Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Yaralarını gördüm. Çığlıklarını duydum. Çağrılarını aldım... Yüreklerimizin uçsuz bucaksız çocuk, hesapsız geniş olduğu günlerin kerametiydi günahsızlık. Büyüklerimiz “Bak yavrum bu kötülük. İlişilmez, bulaşılmaz, uğraşılmaz. Gördüğün yerde kaç” dediğinde birleşti ellerimiz. Sırf söz dinlemiş olmak için onu illa bulacaktık... Erken inen akşamda, cam önüne inen kara bulutta, çılgın taşra yağmurlarında, çapkın rüzgârlarda aradık. Bir türlü kavrayamadığımız öcü cümlelerin bunaltan sağnağında bulduğumuz her defasında, el ele tutuşup hayale kaçtık. Ah o masalcılar yok mu, onlar söze sevdaladılar bizi en karasından. Çocuktuk sözden, sesten ala kötülük olmadığını anlayamazdık. Olmadık şeyler yaralıyor beni. Dostun attığı gülden incinen pir misali. Birkaç gün önce geç bir akşamüstü aheste adımlarla eve dönüyordum Arkamdan yetişen bir ses beni olduğum yere mıhladı. Durduğum yerde doksan derece geri döndüm, kucağında çocuk olan sıradan bir dilencinin önünden geçmişim. Sese gelince anlatılır gibi değil. Bir “Allah aşkına” diyişi var kadının; O nasıl bir ifadedir. O ne uzman bir inandırıcılıktır. O nasıl usta tonlama, nasıl bir katil vurgudur! İşte nasılını anlatmak kabil değil. Bir an onlar orada açlıktan ölürken fark etmediğim için Tanrı tepelerinde durmuş parmağını sallıyor sandım. İşte bu dramatizasyondaki sahiciliği aklım almıyor benim. Yolun ortasında öylece dikilip sesi izleyerek, ifadesindeki etkileyiciliğin şifresini kırmayı denedim. Koca şehrin en işlek caddesinin başını tutmasına izin verilen kadının samimiyetine inanmak mümkün değildi. Aklım biliyordu yalandı aç oldukları. Aslında mantığa gerek yoktu çoktan beri tanıyordum onları.Sen de tanırsın; bunun gibi hünerli anlam dilencileriyle dolu yaşamımızın en işlek caddeleri, en manzaralı köşe başları. Avucuna bir şeyler sıkıştırma arzumu, gönlümden kopanın sergilenen hünerin ederi olamayacağı düşüncesiyle dizginledim. Tabi bir de derinimde, her yeteneğin "Değer hak eden bir marifet" olmadığı tecrübesinin, bağışlamak bilmeyen kıyamı var. Böylesinin de şifresinin de canı cehennemeydi.. Çenem zonkluyordu. Sağ yanağımın bir tokat sızısıyla şiştiğini hissediyordum. Artık ne zaman ruhumun yeryüzünde şiddetli bir deprem olsa sarsıntı yüzümde bir yerleri yıkıyor. Kalbim, dişimin ya da gözümün kökünde cümbüşe başlamasa, farkına bile varmayacağım belki içimde bir şeylerin daha yıkıldığının. Çığlıklarını duydum. Nefes alamıyor geçmişte zamanlarım. Kimseleri hakkıyla ağırlayamadığım buz kesen yüreğimde hasar tespit yapacak teşkilatım yok artık. Seni öldürmüyorum. Ölen ben de değilim. Ölüm yok. Bu salt ikimize dair bir mesele değil. Mahir bir yazarın ilhamına ürün saydığım kurguların, gerçek insanların kaderi olduğu kötülüğü peyda oldu masalımda. Bildiğim tek şeyi yapıyorum. Hani şişman, koca memeli, kütük baldırlı kadınlar toplanıp çamaşır yıkadığında, öldürülesiye sürtülüp yoğrulan çamaşırlara acırdık. İşte o dev gibi hamarat kadınların, yitik hayatlarının tüm acısıyla saldırdığı sıkılmış çamaşırlar gibi hissediyorum kendimi. Kaçıyorum. Bu kez yalnız, senin sıkılmışlığının da ucunu bırakıp. Belki o zaman kendimizi tutmayıp o leğenlerin içine atlasaydık! Hem kirletilip hem aklanmaya mahkûm edilen o zavallı çamaşırlar uğruna temiz bir dayak yemeyi göze alsaydık… kutsal dut ağacının kollarına benzetilmiş birer kahraman olarak tırmansaydık... Kaçmaktan o zaman yorulmalı, bir yerde o zaman durmalıydık. Ya gözünün içine bakarak kötülüğün burnunun tam ortasına bir yumruk vurmalı ya da ne menem şeydir bir kez olsun, tadına varmalıydık. Kötülükten kaçıldığında iyi de olunmayacağını söylenmeliydi bize. Masumduk, her şeye inanmaya hazırdık. Çağrılarını aldım.Mahallenin köpekleriyle paylaştığımız unufak leblebi tozları gibi yüreğime, yaralı anlayışımı yama yapmaktan yoruldum Anlamsız sözlerin, samimiyetsiz seslerin kaçağıyım. Öfkeliyim. Can değil, kan çekiyor benim canım. Ve kararlıyım artık kendimi ısırmayacağım. Belki çıkıp kendime bir oje alırım en kırmızısından, karşıma çıkan ilk yanılgının göz bebeklerine saplayıp parmaklarımı, doyana kadar oyarak kıpkırmızı boyarım tırnaklarımı. Sonra yine bir masal yazarım en başıbozuğundan. En yüce dağının doruğuna doğru yola koyulurum yalnız. Hatta kötü yürekli devi doğduğuna pişman eder gerçek bir kahraman bile olurum belki. Anladım ki yollara çıkılmıyor ağır çokluklarla, şefkatim yalnız kendime yetecek kadar beni anla. Issızlık istiyorum böyle iyiyim. Yalnızlık benim en enim. Ben onun her şeyiyim, o benim herkesim. Seni kayıramam…Beni özlediğinde kendine sarıl. Özünle seviş. Yalnızlık doğur. Sabırla yoğur. Ben ve o bir başımıza huzurluyuz. Sende yalnızlığın yüreğinde kendini bulduğun zaman, güven meyhanesinde yalnızlık tokuştururuz. Arzu KULAÇ SEVİMLİ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arzu Kulaç Sevimli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |