Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
“Din çocuklarımızın akılcı bir eğitim görmesine olanak tanımamaktadır. Din savaşın esas nedenlerini ortadan kaldırmamızı önlemektedir, din günah ve ceza konusundaki eski vahşi öğretinin yerine bilimsel işbirliği ahlakını öğrenmemize engel olmaktadır. Din olmazsa insanlığın altın çağını yakalaması mümkün olacaktır.” [ Neden Hristiyan Değilim, Bertrand Russell, Varlık Yayınları, 1970] Russell için iyi yaşam, sevgiden kaynaklanan ve bilgiyle yönetilen bir yaşamdır. Bilgisiz sevgi, ya da, sevgisiz bilgi iyi bir yaşam sağlayamaz. Küresel düzenin yapılandırdığı politik ve ekonomik yaşam, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” ilkeleri üzerinde değil, “sosyal eşitsizlik, ekonomik bağımlılık, sınıfsal düşmanlık” üzerine kuruludur. Ekonomik yaşamı ve geleceği güvence altında olmayan yığınların “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” gibi ilkelerden faydalanabilmesi söz konusu değildir. Özgürlük, “varlıklı olanlar”ın bağımsızlığını güvence altına alır; “varlıklı olmayan” büyük çoğunluk, sıradan insanlar bağımsız olamaz, bağımsız olduğunu zanneder. Serbest rekabet veya liberal ekonomi ortamında mücadele edebilmesi için gerekli araç, sermaye ve donanımdan yoksun insanlar, korumasız, kalkansız kitleler, ezilmeye, sıkıntı çekmeye mahkumdur. Pax Romana’da da durum aynıydı. Özgürlükler, seçme ve seçilme hakları, mutluluklar, varlıklı Roma vatandaşları içindi. Böyle bir ortama tepki olarak doğan Hristiyanlık ezilen yığınlar arasında hızla yayıldı. İlk Hristiyan topluluklarda özel mülkiyet yoktu. Bireyin tinsel ve özdeksel tüm gereksinimleri topluluk tarafından karşılanıyordu. Pierre Joseph Prudhon (1809-1864), Lev Tolstoy (1828-1910) gibi düşünürlerin ilk Hristiyanların komünal yaşamından etkilenerek anarşizme yaklaşan görüşler geliştirdikleri bilinir. Prudhon mülkiyeti ve Tanrıyı reddetmiş, Tanrı yerine adaleti koymuş, mülkiyeti hırsızlık, insanın insan tarafından yönetilmesini kölelik olarak tanımlamış, aileyi, evliliğin kutsallığını devlete ve dine karşı savunmuştur. Aileye karşı her saldırının saygısızlık, halka ve özgürlüğe ihanet, devrime küfür olduğunu söylemiştir. KİLİSEYE KARŞI SAVAŞ Tolstoy da Kilise’ye karşı savaş açar. Kilise inancı bozmuş, öyle değiştirmiş, öyle dogmatik bir hale getirmiştir ki kutsallık yok olmuştur. Tolstoy, büyük bir öfkeyle, kavranılmaz yararsız dogmaları ve İsa’nın tanrılığını yadsır. Ancak, İsa’nın öğretisinin yaşamın gerçek anlamını veren tek öğreti olduğunu söyler ki bu da sevgidir. “Kötülüğe karşı koymamak” da işte bu sevgiden doğar. Tolstoy’a göre kurulu düzen dört etmene dayanarak ayakta durur: Bunlardan birincisi devletin din ve şoven milliyetçilik sayesinde bireye uyguladığı bir çeşit hipnotik uyutmadır. Devlet kamuoyunu hile ve göz boyama ile şaşırtarak, sersemleştirerek ayakta durur. İkinci etmen ahlak bozmaktır. Vergiler sayesinde devlet halkı köleleştirir, ezer ve kendi rüşvetçi memurlarını besler. Üçüncü etmen göz korkutmak, gözdağı vermektir. Devlet herkesin mutlak saygı göstermesi ve yüceltmesi gereken kutsal bir varlık olarak ortaya çıkar. Devlet uğruna herkes sorgusuz sualsiz ölebilir ve öldürebilir. Dördüncü etmen de her yurttaşın yapmakla yükümlü olduğu ve her ne yaparsa yapsın asla kaçamayacağı, ayrı bir dünya ve ayrı bir mantığı olan, zorunlu askerlik hizmetidir. KURULU DÜZENE BAŞKALDIRI Danimarkalı yazar ve dinbilimci Soren Aabye Kierkegaard (1813-1855) saf bireysel inancı onu karikatürize eden, çarpıtan, kazanç kapısı yapan papazlara, piskoposlara ve tarikatlara karşı savunur. Kurulu düzenin dinlerine ve din kurumlarına karşı olduğu kadar sistematik, militer ve totaliter düşünce, felsefi sistem, öğreti ve kavramlara da karşıdır. Kierkegaard için Tanrı, Hegel’in iddia ettiği gibi, salt mutlak bir “idea” değil, insanın varoluşunun her anında birlikte olduğu ve gerektiğinde dua yoluyla ulaştığı, konuştuğu, tartıştığı “canlı, yaşayan” bir ruhsal varlıktır. BAŞKALDIRAN İNSAN Albert Camus (1913-1960) ruhun ölümsüzlüğü, cennet, cehennem inançlarını tiksinti verecek şekilde saçma bulduğundan reddetmiştir. Camus’ye göre kurulu düzen tarafından bize benimsetilen, dayatılan bu tür inançlar ile böyle bir yaşamı kabullenme tamamen “saçma”dır. “Başkaldıran İnsan” (L’Homme Révolté) isimli yapıtında Camus bu konuyu ayrıntılarıyla işler: bu dünyanın kurulu düzenini, kaderi, ölümü ve ölümden sonraki hayatı reddeder. Bu korkunç “saçma”lığa karşı insanı mücadeleye çağırır. Dünyadaki kötülük olgusunu sorgular (açlık, savaşlar, soykırımlar, cinayetler, insanın sömürülmesi, vs), bu olgudan Tanrıyı sorumlu tutar, bu duruma izin verdiği için Tanrıyı reddeder. Çünkü Tanrı varsa dünyada kötülük olamaz. Dünyada kötülük vardır. O halde Tanrı yoktur, diye sonuca varır. Tüm başkaldırılar, isyanlar iyi ise, o halde hiçbir düzen iyi değildir. Camus’ye hak vermiyor değilim. Saptamaları doğru. Ancak, tamamen katılmıyorum. Salt pozitif ve duygusal bir yaklaşım insanı bu sonuca götürür. Çünkü sorunsalın metafizik, mistik, paranormal, eskatolojik parametreleri ve boyutları da vardır. Bence Camus’deki eksiklik sorunsala tek bir boyuttan bakması ve onu çok yalına indirgemesiydi. Tüm bu düşünürler aslında paradigmalara ve düzene karşı çıkmış, fakat düzenin (küresel düzen) gittikçe güçlenmesini, gelişmesini ve insanlığı boğmasının önüne geçememişlerdir. Eğer onlar bu devirde yaşasalardı, eserlerini bastırtabilecek tek bir yayınevi bulamazlardı. Benim kuşağım ve çevrem Joan Baez, Bob Dylan, John Lennon, Ruhi Su, Rahmi Saltuk, Aşık İhsani gibi protest halk ozanlarının başkaldırı türkülerini dinleyerek, söyleyerek büyüdü. Gelecekte savaşların sona ereceğine, sonsuz barışın gerçekleşeceğine ve herşeyin üstesinden geleceğimize (We Shall Over Come !) yürekten inanıyorduk. Sokaklarda gördüğüm paspal kılıklı, çirkin yüzlü, yeşil takkeli, sakallı adamlar, sümükleri akan saçları kazınmış çocuklar ve sıkmabaş kadınlar, bir daha hiç ortalıkta gözükmemecesine, yavaş yavaş ortadan kaybolacaklar, onların yerini alacak pırıl pırıl güzel insanlar çoğalacak ve ülkemizi aydınlığa taşıyacaklardı. Ancak, aradan bunca sene geçtikten sonra geriye bakıyorum da değişen hiç bir şey yok. Tam tersi herşey daha berbat olmuş ve artık o başkaldıran seslerden, özgürlük şarkılarından eser yok ! O çirkin adamlar ve kadınlar herşeye egemen olmuşlar. Özgürlük ve direniş savaşımını çoktan yitirmişiz ve bunu şimdi itiraf etmek çok acı bir duygu ve büyük bir hayal kırıklığı. DÜNYANIN SONU İnsan, bırakın kendi soyunu yok etmeyi, artık içinde yaşadığı yeryüzünü de yok etme noktasına gelmiştir. Aile fertlerini dövüp öldürdüğü yetmiyormuş gibi şimdi sıra içinde oturduğu evi yok etmeye gelmiştir. Eğer bir Tanrı varsa, ve dünyamız da Şeytan’ın egemenliğindeyse bu gidişat daha ne kadar böyle sürebilir? Vardığım sonuçlar ve savunduğum savların –ne kadar saçma ve hayali olursa olsun- dünyanın şu an içinde bulunduğu kaos ortamının mantıksızlığından, tutarsızlığından, duyarsız bir şekilde ölüm ve felaket haberlerini televizyondan izlemekten daha mantıklı ve tutarlı olduğunu sanıyorum. Russell metafizik ya da düşünme yoluyla evreni kavrama çabasının insanda süregelen iki ayrı içtepinin birleşmesi ve çatışmasından oluşup geliştiğini, bu iki içtepiden birinin insanı mistisizme (gizemcilik, tasavvuf) ötekinin de bilime ittiğini açıklar ve şöyle der: “Kimileri bu içtepilerden yalnızca birisiyle büyüklüğe ermişlerdir: örneğin Hume’da bilimsel içtepi alabildiğine egemendir; Blake’de ise bilime karşı yoğun bir düşmanlık ergin bir mistisizmle birlikte süregider. Ancak, en büyük kişiler, düşünürler hem bilimin, hem de mistisizmin gerekliliğini duymuşlar, ikisini bağdaştırmaya çalışmışlardır.” [Mistisizm ve Mantık, Bertrand Russell, Varlık Yayınları, Eylül 1972 (kısaltılmış, dil sadeleştirilmiştir)] Bence insanda salt iki içtepi yok: Bu çok daha karmaşık. Bu çoklu ve bir çok parametreden oluşan bir içtepiler dizgesi. Bilim ile mistisizmi veya dini bağdaştırmaya da çalışmıyorum. Değişik ve çeşitli verilerden yola çıkarak sorunsalın çok kısa eskatolojik bir yorumunu yapmaya çalıştım. Bu karanlık dünya egemenlerinin, şeytani küresel düzenin dayatmalarına direnmek ve onlarla her alanda, her ortamda, her çeşit yöntemle ve her koşulda savaşabilmek için. (Tartaros Paradigması'ndan, 1999)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |