazarıdır. Ciddi hazırlanmış her öykü antolojisinde mutlaka yer alır. Antakya doğumlu yazar, ilk ve orta öğrenimini(1912-1923) tamamladıktan sonra İstanbul'a gider. Önce edebiyat sonra da hukuk fakültesinde okur.Bir süre gazetecilik yapar. Yargıçlık, başsavcılık yapar. 1938'de Hatay Meclisi'nde, Antakya milletvekili olarak görev yapar. Hatay, Anavatan'a katılınca, iki dönem(1939-1946) milletvekili olur. Milletvekilliğinden sonra, tekrar yargıçlık mesleğine döner. Beş hikaye kitabı yayınlanır."Arzu ile Kamber" isimli halk hikayesini de kitaplaştırır. ilk hikayeleri 1930-31 yıllarında Sadri Ertem'in etkisiyle; gözleme dayanır, gerçekçidir. Bekir Sıtkı Kunt; konuşma dilini yazı diline getirme anlayışını benimser:"...Dilde ölçü , dilde realizmdir; yani yaşayan dil ile yazmaktır.Halkın dili, sanatçının kendi dili olmalıdır." der. Yapılan bir söyleşi de, sanat anlayışını özet olarak şöyle dile getirir: "Sanatın tek amacı ve yolu halk için olmaktır. Halktan olmayan, halkı anlatmayan, halkta yankı uyandırmayan bir sanat, düşünülemez dahi. Bir sanatçı yaşamak istiyorsa, halkın malı olmasını bilmelidir. Bu halk ezelden ebede kadar vardır. Sanatın rolü, bu halkı daha iyi bir hayata doğru götürme olmalıdır. Dünyada insandan başka ve insana hizmet amacından başka hiçbir şey yoktur. (...) Dünyanın bütün nimetlerine insanın sahip olması kadar doğal birşey yoktur. Fakat bu derece geniş, sınırsız hakka sahip olan insanın yarıdan çoğu aç ve çıplaktır.(...) İnsanlara daha mutlu ve iyi bir dünya hazırlanması olanağı vardır. Sanatın görevi, işte böyle bir dünyaya doğru yürümektir. (...) Sanat, insanları uyandırır, onlara dünyalarını tanıtır ve sevdirir. (...) Her şey insan için olduğuna göre, insanların en soylu ürünlerinin insan için olmamasına imkan var mıdır? Bu bakımdan, sanat var olabilmek için insanlara yararlı olmak zorundadır." Bu görüşler dönemin yazarlarının ortak görüşüdür de. Bir başka söyleşisinde: "Sanatın bir amacı olmalıdır. Kim ne derse desin, amaçsız sanat yoktur. Bence sanatın amacı, insanlara daha iyi yaşama, daha mutlu olma olanağı sağlamaktır." Kunt'ın öykülerinde Ömer Seyfettin, Refik Halit, Ziya Gökalp, Mahmut Şevket Esendal ve Maupasassant izlerini görmek mümkündür.Gerçek, sade, sıradan insanları yazmıştır.Günlük olayları, kendi sözüyle;" basit halkın hayatını" yazmıştır. Öyküleri, yapmacıksız, sade ve yalındır." Gerçeğe dayanan, süssüz, düzgünsüz, yapmacıksız" olarak tanımlar öykülerini. Gerçek bir edebiyatçı olan, Bekir Sıtkı Kunt'u ne yazık ki,günümüzde edebiyatın içinde olanlar bile tanımıyorlar. Kitapları yayınlanmıyor. Kitap piyasasında bulunmuyor. Dileğimiz bu değerli yazarımızın kitaplarının tekrar hakettiği yere taşınması, yayınlanması okunmasıdır. Yazarın beğenerek sık sık okuduğum bir öyküsünü aşağıya çıkarıyorum. İyi okumalar... BABAMIN İNTİKAMI Çocukluğumda bize bir paşa dadanmıştı.Hemen her yıl güz vakti, kasabaya gelir, babasının konağı gibi, hiç sıkılmadan , üzülmeden, kış ortalarına kadar, bazen iki, bazen üç ay, bizde misafir kalırdı.Babam paşayı eskiden tanımazmış.Bu misafirlik ilkin şöyle başlamış: Paşa vaktiyle babasının valiliği sırasında birer kolayını bulup üstüne tapulattığı köylerin, zeytinliklerin, bağ ve bahçelerin idaresine bakmak için kasabaya geldiği zamanlar iyi bir otel, temiz bir lokanta bulamamaktan, İstanbul'a dönünce etrafındakilere şikayet edermiş; paşanın dostlarından ve babamın eski arkadaşlarından biri paşaya bizim evi tavsiye etmiş.Paşa da o yıl, eski arkadaşın bir selamın getirip bizim eve postu sermişti.O yıl bu yıl, bu hal böyle devam edip gidiyordu. Babam belli ki paşayı sevmezdi. Paşa yıldız sarayına mensup kodaman bir vezirin damadı, mirimiran rütbeli, su katılmamış, Abdülhamit bendesiydi. Babamsa, geçinebilecek bir yaşta tekaütlüğünü isteyerek hükümet işlerinden çekilip doğduğu kasabaya dönmüş, biraz kasaba itiyatlarına bağlı, babadan kalma çift çubuğu ile uğraşan, sakin, kendi halinde bir adamdı. Paşa ile aralarında hiçbir münasebet, duygu ve düşünce birliği olmazdı.Hoş zaten paşa da bunlar için değil, iyi yemek ve temiz yatak için geliyordu. Babam paşayı sevmemekle beraber misafirperverliği bir aile namusu saydığı için ona nasıl ikramda bulunacağını bilemezdi. Kasabalı olan, ve çok güzel yemek pişirmesine bilen annem, ne dolmalar, ne hindi kızartmaları, neler, neler, ne kaymaklı tatlılar yapar, her yemeği bir ziyafet sofrasına çevirirdi. Bütün gün köylüleri huzuruna çağırtıp " anhalı minhali" hesaplar gören, şuna buna çıkışıp kiracıları yeni ve ağır taahütlere bağlayan, sonra da çil, çil, sarı sarı altınları kesesine dolduran paşa, yemek vakitleri oldu mu, başındaki bütün o kalabalığı savarak göbeğini oynata oynata sofraya koşar, yer içer ve sonundaki bir nevi yemek sarhoşu olarak bir müddet oturduğu yerde sızar kalırdı. Haftalarca, aylarca bu mihval üzere, köylüleri sık-boğaz ederek, yeni mukaveleler imzalayıp yeni iratlar temin eyledikten, ceplarini altınla doldurup gene yedikten, gene içtikten sonra, gene sızdıktan sonra, bir gün, bavulunu kapatır, yol yemeklerini sepetine doldurur, arabasına kurulup İstanbul'a dönerdi. Ama, bizim orta halli, mütevazi aile bütçemizin dibine darı mı ekmiş, kileri tam-takır, babamı kabaran borçlarının ortasında bocalar mı bırakmış? Paşa böyle ufak- tefek, önmsiz, kendi menfaatiyle alakası olmayan şeyleri hiç düşünmezdi.bile. Söz buraya gelmişken, şunu da ilave edeyim ki, paşa bütün bu gelişlerinde hep eli boş bulunur; hani, " yarım elma, hatır alma" nevinden, küçük de olsa büyük görünen, yavan da olsa tatlı gelen bir hediyecik, bir armağan bile getirmezdi. Yalnız bir defa, tek bir defa, paşa bize bir hediye getirmişti, şeytanın ayağını kırmıştı. O gelişinde, daha babamı görür görmez, hediye müjdesini vermiş, fakat ne olduğunu söylememişti.Bavul açıldığı vakit, tabii, hediyeyi çıkarıp babama teslim edecekti. Bizi bir düşünce, bir merak, bir hayal sarmıştı ki, deme gitsin!.. Ben ve kardeşim birer bahriyeli elbisesine çoktan razı idik. Annem bir elmas küpe ümit ediyor; babamsa, paşadan bir şey beklememekle beraber, zannederim, hediyenin bir altın tabaka,yahut değerli bir kehribar ağızlık olmasını istiyordu.Belki bunlardan hiç biri olmazdı da, mesala bir Acem şalı, yahut babamın kitap merakına göre, nefis hat, müzehhep bir divan olabilirdi.Hasılı, herkesin yaşına başına göre, paşanın hediyesinden bir umduğu, bir beklediği vardı. Fakat paşanın hediyesi ne idi, ne idi acaba?..(Devamı var.) Nihayet o beklenilen heyacanlı saat gelip çattı. Paşa " Size hediyenizi getireyim" diyerek odasına, bavulunun başına gittiği dakikada yüreklerimizi çarptıran, o bir yarım baş dönmesi veren hissi, bilmem ki size nasıl anlatmalı?.. Az sonra paşa, hediyesini, elinde çeke çeke getirmişti. Fakat bu hiçbirimizin hatırına, hayaline gelmeyen, hiç beklenilmeyen bir şeydi: Bu bir tesbihti, bir tahta tesbih ki, eşleri muhakkak Beyazıt sergisinde, o zamanın parasıyla, yirmi parayla filan satılıyordu. Hepimizin başına birer kova su dökülmüş gibi olduk. Meğer tespihin değerş, bizim bildiğimiz gibi, sadece ağacında, biçiminde, yontuluşunda, boyasında, yani maddesinde değilmiş!.. Asıl manevi değeri varmış bu tesbihin.... Zira; -Bu tespih, falanca paşa hazretleriin cebine huzur-i şahaneye çıkmış!... Evet, paşa böyle söyledi. Öyle ya, bu ağaç tespihe bundan büyük kıymet ve taşralı misafirpervere de bu tepihi elde etmekten yüce saadet mi olurdu?... Babam teşekkür ederk paşanın elinden tespihi aldı, cebine koydu. Biz suspus olup etrafa dağıldık. O vakitler dededen kalma taş yapılı bir eski zaman evinde otururduk. Bu evin her tarafı birer parça haraptı. Hele helayı hiç sormayın, derim; kocaman bir çukuru vardı, çok defalarayağımız kayar da içine düşeriz diye ödümüz kopardı. Babam, paşanın hediyesini aldığı gecenin sabahı, anlaşılan bütün gece kurmuş, düşünmüş olacak ki; elinde huzura çıkarılan tespihle, işte bu helaya girdi, oradan eli boş çıktı.(Talkınla Salkım, 1937)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |