..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Denemeler"de gördüğüm şeyi Montaigne'de değil, kendimde buluyorum. -Pascal
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Türkiye > Oğuz Düzgün




26 Ağustos 2010
Evet'imi Vurmasınlar!/ Sırada Yeni Anayasa  
Oğuz Düzgün
Adı Milletti, soyadı Çoğunluk… 12 Eylül Referandumunda bazı haklarını almayı başardı... Eksik ama gerekli haklardı bunlar. Milleti oluşturan her kesimin uzlaşmasıyla gerçekleştirilecek yeni bir Anayasa'ya ihtiyaç duyduğumuz artık ortada... Şimdi sırada Yeni Anayasa var...


:AHFA:
12 Eylül refarandumundan önce yazdığımız yazımızla milletimizin "evet"ine sahip çıkmasını istemiştik. Oylanacak bütün maddeler milletin geleceği ile ilgiliydi sonuçta... Ne A partisi, ne de B partisi "evet"in gerçek sahibidir... Millet "evet"ini eline almış ve özgürlüğünü, çağdaş haklarını onaylamıştır. Şu bir gerçektir ki bu maddelere hayır diyenlerin çoğu da A partisinin liderine olan öfkeleriyle hareket etmişlerdir. Yoksa millet, özgür bırakılmış olsaydı en az %70'lik bir evet sonucu kaçınılmazdı... O gün de söylediğimiz gibi bizim A ya da B partisiyle işimiz yoktur olmamıştır. Milletin özgürlüğüne ve hukukuna sahip çıkması bizi ilgilendirmektedir. Sonuçta milletimiz bunu başarmıştır. Evet uçurtması bu sefer vurulmamıştır... Bundan sonra daha aydınlık bir sürece geçtiğimizi, yeni bir anayasa değişikliğiyle daha ileri bir demokrasiye ve hukuk sistemine adım atacağımızı umuyoruz ve bu yeni anayasa sürecini sabırsızlıkla bekliyoruz... Referandumdan önce yazdığımız yazımı hatırlatarak, daha çağdaş, daha demokratik ama Bayrağımıza, İstiklal Marşımıza ve ülke bütünlüğüne de halel getirmeyecek Yeni Anayasa talebimi ilgililere iletiyorum...

Kadın okudu eline tutuşturulan kâğıdı… Kadınlara pozitif ayrımcılık, çocuklara karşı yapılan her türlü tacizin önlenmesi gibi maddeler ilgisini çekti… Eğer bu maddeler içinde “kadınları erkeklerden daha aşağı varlıklar sayalım” ya da “çocuklara karşı her türlü işkenceyi, tacizi yapalım” gibi içerikler olsaydı, anne yüreği buna dayanamayacak; “hayır” diyecekti. Ancak kadındı, anneydi… Yetersiz de olsa bu maddeler, kadınlar için, çocuklar için olumlu sonuçlar doğuracak ve sadece bunun için “evet” diyorum diye mırıldandı kendi kendine… Evet diyorum… Bunları derken A ya da B partisi, aklına bile gelmedi. O, kendi geleceğini önemsiyordu öncelikle, çocuklarının geleceğini…. O her şeyden önce anneydi çünkü.. Bunun için “evet” diye bağırdı bütün gücüyle: “çocuklarım için “evet”

YAŞ kararlarıyla askerden atılan on binlerce subaydan birisiydi. Suçsuzum demişti ama kimse dinlememişti onu. İdam sehpasındaki bir hükümlü gibi şerefli mesleğinden bir postal tekmesiyle uzaklaştırılmıştı. “ Belki, adil bir mahkemede suçsuzluğumu ispat edebilirim” diye düşünmüştü ama, yasalar buna izin vermiyordu. Üstelik emeklilik hakkı dahil hiçbir haktan da yararlanamıyordu. Onun bir ailesi vardı, çocukları vardı… Tek bildiği işinden olmuş, birden bire maaşsız kalmıştı. Üstelik hiçbir suç işlemediği halde ordudan atılarak “şerefsiz” damgası yemişti. Her şeyden önce bu onur incitici damga onu katletmişti… Bu devirde kimse kimseye çalışmadan para verecek değildi… Daha sonra, daha az bir maaşla ve daha yetersiz bir sigortayla, bir şirkette güvenlik görevlisi olarak iş bulmuştu. Yaş-adığı o ıstırap verici anıların sayıklamalarıyla geçen uykusuz geceleri düşündü… Çocuklarının ve eşinin, “ekmeğimiz, ekmeğimiz alındı elimizden” şeklinde devam eden ağıtlarını işitti tekrar. Onun yanında olması gereken bazı sözüm ona sosyalistlerin, insan hakkı savunucularının, kendisini yargısız infaz edenlerin yanında yer alması, onu daha bir yaralamıştı.. Evet, diye mırıldandı sakince… Evet, diyeceğim… Benim akrabalarım da, benim ve benim gibilerin acılarına şahit olanlar da “evet” diyecek bu referandumda. Çünkü yargıda her özgür insan gibi haklarımı arayacak, suçsuz olduğum için de haklarıma yeniden kavuşacağım, diye düşündü… Gülümsedi yatağına yatarken. Sarıldı otuz yıllık hayat arkadaşına. İçi güvenle doldu. 12 Eylül günü, benim ve ailemin gasp edilen haklarını elde etmek için “evet” diyeceğim, diye mırıldandı etkili bir duayı okurcasına…

Vatandaş Ahmet’ti adı… Her defasında nice güzel duygularla oy verdiği partisi kapatılmış, bir türlü istediği özgürlükler dünyasına kavuşamamıştı. Dünyanın diğer ülkelerinde parti kapatılması o kadar zorken, ülkemde hiçbir kuvvetli delile dayanılmadığı halde ideolojik yaklaşımlarla partiler hoyratça kapatılıyor, diye geçirdi içinden. Hele yüzde 45 civarında oy alıp da halkın denetiminden geçmiş iktidar partileri bile, azınlık ideolojiye mensup insanların gazete ve kitaplardan kestiği haber küpürlerinin delaletiyle kolayca kapatılabiliyordu. Birisinin düğmeye basması yeterliydi. Bu kapatmalar ise, kapatılan partinin yeniden başka bir isimle arz-ı endam etmesini engelleyemiyor, kapatılan parti aynı gücünü koruyarak ya da daha güçlü bir şekilde yeniden başka bir isimle gün yüzüne çıkıyordu. Üstelik bu durum, milletin büyük bir çoğunluğunu yargıya ve devlete karşı küstürüyordu. Kendi partilerine yumurta atılmasına, liderlerinin video görüntüleri hakkında tek kelime olumsuz söz söylenmesine tahammül edemeyenler, söz konusu A partisi olunca “recm” cezasını bile aratacak bir linç kampanyası başlatıveriyorlardı. Partilerine yapılan bu muameleyi görenlerin, bu sözde çağdaşlara güvenmeleri, onların tek taraflı adalet anlayışlarını haklı bulmaları mümkün olamazdı… “Evet” demeliyim diye geçirdi içinden.. Partilerin kapatılmasını zorlaştırmak adına olanca gücümle “evet” diye haykırmalıyım. 12 Eylül tüm ezilenlerin milad günü olacak. Bundan sonra milletten başka hiçbir güç, silahlı eylemlerin odağı olmayan herhangi bir partiyi kapatamayacak…

Yıllardan beri insanların eşitliği için mücadele etmişti. İnananlar, inanmayanlar, başörtülüler, başörtüsüzler herkes kanun önünde eşit olmalıydı. Hiçbir vatandaş ayrımcılığa tabi tutulacağı için korkmamalıydı. 12 Eylül döneminde çok işkenceler görmüş, sağdan ve soldan pek çok gencin yargısız bir şekilde infaz edilişine şahit olmuştu. Yüce Divan geldi aklına. Ne Yüce bir ismi vardı bu kurumun. Sanki divan edebiyatında kullanılmış berceste bir mısradan damlamış kadar edebiydi… Yüce Divan… Ancak Yüce Divan’a sadece hükümette görev yapmış siyasi parti mensupları gidebiliyor… Buna bir diyeceğim yok elbette.. Suçu kim işlemişse, cezasını bulmalı, diye düşündü… Fakat aklının ve havsalasının almadığı bir şey vardı. Halkın seçtiği insanlar bile Yüce Divan’da yargılanabiliyorken, nedense bazı “üstünler ve atanmışlar” Yüce Divan’da yargılanamıyorlardı. Okuduğum metinde bu makamlardaki insanlara bile iltimas geçilmemiş, onlar da bu yargıdan muaf tutulmayacak, dedi kendi kendine.. Zira Türkiye demokratik bir ülkeydi ve kast sistemi gibi bir sistem uygulanamazdı bu ülkede. Demokratik hukuk devletlerinde imtiyazlı hiçbir zümre olamazdı. Yasalar önünde çoban da, Genelkurmay Başkanı da eşit olmalıydı… Daha sonra elindeki metni okumaya devam etti. “12 Eylül dönemindeki Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi’nde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. maddesi yürürlükten kaldırıldı.” Daha ne isteyebilirdi ki? On yıllardır beklediği vakit gelmişti. 12 Eylül döneminde yaşadığı acıların, çektiği sıkıntıların hesabını “evet” diyerek sormalıydı. 12 Eylül dönemindeki darbecilerin artık yargılanamayacağını söyleyenler de vardı. Ama evet demese de zaten yargılanamayacaklardı. En azından kendi vicdani sorumluluğunu yerine getirecekti “evet” diyerek. En azından safını belli etmiş olacaktı Kâbe’ye doğru yol alan karınca, Hz. İbrahim’in ateşine su taşıyan güvercin misali. “Sizin zulümlerinize ortak değilim, onların hepsini “evet” mührümle reddediyorum” diyecekti. Hayır deseydi, o zulümleri meşrulaştırmaktan başka bir şey yapmamış olacaktı. Her “hayır”, yanlışı, zulmü geçmişte olmadığı kadar meşrulaştıracak, pusuda bekleyen zalimleri cesaretlendirecekti. Bu durumu bozulmamış vicdanı asla kabul edemezdi. O katliamların altına bir imza da o vuramazdı…

Bu ülkede bir dönem neredeyse fişlenmeyen insan kalmamıştı. Sağdan ya da soldan önüne gelen fişlenmişti. İlköğretim 1. sınıflara kadar inmişti bu fişlenmeler. İlk okuma etkinlikleri olarak neredeyse, “ALİ GERİCİ ALİ”, “AÇ AYŞE BAŞINI AÇ”, “AS BAŞBAKANI AS” gibi fişler okutulacaktı öğrencilere… İnsanların kişisel bilgileri “kağıt parçalarındaki” sözde komutlara bile konu olabiliyordu. Yeni Anayasa değişikliği ile fişlenmenin de önü kesilmiş olacaktı… Her önüne gelen, insanların kişisel bilgilerini istismar edebiliyordu. İnternetle tanıştığından beri, kişisel bilgilerinin başkalarınca kötü emeller uğruna kullanılması hususunda derin korkular edinmişti. Hele çok sevdiği genel başkanının yatak odası görüntüleri ahlaksız bir şekilde internette yayımlanınca, daha da korkar olmuştu. Ancak mağdur eski genel başkanının bu yasaya halen karşı çıkışını da bir türlü anlayamıyordu. Kişisel bilgilerin daha ciddi yasalarla korunması gerekiyordu artık. İlgili maddeyi okuyunca “her şey eskisinden daha iyi olacak” diye geçirdi içinden. Çünkü her olumlu madde, bir gelişme demekti. “Neden bundan daha iyi bir madde olmasın?” sorusu elbette makul bir soruydu ama eldeki en iyi seçenek, olmayan ve belki de olmayacak “muhayyel daha iyisi” uğruna neden tepilsindi ki? Midyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmamalıydı? Böyle bir imkan çıkmıştı önüne yıllardan beri ilk defa. Onun için “evet” diyecekti, “kişisel verilerin daha güvende olması adına” bütün gücüyle “evet” diyecekti…

Memurdu, akrabaları arasında da bir sürü işçi vardı… Okuduğu metinde işçilerin birkaç sendikaya üye olabileceği, memurların toplu sözleşme hakkı elde edeceği, grevdeki zarardan sendikanın sorumlu tutulamayacağı, grevle ilgili pek çok yasağın kaldırılacağı açık bir şekilde anlatılmıştı… Bir memur ya da işçi bu maddelere nasıl “hayır” diyebilir, diye geçirdi içinden.. Bütün haklar eskisine göre daha iyi hale gelecekti. Bu o kadar açıktı ki… Şimdi bu maddeler arasında şu yok, bu yok demenin ne alemi vardı ki? Bu maddeler aslında hükümetin zararınaydı. Grev gibi eylemler hükümetleri daha çok zora sokmuyor muydu? Bu geniş hakların elde edilmesi hükümete ne yarar sağlayacaktı ki? Elbette bu yasanın her şey gibi daha iyisi olabilirdi ama eskisinden kat kat daha iyi olan bu maddeye sırf “bu madde niye yok, şu niye eksik?” gerekçeleriyle karşı çıkılabilir miydi? Elimize bir şans geçmişti.. 12 Eylül’de bütün bu olumlu hakları bir gün içinde elde ediverecektik. Akıllı başlı insanlarız, neden bu müspet kazançları elimizin tersiyle itelim, diye düşündü… Memurlara verilen uyarı, kınama cezaları gibi cezaların yargı denetimine açılması da bu yasa teklifinde öngörülüyordu… Bu maddeye hangi memur itiraz edebilirdi ki? Hangi memur adil yargılanma hakkından liderleri istedi diye vazgeçebilirdi? Bütün bunlar için “evet” diyecekti. Memur ve işçiler için 12 Eylül’den sonra yeni bir dönem başlamış olacaktı. Elde edilmeyen diğer bazı haklar, eskisinden daha kolay bir şekilde elde edilecekti artık… Bu maddeler arasında, memurların ya da işçilerin haklarını eskisinden daha çok kısıtlayan bir madde olsaydı, onun için “hayır” diyecekti. Ancak böyle bir madde yoktu ortada. Uyanıktı her Anadolu evladı gibi. Sırf A partisi karşıtlığından ya da sırf lider sultasından dolayı “hayır” demeyecekti. Özgür iradesiyle bütün bu hakları hem kendisinin, hem de “hayır” diyenlerin elde etmesi için “evet” diyecekti..

Küçük ölçekte bir esnaftı… Kaymakamın ya da valinin bazı uygulamalarından şikayetçiydi. Yıllardan beri “kul” olma psikolojisiyle yaşamış, kendisini devletin sadık bir kulu gibi görmüştü. Ancak devlet denilen erkin, kendisinin mutluluğu için var olduğunu ona kimse anlatmamıştı… Öğretmen onu dövebilir, polis onu coplayabilir, memur onu azarlayabilirdi… Zinhar ses çıkarmamalıydı. Ağzına acı biber sürebilirlerdi çünkü. Yasalar vardı hali hazırda… Ancak bu yasalara ilaveten bir de Kamu Denetçiliği Kurumu oluşturulacaktı… Bu bireysel hakların daha da güçlenmesi anlamına geliyordu. Çağdaş pek çok ülkede olan bu kurum pek çok idari istismarın önüne geçebilecekti. Kendi oylarımızla seçtiğimiz TBMM üyeleri tarafından seçilecek bu Başdenetçi (Ombudsman) her türlü şikayeti gündemine alacaktı… Bu kelimenin ne anlama geldiğini anlamak için internette ufak bir araştırma yaptı ve şu bilgileri buldu: “Ombudsman, genel anlamda yönetimin ağır baskısı altında ezilen yurttaşların, haklarını daha kolay yollardan aramasını sağlayan bir kurumdur. Kötü yönetimden kaynaklanan birtakım usulsüzlükler sonucunda vatandaşların zor durumda kalması, onların haklarını koruyacak güvenilir bir korunağın bulunmaması, her zaman sorun olmuştur. Görevini kötüye kullanma, rüşvet, rant sağlama, hırsızlık... gibi yolsuzluklar hep kötü yönetimler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kötü yönetimin bir ürünü olan yolsuzlukla mücadelede en etkili önlemin ombudsman olduğu kabul edilmektedir. Ombudsmanın aynı zamanda demokrasinin gelişmesinde, sivil toplumun oluşmasında önemli katkıları tespit edilmiştir. Ombudsman İsveç dilinde delege, avukat, temsil etme yetkisi verilen kişi anlamına gelmektedir. Kurum olarak da parlamentoyu temsil eden büro anlaşılır. İspanya’da halkın savunucusu, Avusturya’da halk avukatı, Fransa’da arabulucu... Türkiye’de ise kamu hakemi, kamu denetçisi, halk gözlemcisi denmektedir.” (http://nedir.antoloji.com/ombudsman/)

“Bu maddeye neden karşı çıkayım ki?” diye sordu kendine. “Birkaç lider istedi diye ya da bir partiyi sevmediğim için bu nur topu gibi maddeden neden yoksun olsun anayasamız?” diye geçirdi içinden. Hem yolsuzlukla mücadele için de etkili sonuçlar almıştı bu yöntem. Öncelikle yolsuzluktan şikayet eden her vatandaş, bu maddeye “evet” demeli değil miydi? O kararını vermişti artık… Evet diyecekti… Usulsüzlükleri, zulümleri, yolsuzlukları önlemek adına evet diyecekti. Karanlığa karşı bir mum da olsa yakmak adına “evet” diyecekti. Bu maddeden daha iyisi elbette olabilirdi.. Her şeyden daha iyisi her zaman için elbette mümkündü. Ancak geçmişteki uygulamalara göre devrim niteliğindeki bu madde şimdilik en iyisiydi. Gelişme de böyle bir şeydi zaten. Her geçen daha iyiye, daha güzele gitmekti gelişmek. Ancak hayır demek, birkaç adım da olsa bu ileri gidişi tökezletecekti. Ülkesinin demokrasinin ve hukukunun ileri gidişini tökezletmemek, buna engel olmamak için o da “evet” diyecekti…

Üniversite öğrencisiydi.. Babasından dinlemişti o acı hikayeleri. Bu ülkenin tarihinde pek çok sivil, askeri mahkemelerdeki acımasız infazlarla idam edilmişti. Bu gerçekçi hikayelerin baş aktörleri Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Deniz Gezmiş gibi isimlerdi… Bir ülkenin çok sevilen bir başbakanı askeri mahkemede yargılanarak, gerçekçi gerekçelere dayanılmadan acımasızca idam edilmişti. Pek çok genç de aynı kadere mahkum olmuştu kritik dönemlerde. Yeni düzenlemeye göre “Askeri mahkemeler, asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli olacak. Siviller, savaş hali dışında askeri mahkemelerde yargılanamayacaktı ” İnsancıl bir insan bu maddeye nasıl karşı çıkabilir, diye sormadan edemiyordu kendi kendisine. Belki de hâla birileri başbakanların, sivillerin, azıcık sağdan azıcık soldan gençlerin idam edilmesini istiyordu… Bu olabilir miydi ki? Suçsuz insanların haksızlıklara kurban gitmesine kim sevinebilirdi ki? Bu maddeye hayır diyenler, muhtemelen hiç okumadılar bu metni diye geçirdi içinden… Ya A partisine düşmanlıklarından buna hayır diyorlar, ya da hiç düşünmeden kendi parti liderlerinin peşinden gitmeye çalışıyorlar. Ama kaybeden millet oluyor sonuçta… Ben bu vicdani sorumluluğa ortak olamam… Siyasi parti liderleri her ne derlerse desinler, ben bu maddeye “evet” diyeceğim. Hem bu sayede sivil ve bağımsız yargı daha da güçlenecek, diye düşündü…

Bunlar gibi daha bir sürü madde vardı… Bütün bu maddeler toplumun her kesimine yeni yeni haklar, özgürlükler ve imkânlar sunuyordu. Toplumun pek çok farklı kesiminden, pek çok insan okudu bu maddeleri… Dindarlar, Solcular, Milliyetçiler, Sağcılar, Aleviler, Kürtler, Liberaller ve diğer bütün kesimler okudular… Hem liderlerinin anlamsız “hayır” ısrarlarını düşündüler, hem de ilgili maddelerdeki özgürlük kanatlı yepyeni haklara tebessüm ettiler. Hiçbir şey eskisinden daha kötü olmayacaktı. Aksine her şey geçmiştekinden biraz daha iyi olacaktı artık. Bu maddelere “hayır” diyenlerin anlamsız ısrarlarının nedeni ise bir türlü anlaşılamamıştı. A partisinin kurduğu hükümet, maaşlara zam vermiş olsa, sırf A partisi verdiği için bu zamdan vaz mı geçeceklerdi? Hem geçmişte A partisinin pek çok yasa değişikliği B ve de C partilerinin destekleriyle meclisten geçmişti. O zaman bu olabiliyordu da, şimdi neden olamıyordu? Bu anlamsız, çocukça bir kavga değil miydi? Acaba saklanan bir şey mi vardı milletten? Milletin hakları değil de bir kısım “üstün atanmışın” hakkı mı korunmaya çalışılıyordu? Bu anlamsız “hayır” ısrarının ardında başka ne olabilirdi ki? A partisinin olumsuz uygulamalarına elbette herkes karşı çıkabilirdi… Ancak her biri birbirinden özgürlükçü ve hakkaniyetli olan bu anayasa maddelerine, sırf A partisinden dolayı nasıl karşı çıkılabilirdi? Üstelik bu maddelerdeki eksiklikler de bu olumlu maddelere karşı çıkılmasına gerekçe olamazdı. Çünkü bugün elimizde olan haklardan oluşan dünyamız, o metinde kurgulanan yeni dünyadan, hem özgürlükler hem de haklar bakımından daha eksikti. “Hayır” diyerek aslında o maddelerde tasvir edilenden daha eksik, alçak, düşük, haksız, kölemen bir dünyaya “evet” demiş olmuyor muyduk?

Adı Milletti, soyadı Çoğunluk… Başörtülüydü, askerdi, dinsizdi, çağdaştı, solcuydu, sağcıydı, Aleviydi, Kürt’tü, Çerkezdi, mazlumdu; Deniz Gezmiş’ti, Nazım Hikmet’ti, Necip Fazıl’dı, Adnan Menderes’ti… Bütün engellemelere rağmen demokrasisinin, özgürlüklerinin ve haklarının arkasındaydı… Yepyeni bir geleceği doğuracak olan rengarek ve pırıltılı “evet”ine baktı gülümseyerek. Elinde bir inci gibi parıldıyordu “evet”. Neredeyse uçtu uçacaktı. “Evet” dedi gönül rahatlığıyla tekrar “evet”. 12 Eylül’de süzüleceksin özgürlüğümün göklerinde, seni hiçbir güç engelleyemeyecek. Onlarca yıldan beri beklediğim zaman geldi… Gelecek bugünkünden daha güzel olacak…

Fazla bir şey söylemedi… Elindeki “evet”i geleceğine doğru salıverdi. Işıl ışıl parıldayan o rengarenk “evet” “özgürlük ve hukuk” kanatlarını çırptı olanca heyecanıyla. Haklarını kısıtlayan karanlık duvarların ardındaki, masmavi özgür göklere doğru süzülmüştü bile. Yüreğindeki huzurun dürbünüyle “evet”ine baktı tekrar tekrar. Gülümsedi… Ellerini açtı semaya ya da bir dilek tuttu içinden… “Ne olur!” dedi gözyaşları eşliğinde “Ne olur!”:

- “ Son “evet’imi” de vurmasınlar…”




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın türkiye kümesinde bulunan diğer yazıları...
12 Eylül Referandumunda Oylanacak Maddeler

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
İsmail Yk'dan Bombabomba. Com
Metal Fırtına'da Anlatım Bozuklukları
Ana - Erkil Bir Medeniyetten Ata - Erkil Bir Zorbalığa
Bir Deizm Eleştirisi
İhanet Çamuruna Düşmüş Altın Kavramlarımız
Dücane Cündioğlu'nun Cenab-ı Aşkı
Nötrinonun Hızı ve Evrim Taassubu
Müstehcen Sanatla İmtihanımız
Islam Gehört Zu Deutschland (İslam Almanya'ya Aittir)
Harry Potter İngiliz Ajanı mı?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sen Var Ya Sen! [Şiir]
Çakkıdı Çakkıdı [Şiir]
Bâlibilen Dilinde Şiir [Şiir]
Üç Boyutlu Şiir [Şiir]
Miraciye [Şiir]
Sağanak Sen Yağıyor [Şiir]
Bülbüller Şehri İstanbul [Şiir]
Türkçe Hamile Beyanlara [Şiir]
Burası Sessiz Biraz [Şiir]
New Orleans'lı Siyahi Kirpiklerin [Şiir]


Oğuz Düzgün kimdir?

Yazar edebiyatın her alanında çalışmalar yapıyor.

Etkilendiği Yazarlar:
Bütün yazarlardan az çok etkilendi. Zaten insanoğlunun özelliği değil midir iletişimde bulunduğu varlıklardan etkilenmek?


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.